Bünyamin ZERAN
NUH’UN GEMİSİNE BİNMEK
Bir dürtünün ya da duygunun asıl nesnesinden başka bir nesneye yöneltilmesi olarak tanımlanan psikolojik savunma mekanizmalarını yoğun yaşadığımız bir dönemden geçmekteyiz. Asıl olması gerekenden uzaklaşıp başka bir olaya ya da duyguya bürünerek iş yaptığımız anlarımızı çoğaltıyor ve bunlardan haz alıyoruz. Allah, göndermiş olduğu vahiy ve beraberindeki elçileriyle tevhidi yeryüzünde insanların nazarında kökleştirmeyi amaçlamıştır. Asıl olması gereken Allah’ın hem yaratmada, hem kanun koymada, hem rızık vermede, hem terbiye etmede vs. tek ve eşsiz olduğunu kabul ederek onun buyruklarına boyun eğerek yaşamaktır. Ama biz bu gerçeğin yerine başka bir şey koyarak yaşarsak asıl olması gerekenden olmaması gerekene doğru adım atmış oluruz.
Nasıl ki tevhidin yerine başka bir şeyi koyduğumuzda hedeften sapmış ve doğrudan uzaklaşmışsak aynı şekilde dini inanış ve yaşayış içerisinde asıl uğraşmamız gereken meseleleri bir kenara koyarak kendi gerçekliğimizden uzak konularla iştigal edersek gücümüzü enerjimizi ve yörüngemizi de aynı oranda kaybetmiş oluruz. Tabiî ki bu durum tevhid ilkesine zarar vermeyebilir ama bizi yapılabilecek gerçekliklerimizden de uzaklaştırmış olur. Yaşadığımız ülkede Müslümanların en büyük problemlerinden biri kendi gündemlerini oluşturamamasıdır. Suni gündemler içerisinde kalıp kendilerinin üretmediği ama başkalarının ürettiği kendi gerçekliklerinden uzak gündemlerin peşinde edilgen bir şekilde koşarak güç ve efor kaybettiklerini görmekteyiz.
İnsanların, etkin oldukları alan ve ilgili oldukları alan olmak üzere iki alanları vardır. Bireyin ilgi alanı bütün kainat olabilir ama esas etkin olduğu alan etkileyebildiği ve değiştirebildiği alanlardır. Bireyin ilk etkili olduğu alan kendisidir. Alak suresinin ilk ayeti ve müzzemil suresinin ilk ayetleri, bakara suresinin 44. ayeti, ankebut suresinin ilk yedi ayeti önceliğin kendinden başlamak olduğunu vurgular. Ondan sonra da en yakından başlayarak tevhidi mücadele sürecinin devam etmesi gerektiğini bir metot olarak anlatmaya çalışır. Kur’an bu ilkeyi “en yakın olanlarından başlayarak uyar…”(26/214) diyerek açıklar. Öyleyse Allah insana bir gerçeklikten yola çıkarak iş yapmalarını öğütlemektedir. Bireyin davete, iş yapmaya, yola çıkmaya, azık hazırlamaya en yakınından başlayarak projeler üretmesi en önemli önceliğidir. Burada aslolan Müslüman bireylerin bir tarih yazma zorunluluğudur, bir kuşağın kendinden sonraki kuşaklara bırakması gereken bir geleneğin inşası sorunudur. Bizim yapmamız gereken, oluşturmakla mükellef olduğumuz sorun bana göre tamda budur. Dünyanın birçok yerindeki mümin kardeşlerimize gerek gıda gerek sağlık gerekse parasal konularda çeşitli dernek ve kurumlar aracılığıyla birçok yardımlar göndermekteyiz. Bunlar elbette ki değerli ve önemli şeylerdir. Ne var ki bu bizim yaşadığımız coğrafyadaki sorumluluklarımızı unutturan bir davranış olmamalıdır. Biz etki alanımızı bırakıp bu tarz yardımlarla deşarz olup kendimizi Nuh’un gemisine binmiş sayarsak tarihin edilgen fertleri olarak hiçbir gelenek oluşturamamış oluruz. Afrika’ya gönderilen diyelim ki her on gömleğin dokuzunu emperyalizm sömürerek Afrikalının üzerinden geri almakta. Öyleyse Afrikalıya direniş ruhu veremiyorsak verilen yardımlar bir yerde heba olacaktır. Ameliyatla gözünü açtırdığımız Afrikalının vahiyle kalb gözünü açamıyorsak açılan göz bir işe yaramayacaktır. Ondan da önemlisi diyorum ki yaşadığımız coğrafyada onca kalb gözü açılmamış, emperyalizm elinde sömürülen ve zulmün çarkları içinde başkalaştırılan uzatsak alabileceğimiz, dokunabileceğimiz kimseler varken her işi halletmişte tek işi yurt dışındaki kardeşlerine yardım etmek durumunda olan kimselermişiz gibi habire kendi dünyamızdan ve gerçekliğimizden uzak projelerle meşgul olmaktayız.
Bugün müminlerin sorunu yalnızca Filistin değildir, yalnızca Afrika da değildir. Yaşadığımız coğrafya da çok ciddi zulümler ve cinayetler işlenmektedir. Bütün bunlara tevhid ölçeğinden bakabilecek ve projeler üretebilecek bir zihniyete ihtiyacımız vardır. Eğer siz sendeliyorsanız düşmek üzere olan bir başkasını tutabilmeniz mümkün değildir. Duygu dünyanızda karşınızdakinin düşmesini engellemek isteyebilirsiniz ama sizin gerçekliğiniz kendinizi kontrol etmekten geçmekteyse önce siz kendi duruşunuzu sağlamlaştırmanız gerekecektir. Ondan sonra elinizi uzatıp karşınızdakini sabitleyebilir bir hedefe doğru da koşturabilirsiniz. Muhammed (as)’in tebliğ ve hareket metodunu incelediğimizde Mekke’de yaşadığı sürece tüm projesi etrafındaki müminlere kol kanat gerebilmek ve onları sistemin zulmünden en az hasarla muhafaza ederek onları tek bir hedef etrafında kümeleştirebilmektir. Hicretten sonra ise iman ettiği halde hicret etmemiş veya edememiş Müslümanlar için dini konular dışında onlara diğer konularda yardımcı olmakla yükümlü olmadığı Allah tarafından ona bildirilmiştir. (8/72)
Yani hicretten sonra Resul'ün gündemini işgal eden konu Medine’deki Müslümanların sosyal yaşamı, Yahudilerle olan ortak yaşamı bir hukuka bağlama konusu ve Allah adına söz söyleyen tek bir otorite olabilmeyi sağlayacak idari ve askeri düzenlemeler, projeler olmuştur. Kendimizi sorgulamak zorundayız. Yaptığımız eylemler hedefi tam oniki’den vuran eylemler midir yoksa bizi hedefe yaklaştırmayan ve hedefin etrafında dönüp durmamızı sağlayan eylemler midir?
Bir gemi alıyoruz, adını Nuh’un gemisi koyuyoruz, sonra bütün ümmeti bu gemiye bir şekilde bağış yapabilmeleri için seferber ediyoruz, gemiye her bağış yapan kendini Nuh’un gemisine binmiş sayıyor ama bu gemi kimsenin yaşamında bir gelenek oluşturmuyor. Vicdanları temizlemekten başka maalesef kalıcı bir iz oluşturmuyor. Elbette ki değerlidir bu girişimler ama bundan daha değerli olan şey bireyin kendi tarihine ve coğrafyasına sahip çıkarak yaşadığı ülkede bir tarih yazabilmesidir. Bu da ancak siyaseti etkileyebilecek, kendi projeleriyle gündemi sarsacak ve ümmeti tevhid ölçeğinde bir hedefe doğru kanalize edecek bir geleneğin, sünnetin inşası için çalışmaktır. Eğer bizler iç dinamiklerini sağlamlaştırmış birbirine bir binanın tuğlaları gibi kaynaşmış bir ruhla bağlı kalıp kendi coğrafyamıza dair içimizdeki bencilliklerimizden kurtularak Allah’ın sözünü baki kılmak adına projeler geliştirirsek, eylemler ortaya koyabilirsek bizim bu kazanımlarımızdan elbette ki tüm dünya Müslümanları ve tüm dünya halkları nasiplenecektir.
Mesele yalnızca paramızı verip sorumluluktan kurtulma olmamalıdır. Eğer paramızı vereceksek de kendimize ait projelerimiz için vermeliyiz. Sarp yokuşu tırmanmak öyle kolay olmamalıdır. Sadece parayı vermek değil aslolan. Tüm vazgeçilmezleri, olmazsa olmazları, rahatını, huzurunu, en sevdiklerini, her şeyini vererek sorumluluk yüklenmeliyiz ki tarihimize sahip çıkalım ve şahitliği dosdoğru yapmış olalım.