Kim kimin yanında?
Bugünkü yazısında Ahmet Varol Ortaduğu`daki hareketlere yönelik sorulan kim kimin yanında sorusu ele alıyor...
Suriye'nin, İsrail ve ABD'nin bölgeyle ilgili hesapları karşısındaki stratejik konumundan dolayı farklı statüde olduğu için buradaki ayaklanmayı diğerlerinden ayırmak gerektiği yaklaşımını da hiçbir zaman isabetli bulmadık. Çünkü her şeyden önce bu ayaklanmalar sosyal vakıadır ve yıllardan beri zulme maruz kalan halkların özgürlük ve adalet talebiyle meydanlara dökülmesidir. Birtakım dış güçlerin planlamasıyla değil toplumsal şartların hazırlamasıyla tahakkuk etmiştir.
Halkların meydanlara çıkması, zulüm ve baskıların son bulması, insanların daha özgür yaşayabilecekleri siyasi düzenlerin kurulması içindir. Sadece İsrail'le işbirliği yapan rejimlere özel değildir ki bu açıdan "stratejik konumda" görülen bir yönetimi diğerlerinden ayırmayı haklı kılacak gerekçemiz olsun. Böyle bir toplumsal vakıada Suriye'deki hadiseyi diğerlerinden ayırmamızı haklı kılacak gerekçemiz olması için bu ülkedeki sistemin adil ve özgürlükçü olması gerekirdi. Böyle bir iddiada bulunmak ise gülünç olur.
Öte yandan gün geçtikçe biraz daha açıklık kazanan ve resmi tavırlarla gerçek tavırlar arasındaki farklılığı belli eden bilgiler de Arap dünyasındaki özgürlük mücadelesini uluslararası güçlerin yönlendirdiği ön yargısına dayandırılan komplo teorilerini çürütüyor. Örneğin Mısır'da Hüsni Mübarek'in uygulamalarıyla ve özellikle de halk ayaklanmasını bastırmak amacıyla gerçekleştirdiği cinayetlerle ilgili soruşturmada, bu cinayetlere sebep olan baskınlarda Amerikan özel birlikleri Blackwater'dan yararlandığını gösteren bilgilere ulaşıldığı açıklandı. Davayı takip edenlerin yaptığı açıklamalara göre meşhur Wikileaks belgeleri arasında yayınlanan ve Hüsni Mübarek'in askeri yazışmalarına dair dokümanlarda yer alan ifadeler bunu gösteriyor. Soruşturmada bu konuda ciddi şüpheler oluştuğu ve konunun derinliğine gidileceği ifade edildi. "Blackwater bir özel güvenlik şirketi, onun uygulamaları ABD'nin resmi siyasetini ortaya koymaz" denilebilir, ama bu gibi hassas kurumların resmi siyasete de ters düşmeyeceklerini göz önünde bulundurmak gerekir. Makul olan da gerçek resmi politikanın bu doğrultuda olmasıdır. Çünkü sonrası için belli garantiler oluşturulmadan Hüsni Mübarek rejiminin devrilmesinin hem ABD'nin hem de siyonist işgal devletinin çıkarlarına aykırı sonuçlar doğuracağını tahmin edememeleri mümkün değildi. Dolayısıyla ABD'nin gerçek siyasetini Hillary Clinton'un Tahrir Meydanı ziyareti değil sistemin bazı restorasyonlarla da olsa ayakta kalmasını amaçlayan girişimler ifade ediyordu. Ama özgürlük ve adalet için meydanları dolduran büyük kalabalıkların önünde çağdaş Firavun rejimi gibi onun ayakta kalmasını sağlamak için çaba harcayan güçlerin sinsi politikaları da aciz kaldı.
Suriye'de Baas diktasının katliamlarının meşrulaştırılması için sürekli ABD ve NATO öcüsü kullanılıyor. Oysa sürekli öcü olarak kullanılan ABD yönetimi son açıklamasında, Suriye'deki muhalifler arasında el-Kaide'nin olduğu iddiasında bulunarak muhalifleri silahlandırmayı bile gündemine almadığını söyledi. Böyle bir iddia ise tamamen saçma ve tutarsızdır. Suriye'deki mücadele halkın bütün kesimlerini etkileyen geniş çaplı ve kapsamlı bir özgürlük mücadelesidir. ABD'nin bu konudaki tutumunda ise birinci derecede İsrail'in endişeleri etkili olmaktadır. Son günlerde değişik kaynaklarda yayınlanan bazı haberlerde İsrail'in ABD'den Esed yönetimine baskılarını azaltmasını ve muhalifleri de silahlandırmamasını istediği bildirildi.
İsrail'in geçtiğimiz günlerde Dürzilerin, Beşşar Esed'e destek amacıyla Tel Aviv'de gösteri düzenlemelerine engel olmaması da dikkat çekiciydi.
Filistin davası açısından stratejik konumda olduğu iddiasının arkasına sığınarak her gün en az yüz insanı katleden Baas diktasının devrilmesi ihtimali siyonist işgal rejimini telaşlandırırken Filistin halkını ümitlendiriyor. Filistinliler de düzenledikleri eylemlerle Suriye direnişine desteklerini Baas katliamına tepkilerini dile getiriyorlar. Artık kim kimin yanında durduğuna bakmalı. Zulüm, vahşet ve katliamla "stratejik konum" muhafaza edilmez.
(Ahmet Varol/YENİ AKİT)