Bünyamin ZERAN

04 Kasım 2011

KUR’AN’DA İSİM KAVRAMI

Arapça bir kelime olan isim “sema” kökünden türemiştir. “es-semau” her tür nesnenin üst ya da en üst kısmı anlamına gelir. Yağmur da semadan gökten çıkması münasebetiyle yere düşmediği süre içinde arapça da “semaun” diye adlandırılmış ayrıca bitkiye de “semaun” denilmiştir. Bunun nedeni bitkinin ya yağmur sayesinde çıkması ya da yerden yükselerek yukarı doğru çıkmasıdır. “Sema” kavramının zıddı “Arz” yani yerdir. Sema kavramının çoğulu “semevat”dır. Denildi ki ey yer, suyunu tut ve ey gök sende tut. Su çekildi, iş bitiriliverdi, cudi üstünde durdu. Ve zalimler topluluğunada uzak olsunlar denildi. (11/44) “Bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır. (2/107)

Sema kavramı Kur’anda “gök, çoğulu gökler” anlamı dışında dört farklı anlamda da kullanılmaktadır. İsim bu anlamlardan biridir çoğulu da “esma”dır. “ Eğer O’nun ayetlerine inanıyorsanız artık üzerinde yalnızca Allah’ın ismi anılanlardan yiyin.” 6/118 Diğer anlam “semiyyun” adaş, denk, benzer anlamlarında kullanılmaktadır. “Göklerin, yerin ve her ikisinin arasındakilerin Rabbidir. Şu halde O’na ibadet et ve O’na ibadette kararlı ol. Hiç O’nun adaşı olan birini biliyor musun? 19/65 Üçüncü anlam olarak “semma” isimlendirmek, ad koymak anlamındadır. “Gerçek şu ki, ahirete iman etmeyenler, melekleri dişi isimlere isimlendiriyorlar.” 53/27 “Orada onlara bir kadeh içirilir ki, karışımı zencefildir. Bir pınar ki orada “selsebil” olarak adlandırılır.” 76/17,18

Son olarak da “el-müsemma” muayyen belirli anlamlarında kullanılmıştır. “Ey iman edenler, belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız…” 2/282 Kur’an’da sema kökünden türeyen kavram kök anlamlarıyla birlikte toplam 381 defa kullanılmıştır. Yüceltmek, anlamlandırmak, işin amacını belirlemek, işin yönünü tayin etmek anlamları ağırlıktadır.

Allah, Adem’e eşyanın isimlerini öğreterek insanlığın serüvenini başlatmıştır. Adem, eşyanın isimlerini öğrenmeden önce meleklerinde itirazında olduğu gibi kan dökücü, bozgunculuk çıkaran bir yaratıktır. Allah, yeryüzünde bir halife tayin edeceğini söyler. Allah, Bakara 30. Ayette “halaqa” kelimesini değil yani yoktan varetmek anlamına gelen “halaqa” kelimesini değil yaratılmış olana başka bir form vermek, kazandırmak anlamına gelen “ceale” kelimesini kullanmıştır. Bu niçin önemlidir? Zira meseleyi burda doğru anlamlandırmamız gerekmektedir Adem ilk insan olmaktan çok ilk halifedir. Dolayısıyla geleneksel yaratılış hikayesi Kur’an merkezinden bakıldığında bir yere oturmamaktadır. Adem, kendisine öğretilen isimlendirmeyle diğer tüm yaratılmışların üstüne çıkar. Çünkü o artık sorumluluk ve yetki almıştır. Allah, Adem’in yapması gereken ve yapmaması gereken şeyleri tek tek isimlendirmiştir.

Bir şeyi isimlendirmek demek onu işleviyle birlikte ne yapıp ne yapmayacağını bilmek demektir. Masanın ne olduğunu bilmeyen birine “masa” deseniz onu anlamlandıramaz. Masayı anlamlandırabilmesi için masanın şeklini görmesi lazım, ne işe yaradığını bilmesi lazım ve ne amaçla kullanılamayacağını da. İşte o vakit isimlendirme anlam kazanacaktır. Yani isimlendirme kendisiyle bir şeyi tanımlayabileceğiniz ve zıddını da bilebileceğiniz bir tanımlamadır. Allah, Adem’e eşyanın isimlerini öğretirken bunu bir ilim üzere yapmıştır. Allah, Adem’e vahyederek eşya ile, doğa ile, kendi türü ile ve hayvanlar alemi ile nasıl bir ilişki geliştirmesi gerektiğini ona bildirmiştir. Neyi yiyebileceğini, neyden sakınması gerektiğini, toplumsal ilişkilerde kullanacağı dili ve neyi herşeyden üstte tutması gerektiğini ancak kendisine gelen vahyin isimlendirmesiyle öğrenmiştir. Ama Adem kendisine tanımlanan, belirlenen isimlerin ötesine taşmış ve yasak ağacın meyvesinden yemiştir. Adem burda Allah’ın isimlendirmesini unutmuş ya da yok saymış ve kendi tanımlamasını, isimlendirmesini Allah’ın isimlendirmesinin önünde tutmuştur. Hatasını anlayan Adem yine Allah’ın ona öğrettiği kelimelerle Allah’tan affını isteyerek bağışlanmayı dilemiştir. Allah, Adem’in kendi isimlendirmesine kızdığından O’nu cennettten çıkarıp yeryüzünde yaşatmıştır. Yani insan kendi isimlendirmesiyle hareket ettiğinde semanın zıttı olan arza mahkum iken Allah’ın isimlendirmesine tabi olduğunda ise göklere en yüce olana varis olmaktadır. “Fakat Şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları durumdan çıkardı. Biz de: «Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır» dedik.” 2/36

Allah, helal olan yiyecekleri anlatırken kendi isimlendirdiği, tanımladığı yiyeceklerden yenmesini emretmekte ve yasak olarak isimlendirdiği yiyeceklerden ise yenmemesi gerektiğini belirtmektedir. “Üzerinde Allah’ın isminin anılmadığı şeyi yemeyin; çünkü bu fısktır. Gerçekten de şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına gizli çağrıda bulunurlar. Onlara itaat ederseniz şüphesiz sizde müşriklersiniz.” (6/121) Ayrıca bakınız: 22/28, 34, 36, 40- 6/118, 119, 138 vs.

Süleyman’ın Belkıs’a yazmış olduğu mektubu Belkıs okurken “mektubun Süleyman’dan geldiğini ve rahman ve rahiym olan Allah’ın adıyla başladığını duyuruyor.” (27/30) Allah’ın elçisi Süleyman bir savaş yapacağı zaman yine Allah’ın buyruklarına uygun bir davranışla hareket edeceğini ve bu savaşın yapılacaksa yalnızca Allah’ın tanımlamış olduğu bir usul, istek ve kararlılıkla yapılacağını bizlere göstermiştir. Yani ülkeleri işgal edip, halkı yoketmek ve zenginliklerini gasbetmek mantığından uzak; yalnızca savaş yapılacak bölgeyi tek olan Allah’a kul edebilmek için ve insanları kullara kulluktan kurtarıp yalnızca yaratana kul yapmayı başarmak için savaş yapılmalıdır. Allah’ın savaşı isimlendirmesi bu minval üzeredir.

Allah, ilk halife Adem’den tutun da son nebi Muhammed (as)’e kadar göndermiş olduğu tüm vahiylerde insanlara hayatı tanımlamış ve insanın hayatın içinde dikkat etmesi gerekenleri onlara bildirmiştir. Ama insanlar Allah’ın kendilerine bildirmiş olduğu tanımlamaları es geçerek kendi tanımlamalarını onun üzerine oturtmaya kalkmışlardır. Öyleki vahyin dışında bir çok ideoloji ve hayat tarzları oluşmuş ve insanlık küfür deryasında kaybolmuştur. Belli aralıklarla gelen nebiler tanımlamaların, isimlendirmelerin Allah’ın gösterdiği doğrultuda yapılması gerektiğini hatırlatmış ve kavimlerin bu hatırlatmalara kulak tıkamaları sonucu bir kısım kavimler helaka uğramıştır.

Allah, kafirlerin isimlendirmesinden de bahsetmiştir. Lat, Menat ve Uzza putundan bahsettikten sonra bunların müşriklerce isimlendirildiğini belirtmiştir; “Bu (sözde ilahi varlık)lar sizin ve atalarınızın uydurduğu boş isimlerden başka şeyler değildir; (ve) Allah onlara hiçbir yetki vermemiştir. Onlar, (o putlara tapanlar,) sadece zannın ve kuruntuların peşine takılıyorlar; halbuki şimdi onlara Rablerinden bir yol gösterici gelmiştir.” (53/23) Müşriklerin isimlendirmesi yalnızca putlara ad koymaktan ibaret değildir. Her bir put onlar için değişik anlamlar içermektedir. Birisi bereket verirken diğeri savaşlarda muzaffer kılar diğeri musibetleri üzerlerinden uzaklaştırır gibi. Yani buradaki isimlendirme putları yüceltme ve onların adına bir yaşam ihdas etmektir aynı zamanda. İçinde yaşadığımız modern toplumlarda da isimlendirmeler mevcuttur. Liberalizm, demokrasi, özgürlük gibi kavramlar da bu isimlerden biridir. Marka tutkunluğu yine bu isimlendirmelerden biridir. Allah, nasıl ki Adem’e eşyanın isimlerini öğretmişse beşeri ideolojilerde eşyanın ismini Adem’e yeniden öğretmektedir. Allah, savaşı kullara kulluktan insanları kurtaran ve yalnızca kendine kul yapan bir yol olarak görürken beşeri ideolojiler ise elit kesimin zenginleşmesi, halkların sömürüsü ve insanların köleleştirilmesi olarak isimlendirmektedir. Allah, iktisadı insanın temel ihtiyaçlarının karşılanması ve fazlasının infak edilmesi olarak tanımlamasına karşın kapitalizm insanın ihtiyaçlarını sınırsız addederken insanı doyumsuz bir hayvana dönüştürmüştür. Allah, takvaca üstünlüğü ön plana çıkarırken modernizm marka tutkunluğuyla insana değer biçmiştir. Allah, kadını ve erkeği birbirlerinin elbisesi olarak tanımlayıp aralarında sevgi bağı oluşturduğunu söylemiş olmasına rağmen ve kadının erkek üzerinde erkeğin de kadın üzerinde haklarını belirtmiş olmasına karşın beşeri ideolojiler ise kadın ve erkeği birbirine rakip ederek kadını hem bedensel hem de cinsel yönden sömürerek onlara zulmetmiştir. Erkekleri kadınsılaştırmış, kadınları da erkeksileştirmiştir. Böylelikle cinsler arası mahremiyet duvarını yok etmiştir. Aileyi parçalamıştır.

Allah, kulların nasıl olması gerektiğini vahiyle bildirmiştir. Örneğin müminlerin özelliklerini belirterek kimlerin cennete gidebileceğinin altını çizmiştir. Yine müminlerde olmaması gereken özellikler olarak kafir, münafık, müşrik, fasık, mücrim vs. özellikleri de belirtmiştir. Eğer ki bir insan üzerinde taşıması gerekli özelliklerden bir tanesini bilerek, isteyerek ve kasıtlı olarak gücü yettiği halde üzerinde barındırmıyorsa o insan Allah’ın isimlendirmesinin karşısında kendi isimlendirmesini yapıyordur. Mesela; Allah namaz kılın diyecek mümin olma iddiasında olan bir kul bu ayete iman ettiğini ifade edecek ama vakit darlığından, daha yaşının genç olmasından, işinin pozisyonundan vs. sebeplerle namazı kılamadığını söyleyecek. Veyahut içki yasağı için ya da zina için, başörtüsü için vs. daha birçok ibadet için çeşitli bahanelerle kendini temize çıkarmaya çalışacak. İşte tüm bunlar kulun Allah’ın isimlendirmesi karşısında kendi isimlendirmesini yapmasıdır. Tıpkı Adem’in yasak olan ağacın meyvesinden tatması gibi cezaya müstehak bir durumdur. Eğer ki böyle yapan kullar tevbe edip işlemiş oldukları günahları terk etmezlerse kuşkusuz kendi isimlendirmeleri yüzünde şirk içinde öleceklerdir. "Andolsun" dedi. "Rabbinizden üzerinize iğrenç bir azab ve gazab gerekli kılındı. Allah'ın kendileri hakkında hiç bir delil indirmediği ve sizin ile babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu) birtakım isimler (düzme tanrılar ve kurallar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz? Öyleyse bekleyedurun; şüphesiz, ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim." (7/71)

Bugünün dünyasında İslam karşıtı birçok isimlendirme mevcuttur. Batı düşüncesinin hakim olduğu bir dünyada Protestan hristiyanlık düşüncesi yeni isimlendirmelerle hayata hükmetmektedir. Bireycilik anlayışı, demokrasi anlayışı ve özgürlük söylevleri insanı yaratıcının belirleyiciliğinden alarak beşeri ideolojinin kucağına atmaktadır. Muhakkak ki bu düşüncelerin temeli sekülerdir. Yani tanrıyı hayata müdahale ettirmeyen ve dini yalnızca hayatın manevi yönünü ele alan bir ayin yortusu şeklinde değerlendiren bir isimlendirme yapmaktadır. Kısacası heva rejimi dediğimiz bir düşüncenin temsilcisi konumundadırlar. Allah ise Kehf suresinin 26. Ayetinde belirttiği gibi “… O kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez” O’nun isimlendirmesinde hayatı bütünüyle tek başına belirleyen O’dur. Hiçbir kimse hiçbir şekilde O’nun emirleri karşısında kendince yeni hayat tarzları oluşturamaz. Böyle yapması durumunda yapılan isimlendirmenin niteliğine göre kafir, müşrik, münafık, zalim, fasık, mel’e, mütref vs. gibi isimlerle tanımlanır ki bu isimlerin her birinin de nihai varacağı yer cehennemdir.

Allah, Adem’e nasıl isimleri öğrettiyse ve Adem bu isimleri öğrenerek kan dökücü, bozguncu, fesat çıkaran bir yaratık olmaktan eşrefi mahlukat olma şerefine nail olduysa bugün bizler de hayata kimin isimlendirmeleriyle devam ettiğimizi görmek zorundayız. Çünkü hangi isimlendirmeyle yolumuza devam ettiğimiz aynı zamanda esfele safilin mi yoksa eşrefi mahlukat mı olduğumuzu ortaya koyacaktır. Bazı zamanlar da Allah için daha geniş alanlar oluşturmak adına bir takım isimlendirmeler yapma isteğimiz olsa da niyetlerimizi vahiyle test ettikten sonra isimlendirmelerimizi gözden geçirmeliyiz. Zira Allah’ın vahyine rağmen O’nun rızasını kazanma gücümüz yoktur. O’nun kavramlarını ve isimlendirmelerini hayata dahil etmeden başka kavramlarla O’na ulaşma ve O’nu razı etme imkanımız yoktur. Her ne kadar niyetimiz iyi olsa da eylemlerimiz bizi yanlış isimlendirmelerin kucağına atabilir ki Allah korusun bu durum da yoldan çıkmayı beraberinde getirir.

İnsanlar, ya Allah’ın isimlendirmesine göre yaşayıp hazinelerini gökte biriktirecekler ve batmasından korkmayacakları bir ticareti umacaklar yahut kendi isimlendirmelerine göre yaşayarak yasak ağaçtan yiyip “Kiminiz kiminize düşman olarak inin” ayetinin muhatabı olarak bulunduğu yükseklikten aşağı inecek ve esfele safilin olmayı kabul edecek. “Şüphesiz ki bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol tutar.” (76/29)