31-12-2011 11:11

Mazot, sofra, boya kalemi vs...

Şırnak Uludere`de gerçekleştirilen operasyondan arta kalan acıları Ferhat Kentel bugünkü yazısında ele alıyor...

Mazot, sofra, boya kalemi vs...
41 kişi, belki 40, belki de 39... “Önemli değil” değil... O bir kişilik fark da çok önemli... Çünkü onların her biri yaşayan bir “insan”dı... Katırlarla köylerinden çıkmışlar, Irak sınırını geçip mazot, şeker, sigara ya da başka bir şeyler alacaklar ve geri döneceklerdi.

Yola çıkmadan evvel, muhtemelen bir sofranın etrafında karınlarını doyurmuşlar, mesela çorba içmişler, ekmek yemişlerdi. Evlerinin kadınları bulaşıkları yıkamışlar; küçük kardeşler yola çıkan ve kendilerinden biraz daha büyük ağabeylerine belki sipariş vermişlerdi. Mesela öğretmen resim dersi için boya kalemi istemişti ve ağabey “tamam, mazotu satalım sana tam 12 renkli boya kalemi alacağım” demişti belki...

Onlar, Kürt sorununu “halletmek” için hayvancılığı öldürenlerin getirdikleri yasakların geride bıraktığı “açık kapılardan” hayatta kalmak için kaçakçılık yollarına düştüler yıllar boyunca... Bu kaçakçılık yollarını asker bildi, sivil bildi, herkes bildi... Onlar o açık bırakılan kapılardan mazot getirdiler, sattılar...Kazandıkları paralarla şeker, tuz, yağ, şalvar dikmek için iki metre basma, defter kalem aldılar...

Çoğu çocuk yaştaydılar; ama büyük adam gibi ekmeklerini kazanıyorlardı. Her kazandıkları şeker, basma ve defter parasıyla küçük çapta gurur duyuyorlardı muhtemelen...

Şimdi 41, 40 ya da 39 sayısında olan o çoğu çocuk insanın 38’inin bedenleri paramparça...

Geride kalan annelere, babalara, eşlere ve daha önemlisi kardeşlere bir öneriniz var mı? Ya da ne diyeceksiniz onlara? Mesela “merak etmeyin, burası hukuk devleti; hukuksal süreç de devrede zaten; hata varsa buluruz; gerekirse tazminat ödenir vb.” mi dersiniz?

Peki, onların bir daha geriye dönemeyecekleri evlerinde, o köyde nasıl bir hayat devam eder sizce? Hayat devam eder mi? “Bizim çocukları öldürdüler ama TC devleti kan parası ödedi; Allah’a şükür geçinip gitmeye devam ediyoruz işte” mi derler acaba? Geride kalan anne, baba ya da eş, mesela o “kan parasıyla” küçük kardeşe defter alır mı gene de? “Al yavrum, bak ağabeyinin kan parasıyla sana boya kalemi, bir tane gofret, hanıma da şeker ve tuz...” mu derler acaba?

Yoksa, “Zaten kanunsuz iş yapıyorlardı; yapmasalardı canım!” diyerek, ölümün bu topraklarda aslında ne kadar normal bir şey olduğu mu anlatılır?

O köyün sokaklarında, damlarında, evlerin avlularında, sundurmalarında, ocak başlarında “hayat gene de devam eder” mi? Boya kalemi bekleyen çocuklar ne resmederler defterlerine? Öğretmenin verdiği “köyde geçen bir gününüzü anlatın” konulu ödeve ne cevap verirler? Akşam ezan vakti gelmeden yemek hazırlamaya başlayan kadınlar, “akşama tarhana çorbası mı tercih edersiniz, yoksa bulgur pilavı mı” gibi bir soru sorar mı geride kalanlara?

Yoksa “ölüm” mü siner artık o damlara ve de avlulara?

“Terör” ve “Kürt vatandaşların sorunları” birbirinden ayrılmıştı ve “devlet- hükümet- güvenlik kuvvetleri eşgüdüm ve tam bir uyum halinde” terörün üzerine “kararlılıkla” gidecekti, değil mi?

(Ferhat Kentel / Taraf)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !