Bünyamin ZERAN

05 Eylül 2008

KUR'AN "AYKIRI" BİR MESAJDIR

Kur’an, değerlerin al aşağı edildiği, toplumsal çöküşün çok hızlı olduğu bir süreçte aykırı bir ses olarak indirilmiştir. Aykırıdır, çünkü topluma unuttuğu belki de hiç hatırlamak istemediği değerleri ona hatırlatarak onu insan olmaya davet etmiştir. Kur'an bir medeniyet inşa etmiştir. Çölün kavurucu sıcaklarından, kızgın kumlarından yeni bir medeniyet kurmuştur. Bu medeniyet temelini İbrahim (a.s.) ve İsmail'in (a.s.) yükselttiği Kabe’nin merkeze alınarak oluştuğu medeniyettir.

Kur’an acelecilikten uzak ama kararlı bir yöntemle, hayvandan daha aşağı konuma düşmüş toplumu yeryüzünün en seçkin topluluğu kılmıştır. Bunu Kur’an mucizesi yapmıştır. Kur’an bireyden topluma doğru ilerleyen bir metotla bunu başarmıştır. Kur’an ilkelerine sıkı sıkıya bağlı bir Resul'ün müşahhas önderliğinde bu medeniyet zirvesine ulaşmıştır. Bugün aynı medeniyeti oluşturamamaktan yakınmak yerine bugün bu medeniyeti oluşturmak için ne kadar ciddiyetle Kur’an’a yaklaştığımızı sorgulamamız gerekiyor. Kur’an bizim için kültürümüzü artıran, sorulunca cevap verebilme yeteneği kazandıran bir kitap mı yoksa içimizdeki kızgın çöllerden yepyeni bir insan oluşturan müşahhas bir kitap mı?

Kısacası asıl mesele Kur’an'a bakış problemimizde yatmaktadır. Biz Kitab'a iman etmek için yaklaştığımızda kendini açabilen bir kitaptır. Diğer türlü mesajlarını insana vermeyen bir kitaptır Kur’an. Vakıa suresi 79. ayeti “ona temiz olanlar dışındakiler dokunamaz” ayeti (Gerçi bu ayetteki asıl kasıt, Kur'an'ın kendisinde muhafaza edildiği Kitabı Meknun'a ancak mutahhar (temiz) olan melekler dışında hiçbir varlığın dokunamayacağıdır) hep abdestli okumanın gereği olarak değerlendirildi. Oysa dokunmak hissetmektir. Bir kitabı okuyabilirsiniz ama onu hissedebilir misiniz? Hissetmek dokunmakla yaşamakla mümkündür. Bu sözün değerini bilmeyenler bilmelidirler ki, bu Kitap Levhi Mahfuz'da korunmakta ve alemlerin Rabbi tarafından indirilmedir. Öyleyse bunu yaşayacak, bunu tüm benliği ile hissedecek olanlar da ancak tertemiz olanlardır. Takva elbisesini bürünen ve bu elbiseyi kirletmemek için olanca varlığıyla mücadele edenlerdir bu Kitab'a dokunacaklar. İşte bu dokunuş gereklidir Kur’an’a ki değişim başlasın. Zira Allah, bir toplumun kendinde olanı değiştirmedikçe o toplumu değiştirmeyeceğini bildirmiştir. (13/11) Birey, değişimi arzulayacak kendini kendi kabullerine göre yaşamayı terk edecek ve Kur’an’ın yol göstericiliğine bırakacak işte o vakit iş hayatından ev hayatına; çocuklarıyla olan ilişkisinden arkadaşlarıyla olan ilişkisine kadar her şey sil baştan şekillenecektir.

Yüzü birbirine dönük, evleri karşılıklı kurulan bir toplum, bireyin inşasıyla yavaş yavaş oluşacaktır. Mekke’de Resul'ün davetiyle başlayan bir hareket on üç yıl boyunca bireyin inşasıyla meşgul olmuştur. On üç yıl boyunca her türlü baskı ve şiddete rağmen Müslüman kalmayı kendine şeref bilmiş o değerli şahsiyetler kıyamete kadar kendilerinden bahsettirecek bir medeniyetin mimarları olmuştur. Kaldı ki o zamanın baskıları şimdiki baskılara binaen çok daha gaddar ve çok daha acımasızdır. Bugün insanlar genellikle rızık endişesiyle hareket etmekte ve kendilerini İslami değerlerden uzaklaştıran maddeye dayalı bir yaşantıyı yüceltmektedirler. Fakirlik endişesiyle çocukları öldürme şekli değişmiştir. Toprağa diri diri gömülen kız çocuklarının yerini artık ilerde savcı olsun, doktor olsun, hakim olsun ve bunun için de İslami kurum ve kuruluşlardan uzak dursun, namaz kılmasın, başını örtmesin diyen bir öldürme şekli almıştır.

Hayata bakışı sadece gelecekte iyi bir koltuk kapma ideali olan ve Kur’an’ı da bu arzularına engel çıkarmayacak şekilde okuyan bir bireyden, bir topluluktan asla ve asla bir medeniyet neş’et etmeyecektir. Çünkü bireyi kökünden koparan, hayatın içinde özne olmaktan alıp nesne konumuna indirgeyen, düzenin programlanmış robotları haline getiren bir düşünceden ancak kölelik, hiçlik ve zillet neş’et eder.

Kur’an bireye köleliği değil kulluğu sunar. Birçok efendilerin kölesi olmaktansa tek bir Rabbe hem de onu yaratan ve terbiye eden Rabb’e sadık kul olmasını salık verir. Kulluk bireyin kendi gerçeğini görmesi, kendini yaratan, kendine kalemle yazmayı öğreten ve daha bilmediği birçok şeyi öğreten, insan olarak yaşaması için ona eşyanın isimlerini öğreten İlah’a boyun eğmesidir. Bu boyun eğiş onun şerefini yükselten bir boyun eğiştir. Bireyi hayatın öznesi yapan bir boyun eğiştir. Oysa kölelik; kendisiyle eşit yaratılmış bireylere zorbalıkla, paranın gücüyle ya da dünyalık makam ve mevki ihtirasıyla zoraki bir boyun eğiş olup bireyi nesneleştiren bir eylemdir. Öyleyse Kur’an’ı okurken zincirlerimizden kurtulmak için okumak zorundayız. Örtülerimizden sıyrılmak, takva elbiselerimizi tertemiz kuşanmak için okumak zorundayız. Ancak böylesi bir okuyuşla özgürleşebiliriz. Buna ihtiyacımız var. Çünkü bireyleri zihnen özgürleşmemiş kendini bilinçli bir tercihle Allah’a adamamış bireylerden oluşan kitleler ve camialar her zaman köleliğe mecburdurlar. Ancak kuvvetli bir bilinçle Kur’an’ı okuyan ve yaşamını ona göre şekillendiren bireylerden oluşan topluluklar özgürlüklerine kavuşabilecek dirayeti ellerinde tutabilir. Bireyin kendine sunulan bu yol ayrımında tercihini iyi yapması gerekli değil mi?