Bünyamin ZERAN

16 Mart 2017

KORKU CUMHURİYETİ

Disipline edici iktidarın giderek mutlak iktidara dönüştüğü zamanlardayız. İktidar kendi gibi düşünmeyenleri “normalleştirme” çabası içine girmiştir. Artık hapishaneler, gözaltılar, işkenceler ve sürekli izlenmeler mevcut iktidarın kendi erkini sağlamlaştırmak için kullandığı yöntemler olmuştur.

Devlet belki de cumhuriyetten bu yana bizzat kendi eliyle toplumu ötekileştirici bir dili bu kadar kullanmamıştır. Hani kötü biri ölür onun yerine gelen ölene rahmet okutur ya şimdiki iktidar cumhuriyet dönemi ve milli şef dönemi iktidarlara rahmet okutacak cinsten.

Malumdur ki başkanlık sistemine dair bir referandum süreci içindeyiz. “Kandil “hayır” diyor  sen de “hayır” diyorsan onlar gibi düşünüyorsun” diyerek toplumu ya bizdensin ya da hasmımsın diyerek sınıflara bölen bir iktidar kime hizmet etmektedir diye sormamız gerekiyor. Toplumu referandumda hayır çıkması durumunda kaosla, iç savaşla tehdit edenler yine mevcut iktidarın adamlarıdır.

Çünkü bu toplumu kucaklayacak bir dile sahip olmadıkları gibi ortaya koydukları sistemi halka doğru düzgün analatabilecek bir birikime de sahip değiller. Kitlenin zihnine hitap etmekten çok duygularına hitap ederek konuşan bir siyasi dil kullanılmaktadır. Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığından şikayet edenler bizzat iktidarı bil fiil ondört yıldır ellerinde tutan kimselerdir.

Okullarda bilimsel düşünce gelişmediği gibi üniversitelerde de bilim gelişmedi. Çünkü bu iktidar düşünen bir nesil yerine sürüleştirilmiş bir nesil inşa etme yoluna gitmiştir. Kemalizmin kalesi olarak görülen üç kurum; Yargı, Silahlı Kuvvetler ve Üniversite süreç içerisinde teslim alınmıştır. Yargı ve TSK'nın ele geçirilmesi için Gülen ve ekibi bil fiil devlet tarafından kullanılmıştır. İşleri bitince kenara atılan bu gruptan sonra da bazı cemaatler eliyle üniversiteler şekillendirilmeye çalışılmaktadır.

Bunun en güzel örneği de hurafeci, hikayeci bilimle ilimle hiç ilgisi olmayan Nihat Hatiboğlu gibi adamların YÖK üyesi olarak atanmasıdır. Bu ülkede sanki okuyan, akleden kimse kalmamış gibi bu tarz adamlar sözüm ona bilimsel olma iddiasında olan kuruma üye olarak atanabilmektedir. Meselenin üniversitelerde aranılan şeyin bilimsellik olmadığı, yargıda adalet arayışı olmadığı apaçıktır. Mesele kendilerine her koşulda biat eden, iktidarlarını kutsayan bir zemin oluşturmaktır.

Ellerini kaldır deyince kaldıran indir deyince indiren bir kadro. Şimdiki iktidarın eleştirdiği Kemalizm'den ne farkı kalmıştır. Onlar da liyakatı esas almadan sırf kendi adamlarıdır diye kadrolara adam atarlardı şimdikiler de aynısını yapıyorlar. Öyleyse partinizin adını niçin adalet koymaktasınız. Kimin adaleti bu. Zira adalet kavramı Allah'a ait bir kavramdır ve sizlerin keyfince kirletilmeyecek kadar arı duru bir kavramdır. Bu kavram dün size nasıl ihtiyaç olduysa bundan sonra da daima ihtiyaç duyacağınız bir kavramdır.

İktidar mutlaklaşma sürecinden önceki disipline edici tüm iktidar biçimlerini kullanabilmek için tüm kurumları zaptu rapt altına almıştır. İlkav vakfının bir cuma saatinde proveke edilerek hem de sinkaflı küfürlerle provake edilerek bir kısım insanların bizzat provake eden sivil polislerce gözaltına alınması ardından Mehmet Pamak'ın gözaltına alınması, Hizbut Tahrir üyelerinin aileleriyle birlikte gözaltına alınması, İmam Buhari Vakfı'nın başkanı Zafer Mert'in öldürülmesi ve Türkiye'de bazı vakıf ve derneklerin Gülen cemaatiyle ilgisi olmamasına rağmen tahkikate uğramaları ya da kapatılması artık iktidarın mutlak iktidara döndüğünün işaretidir.

Bu ülkede yaşayan herkese verilen mesaj açıktır. Her yerde gözleniyorsunuz, fişleniyorsunuz, biliniyorsunuz. Ya bizim isteklerimize uyarak “normalleşeceksiniz” ya da hasım olarak bilinecek devletin baskı aygıtlarıyla hegemonyamız altına alınacaksınız.

Devlet kendine biat eden ve her yaptığı zulmü onaylayan camialara müsaade edeceğini ifadelendirme derdine düşmüştür. Oysa mümine yakışan tavır zulme herdaim karşı bir nefes olmaktır. Hiçbir zulüm karşısında susamayız. Çünkü Allah'ın iktidarı mutlak olandır ve en nihayetinde onun huzurunda toplanıp hesaba çekileceğiz.

Mümin olmak zor zamanda konuşmaya cesaret edebilmektir. Bugün tüm bu zulümlere rağmen hala iktidara kuyruk olma derdinde olan islamcılar bir gün kendilerinin de kullanılan bir paçavra gibi bir kenara atılacağını görmeliler. 

Mümini yeryüzünde onurlu kılan şey, büyük kılan şey hakkın şahitliğini en güçlü olduğu zamanlarda da en zayıf olduğu zamanlarda da haykırabilmesidir. Bizim tek ukbamız Allah'ın huzuruna tertemiz bir kalple çıkıp hesap verebilmektir. Ancak mesajımız o vakit doğru bir şekilde insanlara ulaşır. Ancak o vakit tebliğ ettiğimiz hakikatler insanların kalbine nüfuz eder.

Allah, farklılıklara düşman bir insanlık istemiyor. Allah farklılıkları kabul etmemizi ve yalnızca ifsad edici şeylere karşı mücadele etmemizi emrediyor. İnsanları ötekileştirmeyen bir dili yalnızca biz müminler kuşanabiliriz. Çünkü bunu herhangi bir sistem, ideoloji ya da iktidarlar adına değil yalnızca Allah rızası için yaparız.

Yaptığımız şeyleri bir lütuf olarak görmek yerine Allah'ın bizlere yüklediği sorumluluk olarak görürüz. Ve yaptığımız bu şeyi hayatımız pahasına dahi olsa hayatımızı elinde bulunduranın emanetini aldığı güne kadar yaparız. Yeryüzünü ıslah adına ifsad edenler bilmelidirler ki kadiri mutlak olan yalnız Allah'tır. İtaat edilecek tek mercii de Allah'tır.

En'am Suresi 80 ve 81. ayetlerinde İbrahim (as)'ın söylediği gibi “... söyleyin güvende olmaya en layık olan kimdir?” Tabiiki Allah'a gönülden iman ederek Allah'a olan salatlarında haşyet içinde olanlardır.