Bünyamin ZERAN
MODERN DÜNYAYI İSLAM'LA YENİDEN TANIMLAMAK
İslam’ı hayatın içinde tekrardan işlevsel hale getirmek nasıl mümkün olmalıdır sorusunu kuşkusuz her mümin kendine soruyordur. Çünkü derdi İslam olan her kişi ve hayata rabbin bak dediği yerden bakan kişi modern hayatın dayatmalarına karşın İslami bir çözüm ve İslam’la yalıtılmış bir liman aramaktadır. Modern öncesi yaşamda çözülmesi gereken sorunlar ve buna bağlı olarak dillendirilen söylevler o gün için ne kadar doğru ve tutarlı ise bugün için de o kadar eksik ve tamamlanması gerekmektedir. Modern öncesi dönemde Kur’an’ın anlaşılması, tasavvufun ayrı bir din ilan edilmesi, Kur’an’ın abdestsiz okunabileceği meselesi ve sahih sünnet olarak sunulan şeyin Kur’an süzgecinden geçirilerek ondan sonra kabul edileceği meselesi ve buna benzer konular bir dönemin kendine has doğruları ve ilkeleriydi. Bugün de geçmişte söylenen bu sözlerin atına imza atmak gerekir. Ne var ki yıllar önce, söylenmiş olan bu sözlere aşırı tepki verilmesine ve bu düşünceyi savunanları küfürle itham etmelere rağmen bugün bu düşünceleri herkes az çok savunur hale geldi. Yani söz geçmişteki etkisini yitirerek bugün sıradan bir söz hatta her grubun dillendirdiği bir vakıa olarak ortaya çıktı.
Modern öncesi toplumlarda bu kadar etki yaratmış olan düşüncelerin bugün sıradan kabul edilmesinin birçok sebeple böyle olması mümkündür. Bunlardan birisi post-modernizmin dayattığı rölativizm yani görecelik anlayışıdır. Post-modernizmin dayattığı en önemli olgu bireyselliktir. “Ben böyle düşünüyorum sen de öyle düşünüyorsun, aynı şeyleri düşünmek zorunda değiliz ve ikimizde kendi ölçeğimizde doğruyuz” anlayışı sabit doğruları da değişken doğrular haline getirmiştir. Bireysellik olgusunun vurgulanıldığı bu düşüncede sabit doğrulara yer yoktur ve bunlar dogma olarak tanımlanmaktadır.
Öyleyse başta Türkiye olmak üzere İslam ülkeleri ve dünya için yeni bir okumaya ve yeni bir tahlile ihtiyacımız vardır. İslami mücadelenin şekli ve okuması değişmelidir diye düşünüyorum. Tabi değişmelidir derken post-modernist bir algıyla her şey değişmelidiri kastetmiyorum kuşkusuz. Her şeyden önce Kur’an’ın kavramsal olarak iyi okunmasını ve Kur’an bütünlüğünde İslam’ın kavramlarının anlaşılmasının zorunlu olduğunu düşünüyorum. Bunun akabinde çağın hastalığı olan modernizm ve post modernizmin dayattığı olgulara ve bunlardan neşet eden hastalıklara doğru okumalar yaparak çözümler oluşturmak zorundayız. Zira bunu yapabilirsek toplumun aktığı yönü doğru tespit eder ve bu akışı değiştirebilmek için de doğru reçeteler ortaya koyabiliriz.
Çağın en önemli dikte araçlarından olan propaganda sayesinde tağuti sistemler (ABD başta olmak üzere, Batılı devletler ve Türkiye gibi işbirlikçileri)kendi düşüncelerini en ideal ve olması gereken düşünce olarak topluma dayatırken onun dışında çözüm sunan düşünceleri de bastırarak kendi galibiyetini ilan etmek istemektedir. Öyleyse bize düşen bir başka şey de çağın tağutları tarafından kullanılan propaganda araçlarının etkilerinden de bir şekilde korunma gayesi güden yeni davranış modelleri geliştirmek olacaktır. Buna benim sunabileceğim çözümlerden bir tanesi Müslümanlar arası diyalogların güçlendirilmesi ve ortak programlar geliştirilmesi ve bu sayede neslin vahyin çizgisinde muhafaza edilebilmesidir.
Biz modern öncesi toplumlara oranla çok daha hızlı değişimler geçirmekteyiz. Türkiye’nin Özal’la hızlanan, ivme kazanan liberalleşme ve modernleşme çizgisinin yaklaşık 30 yılda ülkeyi nasıl bir değişime soktuğu ortadadır. Artık her şey tağutların (ABD başta olmak üzere, Batılı devletlerin)belirlediği kavramlar ve bakışlar ölçeğinde gelişmektedir. Aile hayatından tutun, genç neslin hayatına, müzik anlayışından tutun sinema algısına, iyi ve kötü; güzel ve çirkin anlayışından medeni ve barbar anlayışına kadar her şey artık tağutların tanımlamalarına tabidir. Oysa Müslüman, İsmet Özel’in de ifade ettiği gibi çağa hakikat açısından bakmalıdır ve ilericilik, gericilik gibi kavramlarla bakmamalıdır. Bugün bir çok Müslüman gayri safi milli hasıla ölçeğinde ileri ve geri olduğumuzu tanımlama yanlışına düşmektedir. Bu doğru bir okuma yapmadığımızı ve teslimiyetçi bir okuma yaptığımızı göstermektedir. Onun içindir ki propagandayla üzerimize sindirilen ve beynimize kazıtılan bu koku ve düşüncelerden arınmamız gerekmektedir.
Bugünün teknolojisi dahil tüm kavramları yeni bir tanımlamaya muhtaçtır. Çünkü batı insanlığın hayrına bir şey üreten kafa yapısından çok uzak yalnızca kâr eden şeyleri düşünen ve üreten pozitivist ve realist bir kafa yapısına sahiptir. Dolayısıyla tağuti düşüncenin temelinde maddi anlamda kar ve zarar olgusu vardır. Toplumun fesada uğraması, neslin yok olması onlar için önemli değildir. Tıpkı sanayi devriminden sonra aç kalmamak için kırsal kesimden şehre göç etmek zorunda kalan köylülerin sefalet içinde ölmelerinin, çocukların daha bebek sayılacak yaşta fabrika bacalarının temizliğinde kullanılan bir paçavra yapılmasının önemli sayılmadığı gibi. Zira onlar için önemli olan ucuz işgücü ve maksimum kârlılıktır. İlericilik ve gericilik olgusu, medeni-barbar olgusu da bu formüle tabidir. Yani lüx bir evde oturduğunda medeni, gecekondu bir evde oturduğunda ise barbarsın. Kısacası bu algıya göre insan maddenin şekillendirdiği bir varlıktır. Oysa islama göre ise insan, maddeye şekil verendir.
Görüldüğü gibi her şey yeni bir tanıma muhtaçtır. Bizim medenilik-barbarlık anlayışımız, teknoloji anlayışımız ve ekonomiye bakışımız yeni bir dille tanımlanmalı ve Müslümanlar arasında bir vücuda dönüşmelidir. Çünkü toplumsal anlamda cemaatleşmeden bir şahitlik ortaya koymamız ve teori üretmemiz de faydasız olacaktır. Bir yandan teoriler geliştirilip doğru okumalar yapılırken diğer yandan bu okumaların meydana çıkardığı bir topluluğu da işaret edebilmek önemlidir. Geçmişin doğrularını alarak İslami mücadelenin artık kabuk değiştirmesi gerektiğine inananlardanım. Bu mücadele de daha derinlikli ve vahiyle bütünleşen okumalar, tanımlamalar olmalıdır. Bireysellikten arınan biz olma gayretine düşmüş tevhide gönül verenlerin elini taşın altına sokma ve bu mücadelenin bir yerinde kendilerini hissetmelerine ihtiyaç vardır. Sorumluluk yalnızca birilerinde olmayıp kendini İslam’a nispet eden herkesin üzerinedir. Aksi takdirde bizler de İsrailoğulları’nın söylediği gibi “sen git tanrınla birlikte o kavme karşı savaş sonra biz geliriz” demiş oluruz.
(Not: Bu yazı İktibas Dergisi Şubat sayısında yayınlanmıştır.)