Bünyamin ZERAN
MÜSLÜMAN OLMAK TARAF OLMAKTIR
Modern toplumlar seküler bir din anlayışı içerisinde hayatlarını devam ettirmek isterler. Aslında profan kalıplardan hoşlansalar da dini atmaya kıyamadıkları antika özelliği olan değerli bir eşya gibi görürler. Ne sandıklarının dibinden çıkarabilirler ne de bir eskiciye vererek ondan tamamen kopabilirler. Onun içindir ki dinden arınmış profan kalıplar içinde yaşıyor olsalar da kendilerinin iman ettiğini söylemekten geri durmazlar. Bugünkü toplum bakara suresinde ve daha birçok ayette geçtiği gibi inananlarla karşılaşınca iman ettik/ediyoruz demeyi şeytanlarıyla/kendilerine çekici gelen yaşamı onlara süslü kılan ve onları hadsiz sınırsız yaşamaya ikna edenlerle karşılaşınca biz iman edenlerle alay ediyoruz demeyi kendilerine görev bilirler. İki arada kalarak yaşarlar hayatı. Kimseye yaranamazlar. Bu durum onları kimliksiz, kişiliksiz figürler haline getirir.
Allah’ın elçisine gönderdiği ilk mesaj yaratan Rabbin adına okuma yapmasıdır. Hayatını ve onu şekillendiren her şeyi Allah’ın terbiye ediciliği çerçevesinde görmesi ve gözetmesi gerekmektedir. Yani yaşamında hiçbir boşluk bırakmadan her anını, her hücresini, her duygu ve işini yalnızca O’nun terbiyesi bünyesinde yapmak ve O’nun kanunlarıyla hayatı kuşatmak demektir. Allah’ı yalnızca göksel bir tanrı olmaktan çıkarmak demektir. Çünkü Allah kendisinin gökte de arzda da ilah olduğunu haykırmaktadır.(43/84) Öyleyse nasıl olurda insan tevhidi yaşam ilkesi olmaktan bu kadar kolay çıkarabilir ve tek olan ilaha kulluğu terketmeyi gereklilik haline getirir?
Aslına bakılırsa ilk başta insan sırati müstakiymden tali yollara saptığını pek farketmeyebilir ya da azıcıktan bir şey olmaz mantığıyla sınırı az bir şey geçmekle bir şey olmayacağını düşünür. Tabii belli bir noktaya ulaşınca o azıcık sapmanın kendisini bataklığın tam ortasına çektiğini görür ne var ki o vakitte kazanımlarını (sermaye, itibar, makam) kaybetme korkusu yaşadığı içinde o bataklıktan çıkmayı göze alamaz ve kendini yeni aldatmalarla yani yaşadığı pisliği kendine süsleyen yeni tanımlar ve kavramlarla yoluna devam eder. Allah, kitapta defaatle hatırlattığı şeylerden biri Allah’ın sınırlarını aşmayın uyarısıdır. O azıcık sapmayı kendinde hak görenler daha mesajın ilki olan yaratan Rabb adına okumayı en başında eksik bırakanlardır. Allah, yarattığı kullarını herkesten muhakkak ki çok daha iyi tanır. Onun için yaşamlarında hiçbir boşluk bırakmadan eksiksiz her şeyi onlara vazeder ve onlara seçme hürriyeti verir. Ama insanların çoğu sarp yokuşa tırmanmayı göze alamazlar. İnsan acelecidir der yaratan. Yaptığı hizmetin karşılığını hemen almak ister. Kısa vadeli geçici kazançları her zaman için uzun vadeli sürekli olan kazançlara tercih eder. Allah’ın cezalandırması da mükafatlandırması da derhal olmadığı için kişi kendini ya tövbeyle ya da sorumluluklarını önünde uzun yaşam olacağını varsayarak tehirle bir noktaya vardırma gayreti içine girer. İnsanı kötülüğe meylettiren ve ona çirkinliği güzel gösteren şeytani duyguları ve şeytani dostları, insanı Allah adıyla aldatırlar.
Yaratan Rabb adına hayatı okumayı gereği gibi yapanlar ise elbette bu tip dostlardan kendilerini azade ederler. Çünkü hayata Allah’ın arzu ettiği kavram ve tanımlamalarla bakarlar. Bugünün dünyasında kavramlar değişmiştir. Tevhidin yerini demokrasi, adaletin yerini hoşgörü, ilahın yerini insan hakları, kulluğun /abd’in yerini ise özgürlük almıştır. Böyle olunca Rabb adına okuma terkedilmiş modern dünyanın egemen güçlerinin kavramları gündeme oturtularak onların ilahlığı önünde saygıyla ve tevazuyla eğilinmiştir. Kafir, müşrik, münafık, fasık, zalim gibi kavramlar unutulmuş ve nerdeyse demokrasiye iman eden her kişi direkt olarak cennete postalanmıştır. Bunun adını hoşgörü olarak tanımlayanlar aynı hoşgörüyü tevhide iman etmiş kitabı gereği gibi okumaya gayret edenlere karşı göstermemişler onları terörist bir militan, fitneci bir güruh olarak hedef tahtasına dikmişlerdir. Nede olsa yeni dünya düzeninde egemen güçlerin/abilerinin kendilerine yüklediği görevi, sorumluluğu eksiksiz yerine getirmekle yükümlüdürler. Bunu sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla becerebilmektedirler. Ayrıca işin birde siyaset ayağı vardır ki o da resmi gücü arkasına alarak tevhidi müslümanları sözüm ona ehlileştirme işinde çok önemli bir rol oynamaktadır. Tüm taleplerinden tamamen arındırılmış bir islam; cihad, kıtal, adl, şahitlik gibi değerlerin taşıyıcılığından demokrasi, insan hakları, hoşgörü taşıyıcılığına soyunmuş bir müslüman modeli inşa etmek için sistem belam ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla savaşımını olanca hızıyla sürdürmektedir.
Müslüman olmak taraf olmaktır her şeyden önce. Hayatını Allah’ın kitabına göre dizayn eden ve vahyin gerektirdiği bir hayatı hem kendi bünyesinde hem de yeryüzünde hakim kılabilmek için (2/193-8/39-4/75 vs…) egemen güçlerle hasım olmaktan çekinmeyen bir fert olmayı kabullenmektir müslüman olmak. Sınırlarını yalnızca vahyin çizdiği ve kendisine çizilen sınırları hangi şart ve durum içinde olursa olsun azıcık geçmeyi kendinde hak olarak görmeyen bir fert olmaktır müslüman olmak. Dünyada bir misafir olduğunu ve bu dünyanın ebedi hayatına yolcuğunda yalnızca bir durak olduğunu ve bu yolculuğunda kendine bir takım emanetler verildiğini (eş, çocuk, sermaye) ve bu emanetlerinde mutlak sahibi olmadığını onların tek sahibinin Allah olduğunu aklından hiç çıkarmadan yolcuğuna devam eden bireydir müslüman. Bütün aşkları, ödevleri, emanetlerine yaklaşımı yalnızca Allah için olan bir birey olmaktır müslüman olmak.
Müslüman olabilmek ve müslüman kalabilmek için kendi kavramlarımıza sahip çıkma zorunluluğumuz vardır. Hayata hikmetle dokunabilmek için yapacağımız tanımlamaları, dostu ve düşmanı ayırt etme işini yine kendi kavramlarımız bünyesinde yapmak zorundayız. Kavramlarımızı birilerin arzu ettiği sınırlar dahilinde değil vahyin arzu ettiği sınırlar içerisinde okumak ve anlamak zorunluluğumuz vardır. Vahiyle muhatap olurken onu diri bir ruhla okumak ve hayatı şekillendiren, değiştiren bir terbiye edici olarak görmek ve ona gerektiği saygınlığı vererek anlamak zorundayız. Kalbimizle düşünerek okumalıyız kitabı. Ancak o zaman bir dünyayı değiştirme hakkımız olur.
Eğer vahye onun ruhuna uygun bir değer vererek okumazsak değişen dünya egemenlerin arzu ettiği şekilde bizim dünyamız olacaktır kuşkusuz. Egemenlerin dünyasında ise insan hakları olarak tanımladıkları hak yalnızca birkaç elitin haklarından başkası değildir. Gerisi zaten insan olarak tanımlanmamaktadır. ABD’nin gerek yıllar önce kızılderililere uyguladığı soykırım, gerekse şimdilerde dünyanın dört bir yanında Irak, Afganistan, Pakistan, Somali’de yaptığı insanlık dışı muameleler; Belçikalıların Ruanda’da sebep oldukları katliamlar, Sırpların ve Hırvatların Bosna’da yaptıkları hem de medeni Avrupanın ve ABD’in seyri eşliğinde, İsrail’in Lübnan ve Filistin’de yaptıkları, İngilizlerin İskoçlar ve İrlandalılara karşı yaptıkları, Türkiye’nin gerek geçmişte Dersim, Sivas olayları, Başbağlar katliamı, Maraş ve Çorum olayları ve gerekse halen devam etmekte olan etnik sınıf ayırmaksızın halkına yaptıkları ortadadır ve unutulmamıştır. İşte medeni dünyanın insan hakları anlayışı budur.
Çağırdıkları, davet ettikleri ikna için tüm propaganda araçlarını kullanarak yırtındıkları dövündükleri özgürlük demaokrasi tanrıları bunlardır. İçinde Allah’ın olmadığı bir dünya böylesi bir dünyadır. Müslüman olmak tüm bu kirlilikten kendini arındırmak ve bu zalimlere ve zalimliğe dur demektir. İşte bu yüzdendir ki bu uzun soluklu mücadele yolculuğunda vahye sımsıkı sarılmak sırat-ı müstakîmi takip etmek zorunluluğumuz vardır. Bizi belamlardan ve onların yandaşlarından ayıracak tek farkımız da budur. Bunu korumak ve sahip çıkmak zorundayız.