06-07-2013 11:58

Pamak: Demokrasi, seküler aklın acıkınca yediği putudur

İLKAV Başkanı Mehmet Pamak, Mısır’da gerçekleştirilen askeri darbe ile ilgili bir basın açıklaması yaptı. `Halk iradesine kast eden ve kendi hevalarını dayatan, Hak ve halk düşmanı darbeciler, hayvandan aşağı mahluklardır” diyen Pamak, demokrasinin halk iradesinin egemenliği iddiasının da acıkınca yedikleri ve sadece aldatmacadan ibaret bir put olduğuna dikkat çekti.

Pamak: Demokrasi, seküler aklın acıkınca yediği putudur
İLKAV Başkanı Mehmet Pamak, Mısır’da gerçekleştirilen askeri darbe ile ilgili bir basın açıklaması yaptı. Demokrasi Seküler Aklın Acıkınca Yediği Putudur. Halk iradesine kast eden ve kendi hevalarını dayatan, Hak ve halk düşmanı darbeciler, hayvandan aşağı mahluklardır” diyen Pamak, demokrasinin halk iradesinin egemenliği iddiasının da acıkınca yedikleri ve sadece aldatmacadan ibaret bir put olduğuna dikkat çekti. Emrullah Ayan bu basın açıklamasına cuma hutbesinde yer verdi.
 
İLKAV Başkanı Mehmet Pamak, Mısır’da gerçekleştirilen askeri darbe ile ilgili bir basın açıklaması yaptı. Demokrasi Seküler Aklın Acıkınca Yediği Putudur. Halk iradesine kast eden ve kendi hevalarını dayatan, Hak ve halk düşmanı darbeciler, hayvandan aşağı mahluklardır” diyen Pamak, demokrasininhalk iradesinin egemenliği iddiasının da acıkınca yedikleri ve sadece aldatmacadan ibaret bir put olduğuna dikkat çekti. Emrullah AYAN bu basın açıklamasına cuma hutbesi'nde yer verdi  
 
Mehmet Pamak’ın açıklamasının tam metni;
 
Mısır’da Amerika’nın güdümündeki asker ve yargı bürokrasisinin yaptıkları bir darbeyle, halkın önemli bir kısmının desteğiyle iktidar olan İhvan temsilcisi hükümet ve Cumhurbaşkanı görevden uzaklaştırılıp tutuklandılar. Müslüman Kardeşler öncü kadrosundan yüzlerce kişinin tutuklandığı, asker kurşunuyla onlarca kişinin öldürüldüğü haberleri geliyor. İşte böylece bölgemizde yeni bir demokrasi zulmü daha yaşanıyor, masum ve adil Müslümanlar demokrasi putperestlerinin saldırısına uğruyorlar.
 
Bilindiği üzere demokrasi, seküler aklın ürettiği, vahye baş kaldıran bir hayat tarzıdır. Mekke Müşriklerinin helvadan yaptıkları putları acıkınca yedikleri gibi, halk iradesinin egemenliği ve seçimle yöneticilerin belirlenmesi efsanesi de seküler zihniyetin çıkarları gerektirdiğinde, yani acıkınca kolayca yediği putudur. Demokrasilerde halk iradesinin belirleyici olduğu iddiasının sadece bir aldatmacadan ibaret olduğunu artık bütün Müslümanlar idrak etmelidirler.
 
Demokrasi bir seçim yöntemi değil,fıtrat ile vahyin arasının kesilmesi sonucundavahye düşmanlıkla kirlenip selim olma vasfını yitirmiş bulunan seküler aklın heva ve zannı ilahlaştırarak ürettiği şirk dini/ideolojisi/modeli/hayat tarzıdır. Allah’a karşı tuğyan etmeyi, şirki ve ifsadı esas alan bu dinin/hayat tarzının, halkın seçimlerle yönetimleri belirlemesi aldatmacasını putlaştırarak bu put çevresindeki propagandayla insanları uyutup oyaladığını, bunun arka planında ise şirke dayalı seküler hayat tarzını dayattığını artık bütün Müslümanlar çok iyi anlamlıdırlar.
 
Darbeci Mısırlı Generaller ve Yargı Bürokrasisi Ekonominin % 60’na hükmeden İşbirlikçi Burjuva Sınıfını Oluşturmakta
 
Mısır halkı, özgür iradesiyle yaptığı %52 orandaki tercihle Muhammed Mursi’yi seçtiği ve yeni anayasayı da %65 oranda onayladığı halde, emperyalistlerin işbirlikçisi darbeciler Mursi’yi görevden uzaklaştırdılar ve anayasayı da yürürlükten kaldırdılar. Böylece Mısır, anayasası olmayan bir ülke haline geldi. Buna rağmen anayasası olmayan bir ülkenin Anayasa Mahkemesi Başkanı olma onursuzluğunu taşıyan başkan ikinci bir onursuzluğu içine sindirerek varlık sebebi olan anayasayı kaldıran darbeciler tarafından Cumhurbaşkanı olarak atanma zilletini de içine sindirebildi. Ayrıca üçüncü bir ahlaksızlığı da yaparak kaldırılmış olan anayasa üzerine yeminle göreve başlamaktan da utanmadı.
 
Üstelik bütün bu haksızlıklara, zulümlere muhatap kılınan Mursi, muhaliflerini de razı etmek için, bizce yanlış yaparak “sivil demokratik bir devlet kuracaklarını” söylediği halde, buna rağmen razı olmayarak seküler hayat tarzını bütün olarak dayatmaya kalktılar. Demokraside İslami olana da bir miktar alan açmaya asla razı olmayarak İslam’a kapıları tamamen kapatmak üzere, liberal, sol, sosyalist, batıcı tüm laik çevreler meydanlara çıkarak, her zamanki gibi utanmazca bir çığırtkanlıkla darbecileri davet ettiler. Rabbimiz vahye düşmanlık yapıp hevalarını ilah edinenleri ‘hayvandan aşağı’ düşmekle nitelendirmektedir. İşte vahye düşman darbeciler ve destekçileri bu hayvandan aşağı alçaklığı tercih edenlerdir.
 
Mısırlı Generaller ve ülke üzerindeki vesayeti birlikte sürdürdükleri yargı bürokrasisi, Amerika’nın, Batı’nın, küresel emperyalist sermayenin ve seküler zihniyetin kölesi olup, kendi ülkelerinin de ekonominin % 60’nı kontrolleri altında tutan sömürücü burjuvazisini oluşturmaktadırlar. İşte bu işbirlikçi vesayetçi asker-yargı bürokrat-burjuvazi sınıfı, emperyalistlerin projeleri ve kendi sınıfsal çıkarları için, işbirlikçisi olduklarının desteğiyle silahlarını halkın üzerine doğrulttular. Tehdit ve baskıyla, seçilmiş Cumhurbaşkanı ve kadrosunu tutukladılar, halkın seçtiği iktidarı silah zoruyla devirdiler. ABD ve AB’nin desteği olmadan, onlara göbeğinden bağlı Mısırlı generaller bir tek adım atamazlardı.
 
Kendisine Enkaz devredilen ve Kadrosunu İş Başına Getirmesi de Engellenen Mursi’yi Bir Yılda “Başarısız Oldu” Diye Devirmek Olağan Darbeci Ahlaksızlığının, Bütün Dünyanın Darbecilerin Yanında Olması da Her Zamanki Putunu Yeme Alışkanlığının Göstergesidir
 
Kendi kadrosunu yönetime getirmesi engellenen, bu bakımdan yargı ve asker tarafından içerden ve ayrıca emperyalist devletlerce ekonomik yönden dışarıdan kuşatılan Mursi’ye, Firavun döneminde soyularak dibe vurmuş ekonomiyi, tam bir enkaz halinde bıraktılar. Üstelik ekonomik hayat % 60 gibi yüksek bir oranda halen kapitalist generaller eliyle kontrol altında tutulurken, ekonomiyi bir yılda düze çıkaramadı ve başarısız oldu diye suçlayıp darbe yapmak, “suyumu bulandırıyorsun” bahanesi çıkarmak olup, bu da zulüm ve ahlaksızlıktan başka bir şey değildir.
 
Bu ahlaksız ve hukuksuz müdahale, Müslüman halkın kaderi üzerinde söz sahibi olması sırasının kendilerine de geleceği korkusu içindeki, bölgenin emperyalist işbirlikçisi diğer despot yönetimlerce takdirle karşılandı. Amerikancı Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere, bölgenin diğer taguti despot yönetimleri, körfez ülkeleri bu darbe girişimini sevinçle karşılayıp kutladılar. Amerika başta olmak üzere, bu yerli işbirlikçilerin efendileri olan batılı emperyalist demokrasiler ise, seçimle gelip seçimle gitmek (halk iradesinin belirleyiciliği) putlarına sahip çıkıp darbeyi kınamak yerine, bu putlarını her zamanki gibi ahlaksız bir oburlukla yediler ve darbeye destek çıktılar. Zaten on yıllardır bölge halklarına zulmeden, sömürü, adaletsizlik ve katliamlarla kuşatan tüm dikta rejimlerinin ve darbecilerin arkasında hep emperyalist demokrasiler yer almışlardı. Alçakça destekledikleri bu despot kahyaları eliyle bölge halklarını kan, göz yaşı ve sefalete mahkum etmişlerdi. Bu sebeple de, bölge halklarının yerli despot rejimlerden kaçarken demokrasilere sığınmaya kalkmaları, kahyanın zulmünden kaçarken, bu zulmün esas banisi olan ağaya sığınmak gibi bir konuma düşmeleri anlamı taşıyacaktı.
 
Emperyalist demokrasilerin yönetimindeki bu zalim batılı ülkeler ve emirlerindeki BM’in zalim yönetimi, ya doğrudan sahip çıkarak ya da ikircikli, çekingen ifade ve tutumlarla, bir an önce seçimlere gidilmesini önermekle mevcudun yıkılması teşebbüsünü kabullenerek desteklediler. “Derhal gasp ettiğiniz yetkiyi seçilmiş Cumhurbaşkanına geri verin ve siyasetten çekilin, sizi ve atadığınız uyduruk Cumhurbaşkanını tanımıyoruz” diye tepki gösteren ve halkın iradesinin yanında yer alan ve kendi yaptıkları “hukuk”a saygılı, kendi, putlarına samimi bağlı tek bir ses çıkmadı. Bütün dünyanın emperyalist demokrasileri, ABD, AB hepsi katliamcı despot Esed’in ve terörist işgalci İsrail’in yanında ve hep birlikte darbecilerin safında, Müslümanların ise karşısında mevzileniverdiler. Atanmış despot yönetim ayağının tozuyla Gazze’nin hayat damarı olan tünelleri yıkmaya başladı bile.
 
Türkiye’de ise, batıcı seküler kesimde hep aynı ikircikli ve ilkesiz tutum öne çıktı. Yeri geldiğinde demokrasi havarisi kesilen, ama Ergenekoncuların, Silivri’deki darbecilerin avukatı olmakla övünen CHP Genel Başkanı doğrudan darbecileri kınamak yerine, önce bu darbeye sebep olduğunu iddia ettiği Mursi’yi eleştirmekten geri durmadı ve fırsatı ganimet bilerek Mursi üzerinden Tayyip Erdoğan’a tehdit mesaj göndermeye çalıştı. Böylece “o hak etti sen de aynı duruma düşme” demeye getirdiği ahlaki olmayan bu tutumdan sonra da lütfedip darbeye karşı mı değil mi pek anlaşılamayan anlamsız bir iki cümle kurdu. Laik demokratların en iyileri bile, mağdurla darbeci arasında denge kurma ahlaksızlığını sergilemekten utanmadılar. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bile Obama’ya paralel açıklamalar yapmış, darbecileri kınamaya, gasp ettikleri yönetimi derhal seçilmiş Cumhurbaşkanı ve hükümete geri verme  çağırısı yapmaya, aksi takdirde yeni yönetimi ve atanmış Cumhurbaşkanını tanımayacaklarına dair tek bir söz ve tepki göstermemiştir. Genel olarak Mısır halkının diktatörlüğe karşı yaptığı devrimine ve seçimle ortaya koyduğu iradesine saygılı olduklarını ve herkesi de bu iradeye saygılı olmaya çağırdıklarını ve bir an önce seçim yapılarak görevin seçilmişlere bırakılmasını, bu serbest seçimlere de her kesimin katılımına müsaade edilmesi gerektiğini söylemekle yetinmiştir. Aslında bir an önce seçime gidip, her kesimin katılacağı serbest seçimlerle halkın seçtiği yönetime iktidarı devretme çağırısı, mevcut seçilmiş yönetimin darbeyle devrilmesini kabullenmiş olma sonucunu da içinde barındırmaktadır ve bu tutum darbecilerin yaptıklarını yanına kar bırakan bir tutarsızlık ve ilkesizliktir.
 
İran da, ikircikli ve halkın iradesine saygı bağlamında soyut açıklamalarla işi geçiştirirken, İslam Birliği Teşkilatı gibi yapılar susmayı tercih ediyorlar. Suud destekli selefiler de, efendilerinin safında darbecilerin arkasında yer almaktan utanmadılar.
 
Bu Büyük Musibet, Fercr-i Kazib’ın Aldatıcılığından Uyanışa Vesile Olup Çok Daha Büyük Hayırların Kapısını Açarak, İnşallah Fecr-i Sadık’a Ulaştıracaktır
 
İnşallah bu büyük musibet, haksızlık ve zulüm, yeni bir uyanışın, gerçek bir inkılabın ve hakiki anlamda bir hayrın inşasının başlangıcı olur. Mursi’yi destekleyen kitlelerin onun doğru çağrısına uyup, meydanları doldurmayı ve tevhidi ilkelere sadakat gösteren bir direnişi sürdürmeleri halinde, bundan önceki aldatıcı, yanılgılarla dolu süreç yerine inşallah doğru istikamete yönelen yeni kapılar açılabilecek, yeni ve sahici umutlar yeşerebilecektir. Allah yolunda tevhid ve adalet eksenli mücadelede sabır, sebat ve fedakarlıklar sonucunda hak-batıl karışımı aldatıcı “devrimler” süreci sona erecek ve  inşallah gerçek, sahici bir Kur’ani inkılap bundan sonra yaşanacaktır.Böylece inşallah yalancı şafak sökmesi olan “fecr-i kâzip”in aldatıcı, yanıltıcı ve yanlış yerde oyalayıcı griliğinden kurtulunacaktır. Sonuçta da inşallah cahiliye karanlığının, zulumatın bütün tonlarını yok eden güneşin aydınlığı gibi Kur’an’ın gerçek, kuşatıcı, arındırıp inşa edici Nuruna, hakiki aydınlığa “fecr-i sâdık”a kavuşulacaktır. Müslüman halklar Hablullah olan Kur’an’a topluca sarılıp tevhidi istikamette bir sosyal değişimi yaşayarak İslami adalet sistemini ve Allah’ın yardımını hak ettikleri zaman, bütün küresel kâfir güçler birleşseler de, Müslüman halkların kaderleri üzerinde söz sahibi olmalarını ve Allah’ın hükümlerini egemen kılarak adaleti ikame etmelerini önlemeye Allah’ın izniyle güçleri yetmeyecektir. Bu darbeci, baskıcı zulümler, inşallah en sonunda Müslümanların adalet yönetiminin oluşmasını engelleyemeyecektir.
 
İslami adalet sistemi ortaya çıktığında, herkesin sahibi, maliki, yaratıcısı ve rızık vereni olan Allah’ın hükümleriyle hükmedileceğinden, aslında imtihan sebebiyle inkar özgürlüğüne sahip olanlar da dahil bütün insanların bu imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirmeleri için gerekli olan temel haklar ve adalet vasatı sağlanmış olacaktır. Bütün kullarının hukukunu ve temel haklarını gözeterek ve güvence altına alacak kuralları, müeyyideleri vazederek hükmeden Allah’ın hükümlerine uygun bir yönetim gerçekleştiğinde, gayrimüslimler dahil her kesim adaletle muamele görecek, kimseye zulmedilmeyecektir. Tahrir meydanını doldurup darbecilere davetiye çıkaran ahmak mustazaf kitleler bilmiyorlar ki, bu isyanlarıyla gerçekte Mısırlı generaller ile yargı bürokrasisinin oluşturduğu sömürücü Mısır kapitalist sınıfının ve arkalarındaki emperyalist sermayenin çıkarlarına hizmet etmiş, kendi adalet beklentilerine de en büyük darbeyi indirmiş oldular. Çünkü Monarşi, oligarşi ve demokrasi gibi laik, seküler sistemlerde, gücü eline geçirenlerin, daha çok kendi çıkarlarını gözeterek yapacakları yasalarla yönetmeleri sebebiyle, çoğunluk insanlara zulüm, haksızlık ve sömürü kaçınılmaz bir sonuç olmaktadır.
 
Demokrasi Hevayı İlahlaştıran Şirk Sistemi Olarak Liberal ve Sol Programlara Açık, İslami Olana Kapalıdır
 
Demokrasi, teoride yasa yapma, yönetme ve yargılamada halkın iradesi üzerinde ilahi otorite dâhil hiçbir otorite kabul etmeyen, pratikte ise halkın iradesinin ilahlığını bile sağlayamayıp, bürokratik ya da büyük sermaye oligarşilerinin ilahlığına dönüşen modern cahiliye sisteminin adıdır. Buna rağmen Müslüman olmayanların despot rejimlere, baskı ve zorbalığa, haksızlık ve adaletsizliklere karşı çıkarak görece daha özgürlükçü demokratik sistemlere meyletmeleri kendi çerçevesinde ve batıl içinde makul ve tutarlı bir tercih iken, Müslümanların batıl despot rejimlere karşıtlığının, görece daha özgürlükçü olsa bile bir başka batıl sistem olan demokrasiye savrulmalarına yol açması İslami kimlik, inanç ve tutarlılıkla bağdaşmayan bir tercihtir.  
 
Buna rağmen demokrasiyi bir yönteme indirgeyip, İslam’ın da bu yöntemi kullanabileceğini iddia edenler, liberal ve sosyalist demokratlara şu soruyu yöneltsinler: “siz liberal ve sosyalist değer ve ölçülerle ekonomik, siyasi ve hukuki projeler hazırlayıp, örgütlü bir mücadeleyle bu projelere toplumu davet ederek halk desteği aldığınızda liberal ve sosyalist bir sistemle toplumu yönetebildiğiniz gibi, bizler de tüm bu alanları vahyin hükümlerini esas alan projelerle düzenlemeye dayalı örgütlü davetimize halk desteği aldığımızda İslami bir sistem kurup toplumu bu sistemle yönetebilir miyiz?” İşte bu sorunun liberal ve sosyalist demokratlar tarafından kesinlikle şöyle cevaplandırıldığını göreceklerdir; “ama bu dediğiniz demokrasiye aykırıdır”. Çünkü onlar demokrasiyi sadece bir yöntem olarak değil, ilahı, heva ve halk iradesi olan bir dünya görüşü, bir hayat nizamı olarak kabul edip dayatmaktadırlar. Bu sebeple demokrasi içinde liberal, sol-sosyalist kesimler kendi ideolojisine uygun projesini halka sunup iktidar olabilir ve iktidarda liberal ya da sosyalist programlarını uygulayabilirler. Müslümanlar ise, İslami proje ve programlarına halkın çok büyük ekseriyeti destek verse de iktidar olamaz ve İslami programı uygulamaya koyamazlar. Çünkü demokrasilerde sekülerizm yani ilahi otoriteyi ve vahyi dışlayan dünyevileşme esastır. Bu yüzden seküler şirk paradigmasına yanaşmadan, İslam’ı (siyasi, ekonomik, hukuki) kamu alanından dışlayıp bireysel ibadetlere indirgemeden, yani bu alanlarda hevayı ilah edinen demokrasiye tam bir teslimiyetle teslim olmadan, Müslüman’ın siyaset yapmasına, iktidar olmasına asla müsaade etmezler, tesadüfen olduğunda ise hemen devirirler.
 
Müslümanlar On yıllardır Isırıldıkları ve Oldukça Büyük Acılara Yol Açan Aynı Delikten Bir Daha Isırılmak Basiretsizliğinden Artık Kurtulmalıdırlar
 
Nitekim demokrasinin onlarca tanımının değişmez ortak paydası, ilahi otorite de dâhil üzerinde başka hiçbir otorite tanımaksızın “halkın iradesinin mutlak hâkimiyetidir”. Ve bu sebeple de halk temsilcilerinden oluşan Parlamentoda yasa yapılırken hududullahın sınırlamasını, vahyin nihai belirleyiciliğini, halkın çok büyük ekseriyeti destek verse de, kabul etmezler. İşte bundan dolayı da Cezayir’de FIS hareketi %85 civarında oy alarak iktidar olduğunda, başta Fransa olmak üzere batılı ülkelerin desteğiyle işbirlikçi orduya hemen darbe yaptırılıp, o günden bugüne on binlerce Müslümanı katleden bir süreci işlettiler.Daha sonra da Filistin’de vahye dayalı bir hükümet kurmak üzere örgütlenip, İslami bir davet gerçekleştirerek, halkın çok büyük ekseriyetinin de (%65) desteğini alan HAMAS ve destekleyen Müslüman halk büyük acılara ve zulümlere sebep olan baskı, yasak, kuşatma, ambargo, saldırı ve katliamlarla muhatap kılındılar, sonuçta Filistin’de hükümet olmaları engellendi. Şimdi de Mısır’da %52 oyla iktidar olan İhvan temsilcisi Mursi darbeyle devrilerek yine seçim geçersiz kılındı. Dünyanın bütün demokratları, her seferinde utanmadan bu vahşetleri sessizce seyrettiler. Putlarına sahip çıkıp, “demokrasiye göre halka sunduğu projesiyle halkın çoğunluğunun desteğini alan, vaat ettiği İslami yönetim biçimiyle yönetmek üzere hükümeti kurmalıdır” demediler ve putlarını kolayca yediler. Çünkü demokrasinin, aynı materyalist seküler modern paradigmanın ürünü olan liberal ve sosyalist sistem ve yönetim biçimine izin verdiğine, ama ilahi vahyin belirleyiciliğine dayalı bir proje ve sistemin uygulanmasına karşı olduğuna inanmaktadırlar. Zaten demokrasi de esas olarak işte budur.
 
Tunus’ta ortaya çıkan bir kıvılcımla halkların birikmiş öfkesinin patlamasıyla başlayan Ortadoğu halk ayaklanmaları sürecinde, isyan eden halkların önü Tunus ve Mısır’da batıcı generallerin kontrolünde açılmıştı. Bu ani patlama karşısında önce bir an şaşıran, sonra ise süratle toparlanıp yönlendirmeye çalışan batılı emperyalist devletler (ABD ve AB) “Nasılsa generaller laik, seküler batı zihniyetini temsil ediyorlar, eğer İslami kadrolar hükümet olurlarsa, işbirlikçi orduları ve kendi ekonomik gücümüzü, uluslararası sermaye kuruluşlarını kullanarak onları terbiye eder yönlendiririz” diye düşündüler. Özellikle de, gerek ülke olarak Mısır’ın, gerekse en güçlü toplumsal kesimi olan İhvan’ın Arap İslam alemi içindeki merkezi ve etkileyici konumu Mısır’daki ayaklanmaların bir yandan yönlendirilmesini, diğer yandan da varacağı nokta bakımından sonucunun beklenmesini gerektirdi. Bu sebeple Firavunun askerleri kan dökmeden halkın yanında yer aldıkları görüntüsü verdiler. Halbuki Suriye ordusundan daha güçlü ve ABD destekli bu işbirlikçi ordu çok daha büyük katliamlarla Firavun yönetimini korumaya teşebbüs edebilirdi. Ama o zaman sonucun nereye varacağı belli olmazdı. Bu sebeple batıcı Amerikancı ordu ve yargı bürokrasisini kullanarak yönlendirmek daha makul geldi.
 
Aynı orduyla daha baştan müdahale mümkünken bunu yapmayıp iktidara gelmesine fırsat verilen Mursi’nin emperyalistlerin çıkarları istikametinde uygulamalara zorlanması için çaba gösterdiler. Bu arada Mısır ve Tunus’daki gidişat netlik kazanana kadar diğer ülkelerdeki ayaklanmaları baskı altına aldılar, Suriye’de ise Esed’in katliamlarına göz yumdular. Şimdi ise, istedikleri yöne sevk edemeyince, arzu ettiklerini Mursi’ye yaptıramayınca Mısır’a müdahale edip istedikleri rejimi kurdurmak istiyorlar. Suriye’de ise, direnen onurlu Müslümanları Esed’in tüketmesi için katliamları seyretmeye devam ediyorlar. Müslümanlar kırılınca, güçsüzleşince ya da bu zulme dayanamayan halk sizin liberal laik demokrasilerinize razıyız deyince Esed’i bir günde devirip istedikleri rejimi kurmak isteyeceklerdir. Allah fırsat vermesin ve direnen Müslümanları muzaffer kılarak bu oyunlarını bozsun, tuzaklarını başlarına geçirsin inşallah. Ancak bölge Müslümanlarının da, daha uyanık olmaları, basiret ve ferasetle bu oyunları görüp, tevhidi istikameti koruyarak, bu oyunları bozarak, emperyal projeleri yırtarak ilerlemeleri gerekiyor.
 
Bütün bu proje, baskı ve yönlendirmelerle ulaşılmak istenen amaç, İslami adalet sisteminin Müslüman halkları yeniden kuşatır hale gelmesini ve tüm dünya insanlığını kurtaracak Kur’ani mesajın, vahye dayalı İslami hayat tarzının bir ülkede de olsa ümmetin pratiğinde uygulanarak dünya insanlığına sunulmasıyla uyanışa yol açarak kendi liberal-kapitalist demokratik sömürü düzenlerinin sonunu getirmesini engellemektir.
 
Görüldüğü üzere Müslümanlar, on yıllardır hak-batıl karışımına yol açan demokratikleşme eğilimleriyle, defalarca aynı delikten ısırılmaya devam etmektedirler. Müslümanlar bu basiretsizlikten artık kurtulmalıdırlar. Hepimiz Allah’ın vaat ettiği yardımını hak edecek tevhid eksenli tavizsiz ve uzlaşmasız bir İslami mücadeleye adanmalı ve O’nun yardımı geldiğinde de, Allah’ın izniyle bize hiçbir gücün galip gelemeyeceği bilinciyle hareket etmeliyiz. İslami bir toplumsal değişim yaşanmadan, toplum İslami adalet sistemiyle yönetilmeye müstahak hale gelmeden, yeterli hazırlık ve birikim yapılmadan, bütün halk kesimlerinin despotizme karşı ayaklanmasından İslami iktidar çıkarmak için acele etmemeliyiz.
 
Bu Vesileyle İslami Sorumluluklarımızı Bir Daha Hatırlamalıyız
 
Mü’minler olarak hiç unutmamız ve hiçbir maslahatla ertelememiz gereken büyük ve sürekli görevimiz, tebliğ, eğitim ve vahye şahidlik sorumluluklarımızı en iyi ölçülerde yerine getirip, tevhidi ilkelere sadakatle adaleti ikame mücadelesi vererek, bu uzun soluklu inşa edici çabalarla toplumun özündeki cahili kalıntılardan arınıp Kur’ani bir inkılapla değişim ve dönüşümüne vesile olmaktır. Ve bu büyük sorumluluğumuzu erteleyip ya da aksatıp, hazırlıksız, teşkilatsız ve güçsüz iken sistem içi değişimlerle kısa vadeli iktidar hedeflerine yönelme hatasını tekrarlamamaktır. Hele de şirk sistemlerinin kuşatması, küresel emperyalistlerin vesayeti altında ve emperyalist seküler modeller içinde, üstelik bu sapkın zihniyetin silahlı gücünün tahakkümünü bilerek iktidar olamayan ve Allah’ın hükmüyle hükmedemeyen hükümetler olmaya kalkışmamaktır.
 
Toplumu Kur’ani ölçülerle dönüştürüp inşa ederek iktidar olunduğunda ise, hem Cenab- ı Hak’kın yardımı ve desteği, hem de toplumsal değişim sonucu oluşmuş Müslüman toplumun yardım ve desteğiyle yaşanan inkılaba sahip çıkıp arkasında durması hali söz konusu olduğunda ise, her türlü şer güce karşı ayakta kalmak, direnmek ve inkılabı sürdürmek mümkün olabilecektir.
 
İnşallah bir musibet olan bu süreç Türkiye ve bölge Müslümanlarının top yekun uyanışına ve Hak ile batılı karıştırma alışkanlıklarından, batıl model ve kavramları geçici de olsa esas almaktan yada ödünç almaktan kurtulmalarına vesile olur. Özellikle ülkemizde kimi kazanımlar uğruna, sistem içi demokratikleşme süreçlerine meşruiyet kazandırmak amacıyla Allah’ın ayetlerini zorlayarak aşırı yorumlara meyledenler, “bugün batıl kavram ve modelleri tercih etmekten başka çaremiz yok” diyenler, batıl kavram ve modelleri ödünç alma zarureti iddiasıyla ortaya çıkıp “ehveni şer”i tercih etmenin meşruiyetini anlatmaya çalışanlar ve bu konuda kendilerini uyaran kardeşlerine haksızlık yapanlar, ortaya çıkan bu çarpıcı gerçek karşısında acaba ibret alıp mahcubiyet duyacaklar mıdır? Batıl müntesiplerinin kendi batıl kavram ve modellerinin ödünç alınmasına bile asla müsaade etmeyecekleri, hak ile batılın sentezinden bile tam razı olmayacakları, Rabbimizin ayetindeki ifadesiyle onların dinlerine girmedikçe asla Müslümanlardan razı olmayacakları bir daha apaçık ortaya çıkmıştır.
 
Türkiye Müslümanları olarak, ibadet bilinciyle ve imani bir sorumluluğumuzu yerine getirme azmiyle, Allah’a yakaran dualarımızla ve çok boyutlu yardımlarımızla Mısırlı Müslüman kardeşlerimizin yanında yer almalıyız. Rabbimiz onların yardımcıları olsun. Kardeşlerimizin ayaklarını bu zorlu süreçte sıratı müstakıminde sabit kılsın. Emperyalistlere ve yerli işbirlikçileri olan darbecilere ve yandaşlarına karşı Allah onları muzaffer kılsın. Ülkelerinde Hakkı ve adaleti ikame etmeyi ve adalet arayışı içindeki tüm dünya insanlığına şahidlik/örneklik yapacak bir adalet sistemini üretmeyi onlara nasip etsin.
YORUMLAR
  • Ersin   13-07-2013 15:17

    Ercan beyin son alıntıları ve Ş. Hüseyinoğlu’nun ilave alıntıları bile yazarın Mısır’daki İhvan yönetiminin ne konumda olduğunu açıkça ortaya koyduğu halde, aynı yazıdan bu hususu açıklığa kavuşturan bir alıntı da ben yapayım: “İnşallah bu büyük musibet, haksızlık ve zulüm, yeni bir uyanışın, gerçek bir inkılabın ve hakiki anlamda bir hayrın inşasının başlangıcı olur. Mursi’yi destekleyen kitlelerin onun doğru çağrısına uyup, meydanları doldurmayı ve tevhidi ilkelere sadakat gösteren bir direnişi sürdürmeleri halinde, bundan önceki aldatıcı, yanılgılarla dolu süreç yerine inşallah doğru istikamete yönelen yeni kapılar açılabilecek, yeni ve sahici umutlar yeşerebilecektir. Allah yolunda tevhid ve adalet eksenli mücadelede sabır, sebat ve fedakarlıklar sonucunda hak-batıl karışımı aldatıcı “devrimler” süreci sona erecek ve inşallah gerçek, sahici bir Kur’ani inkılap bundan sonra yaşanacaktır.” “Böylece inşallah yalancı şafak sökmesi olan “fecr-i kâzip”in aldatıcı, yanıltıcı ve yanlış yerde oyalayıcı griliğinden kurtulunacaktır. Sonuçta da inşallah cahiliye karanlığının, zulumatın bütün tonlarını yok eden güneşin aydınlığı gibi Kur’an’ın gerçek, kuşatıcı, arındırıp inşa edici Nuruna, hakiki aydınlığa “fecr-i sâdık”a kavuşulacaktır. Müslüman halklar Hablullah olan Kur’an’a topluca sarılıp tevhidi istikamette bir sosyal değişimi yaşayarak İslami adalet sistemini ve Allah’ın yardımını hak ettikleri zaman, bütün küresel kâfir güçler birleşseler de, Müslüman halkların kaderleri üzerinde söz sahibi olmalarını ve Allah’ın hükümlerini egemen kılarak adaleti ikame etmelerini önlemeye Allah’ın izniyle güçleri yetmeyecektir.” Üstelik ihvan’ın hükümet etmeye çalıştığı fakat engellendiği Mısırdaki yürürlükten kaldırılan anayasasında “İslam şeriatı hukukun, yasa yapmanın temel kaynağı, referansı olarak” ifade ediliyordu ve Mısır’daki darbecilerce son verilen “demokrasi” ihvan tarafından (yanlış yapıldığı, uzak durulması gereken gri ton, fecri kazip, aldatıcı ve oyalayıcı yalancı “devrim” olarak nitelenip yazıda da eleştirilen şekilde) sadece seçimle yönetimleri belirlemeye indirgenmişti. Erdoğan’ın laiklik teklifi de reddedilmişti. Buna rağmen yanlış olduğu ve bu gri tondan da uzaklaşarak tevhid eksenli bir inkılapla İslam’ın hakimiyetine yönelinmesi gerektiği yazıda anlatılmış bulunuyor. Peki bu kadar açıklık Ercan beye neden yetmemiştir. İlla yazıdan bütün bu alıntıları yaparak önüne bir daha koyulmasını neden zorlamıştır, kendisi neden görememiş ve belli bir önyargının penceresinden bakıp zanlarının hesabını başkasından sormakta neden direnmiştir? Üstelik kendinsin de, Ş.H. da benim de yaptığım alıntılar açıkça söz konusu yazıda yer aldığı halde o neden anlamak istememiştir? Bence bu halini de o sorgulayıp, belki yazardan helalık isteme ihtiyacı duyabilir.

  • Ş. Hüseyinoğlu   13-07-2013 08:52

    Ercan Bey, açıklamanın temel mesajlarından biri Mursi'nin o konumda olmaması gerektiği yönünde zaten. Mehmet abi Mısır'daki darbe sürecine tepki gösterirken Müslümanın nerede bulunması gerektiğini de ifade ediyor. Siz sanırım, "Madem ki Mursi'ye yapılan darbe eleştiriliyor, o halde Mursi'nin konumu meşru görülüyor" diye düşünüyorsunuz, ki bu doğru bir yaklaşım değildir. Şu paragraflar çok açık değil mi: "Görüldüğü üzere Müslümanlar, on yıllardır hak-batıl karışımına yol açan demokratikleşme eğilimleriyle, defalarca aynı delikten ısırılmaya devam etmektedirler. Müslümanlar bu basiretsizlikten artık kurtulmalıdırlar. Hepimiz Allah’ın vaat ettiği yardımını hak edecek tevhid eksenli tavizsiz ve uzlaşmasız bir İslami mücadeleye adanmalı ve O’nun yardımı geldiğinde de, Allah’ın izniyle bize hiçbir gücün galip gelemeyeceği bilinciyle hareket etmeliyiz. İslami bir toplumsal değişim yaşanmadan, toplum İslami adalet sistemiyle yönetilmeye müstahak hale gelmeden, yeterli hazırlık ve birikim yapılmadan, bütün halk kesimlerinin despotizme karşı ayaklanmasından İslami iktidar çıkarmak için acele etmemeliyiz." "İnşallah bir musibet olan bu süreç Türkiye ve bölge Müslümanlarının top yekun uyanışına ve Hak ile batılı karıştırma alışkanlıklarından, batıl model ve kavramları geçici de olsa esas almaktan yada ödünç almaktan kurtulmalarına vesile olur. Özellikle ülkemizde kimi kazanımlar uğruna, sistem içi demokratikleşme süreçlerine meşruiyet kazandırmak amacıyla Allah’ın ayetlerini zorlayarak aşırı yorumlara meyledenler, “bugün batıl kavram ve modelleri tercih etmekten başka çaremiz yok” diyenler, batıl kavram ve modelleri ödünç alma zarureti iddiasıyla ortaya çıkıp “ehveni şer”i tercih etmenin meşruiyetini anlatmaya çalışanlar ve bu konuda kendilerini uyaran kardeşlerine haksızlık yapanlar, ortaya çıkan bu çarpıcı gerçek karşısında acaba ibret alıp mahcubiyet duyacaklar mıdır? Batıl müntesiplerinin kendi batıl kavram ve modellerinin ödünç alınmasına bile asla müsaade etmeyecekleri, hak ile batılın sentezinden bile tam razı olmayacakları, Rabbimizin ayetindeki ifadesiyle onların dinlerine girmedikçe asla Müslümanlardan razı olmayacakları bir daha apaçık ortaya çıkmıştır."

  • ercan er   13-07-2013 06:21

    "Demokrasi Hevayı İlahlaştıran Şirk Sistemi Olarak Liberal ve Sol Programlara Açık, İslami Olana Kapalıdır" derken sayın Pamak mursiye akılmı veriyor,çık git ne işin var bu pis kulvardamı diyor? " Müslümanlar On yıllardır Isırıldıkları ve Oldukça Büyük Acılara Yol Açan Aynı Delikten Bir Daha Isırılmak Basiretsizliğinden Artık Kurtulmalıdırlar" son olarak mısırda ısırıldılar,asla bir daha bu duruma düşmeyin,Demokratik yolu terk edin diyormu demiyormu ? ve bakın ne kadar güzel ;" İslami bir toplumsal değişim yaşanmadan, toplum İslami adalet sistemiyle yönetilmeye müstahak hale gelmeden, yeterli hazırlık ve birikim yapılmadan, bütün halk kesimlerinin despotizme karşı ayaklanmasından İslami iktidar çıkarmak için acele etmemeliyiz." evet sayın pamak demokrasi ile olmaz diyor değilmi ?ben mi yanlış anladım.? " Bu Vesileyle İslami Sorumluluklarımızı Bir Daha Hatırlamalıyız Mü’minler olarak hiç unutmamız ve hiçbir maslahatla ertelememiz gereken büyük ve sürekli görevimiz, tebliğ, eğitim ve vahye şahidlik sorumluluklarımızı en iyi ölçülerde yerine getirip, tevhidi ilkelere sadakatle adaleti ikame mücadelesi vererek, bu uzun soluklu inşa edici çabalarla toplumun özündeki cahili kalıntılardan arınıp Kur’ani bir inkılapla değişim ve dönüşümüne vesile olmaktır. Ve bu büyük sorumluluğumuzu erteleyip ya da aksatıp, hazırlıksız, teşkilatsız ve güçsüz iken sistem içi değişimlerle kısa vadeli iktidar hedeflerine yönelme hatasını tekrarlamamaktır"dediğini de biliyorum,okuyorum"işte sayın pamak bunları anlatıyor diğerleri ile beraber. net olmayan tek şey mursinin demokratik hareketinin yanında mı karşısında mı olduğu ? seyfullah adlı yorumcu ?

  • Seyfullah   12-07-2013 12:42

    Yazıyı okuyup da altına gelince erc. yorumcunun yazdıklarıyla şok oldum. kardeşim yazı bütünlük içinde değerlendirilip, başı ortası sonu koparılmazsa söylemeye çalıştığınız her konu açıklanmış. Ayrıca bilahare bir çok arkadaş ta size gerekli ve yeterli cevabı aşağıdaki yorumlarında tekraren vermişler. Hala neden anlamıyor ve kırık plak gibi takılmış aynı yerde dönüyorsunuz? Bu mübarek Ramazan gününde yakışıyor mu, böyle bir tutum. Rabbimiz size de bizlere de Ramazan ayında arınmayı ve hayat boyu günahlardan uzak durma cehdi içinde olmayı nasip etsin.

  • erc   10-07-2013 08:24

    sayın songür e. Sn,Songür, eleştiri ye yazının sonundan başlamanızıda yakıştıramadım. ben sayın Pamak ın doğrusunuda teslim etmişken, Müslümanların ısırıldığı delik o kadar çoğaldıki bunlar saymakla bitecek gibi değil,bunu sizde bilirsiniz. Ayrıca neden yazı sahibi yerine siz cevapladınız bunuda anlamakta zorlandığımı bilmenizi isterim. Ben değil mısır tüm dünya müslümanlarının yanında olmalıyız derim,ve tüm beşeri sistemlerinde karşısında olmamızı söylediğim gibi.. Şirkin çeşidi putunun adı ne olursa olsun bunları reddetmek bir müslümanın olmazsa olmaz vazifelerindendir,iman itikad sorumluluğudur.sanırım sizde aynı kanaattesinizdir. Bütün bunlarla beraber kim ki şirk sistemlerinin usul ve metodolojisi ile hemhal oluyorsa bilsinlerki allah onlara yardım etmeyecektir.etmeyeceğide kuranın bir çok ayatinde sarahaten anlatılmaktadır. İhvanın çizgisini bilmiyor olsam söyleyeceğim söz olmazdı,lakin demokratik yapılanmaları ile bizdeki partilerden çok farkının kalmadığı da bir realitedir. Mazlum durumu onların bu yoldan vaz geçtiklerini değil daha ılımlı bir geleceğe hazırlamak maksadı ile yapılan bir opreasyon olduğu gerçeğini daha da netleştirmektedir. ---------------- eğer 4 maddede ifade ettiğiniz gibiler ise.Bunun altını çizin bir yerede not edin bir daha asla ve kat'a iktidar yüzü göremeyeceklerdir. ---------- ve bende buna imza değil kalıbımı basacağımdır. ne mısırda nede türkiyede sonucu belli olmayan seçim yapılmaz.eğer sonucu rejimin istemediği şekilde ilerliyorsa bunada birşekilde mani olurlar.ve müslümanların enerjileride bir anda yok olur gider .öylede olmamışmıdır ?Bizleri bu masallarla 60 yıldır oyalamadılarmı ?hemde en iyi müslümanlarca (!) sanırım yaşınız bunları görmenize yeterlidir. Müslümanların suriyedeki durmumuna benzeyecek sahnelerin çıkışı varlığı onların hak lı olmasına rağmen tercih ettikleri yolun haksızlığı onların bu haklılığınıda sıfırlamaktadır.sayın songür. Ve tekrar rica ediyorum makalenin ilk parağrafını yeniden okuyun başı ile sonu tezat oluşturmaktadır.ve bende ilk parağraf ağırlıklı tenkide baş vurdum.nasılmı ? parağrafın son bölümü ile ilk bölümündeki paradoksa atıfta bulunarak.sanırım dikkatli okuyucu değilsiniz. toplayın bakın ilk yorumda benim yazım ne kadardır.?sayın pamak ın yazılarının kaçta kaçıdır.anlayamadığım bir savunma reflesi ile cevap yazmışınız,tabiiki sebebini bilemem..

  • Emrullah AYAN   09-07-2013 14:15

    Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'inde "İnsanlar, 'inandık' demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler?"(Ankebut:2) diye buyurur. Mısırlı alim,merhum Seyyid Kutub da bela ve imtihanın gerekli ve kaçınılmaz olduğu tesbitini bu ve benzeri ayetlere binaen yapmıştır. Evet, bela ve imtihan gereklidir. zira kim tam inanmış kim kıyısından inanmış, kim safını belirlemiş kim belirlememiş bunların ortaya çıkması açısından imtihan gereklidir. Mısırlı,Suriyeli, Filistinli,Iraklı, Afganistanlı,Arakanlı,Doğu Türkistanlı elhasılı yeryüzünde kanları ve gözyaşları akıtılarak, öldürülerek imtihandan geçirilen kardeşlerimizin yanı sıra bütün dünya Müslümanları da imtihan edilmektedirler. Mehmet ağabey de her zamanki gibi Müslümanların da Müslüman olmayanların da içine düştükleri açmazları gayet net bir dille, eveleyip- gevelemeden ortaya koymuş. Anlayıp ibret alana çok mesaj var. Allah kendisinden razı olsun.

  • Muradi   08-07-2013 23:32

    Kemal beyin sitemine karşılık sevinme kavramını müslümanların cahili bir rejimin yüksek! makamları tarafından dönüştürülme riskinin ortadan kalkması anlamında kullandığımı belirtmem gerekir. Yapılan seçimlerle İslami olmayan rejimlere müslümanların olumlu anlamda ne kadar etkide bulunabilecekleri üzerinde düşünmek gerekir. Toplumsal değişim olmadan ve demokrasi gibi kavram ve araçlarla müslümanlar nereye gidebilirler. Türkiye,Cezayir ve Filistin örnekleri önümüzdedir. Mısırda ihvanın devam edebilecek iktidarında rejim mi ihvanı teslim alır yoksa ihvan mı rejimi teslim alabilir gibi konularda bence ağırlık küresel bağlantılarıyla beraber rejimden yana görünüyor. Bu tür yorumları uzlaşmacılığın müslümanları felaha eriştirmeyeceği gerçeğini göz önünde bulundurarak da okumak mümkündür.

  • ercan   08-07-2013 15:33

    EDİTÖRÜN NOTU: Sayın okurumuz, yorumunuzdaki "kraldan çok kralcı" gibi ifadeler sebebiyle malesef yorumunuzu onaylayamıyoruz. Yorumunuzu bu tür ifadeler kullanmadan tekrar gönderirseniz yayınlanacaktır.

  • Selim   08-07-2013 12:28

    M. Pamak'ın yazılarından alıntılar yaptım belki anlamaya katkısı olur diye... "Dünya halkları kaderleri üzerinde söz sahibi olmalıdırlar “Tevhidi imana sahip mü’minler olarak bizler, bütün dünya halklarının, özelde de İslam coğrafyası denilen bölgede yaşayan halkların, kendi kaderleri üzerinde söz sahibi olmalarını ve Allah’ın sosyal değişim yasasının işleyişine hiçbir zorba tağuti gücün engel olmamasını isteriz. Sonuçta halkların/toplumların despotizme karşı adalet ve özgürlük eksenli ayaklanması, her halükarda bir fıtri erdemlilik ve görece olumluluk olarak desteklenmeyi hak etmektedir "Sonuçta, halk neye layıksa Allah o sistemi taktir edecek ve bu halk onunla yönetilecektir. Bu bağlamda biz Müslümanlar, bunca zulmü çeken bu halkların, gayrimüslimler de dahil herkese ve hepsinin Rabbi yaratıcısı olan Allah’ın hükümleriyle, İslam’ın sahici ve bütüncül adaletiyle hükmedecek sistemi ve yönetimleri inşa etmelerini tavsiye ederiz. Yani kendimiz için istediğimizi onlar içinde isteriz." Ancak toplumlar, İslam’ın sahici ve bütüncül adalet sistemine değil de, beşeri sistemler içinde görece olumlu olan demokratik sisteme, yani zulümatın gri tonlarına, tağuti sistemlerin görece özgürlükçü olanına layıksalar, o zaman da o sistemle yönetileceklerdir. Bu durumda bile darbeciler şiddet ve silah kullanarak halkların iradelerine ipotek koymak suretiyle, Allah’ın sosyal ve siyasi alandaki değişim için Rad 11. Ayette vazettiği yasasının işleyişine engel oluşturmaya kalktıklarında, Müslümanlara bu zulme de karşı çıkıp mazlumların yanında yer almaları İslami ve insani sorumluluklarıdır. Çünkü Müslümanların, insanların imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirmelerine şiddet kullanarak müdahale edip zorbalıkla dayatmalar yapanlara karşı çıkmaları ve Allah’ın tüm kullarına adaletle muamele edilmesini gündemleştirmeleri adil şahidlik sorumluluklarının gereğidir.” “Toplumlara layık oldukları sistemleri takdir eden Allah’ın sosyal yasasının (Râd Suresi – 11) insanlık tarihi boyunca değişmeden işlediği ve toplumsal, sosyal ve siyasal değişimin iki boyutta geliştiği görülür. Birincisi, mevcut sistemin temel ilke ve kurallarını koruyarak, görece bir özgürleşmeyi, mevcut zulmün, baskı ve yasakların nispi olarak da olsa geriletilmesi suretiyle halka biraz daha nefes aldıracak görece bir iyileştirmeyi hedefleyen, sistem içi bir değişimdir. Bu tür değişim de yine, Allah’ın sosyal yasası gereğince işlemekle beraber, sonuçta Kur’an’ın zulümat (karanlıklar) olarak nitelendirdiği Batıl sistem içinde, karanlıkların en koyu tonlarından daha gri tonlarına geçişi ifade eden, zulümat içi bir değişimdir. Ancak zorba oligarşiler, Allah’ın bu toplumsal değişim yasasını engellemek üzere birçok provokasyonlar, baskılar, darbeler yaparak, yargıyı kırbaç gibi kullanarak, çeteleri harekete geçirerek, şiddeti kullanarak toplumun iradesinin özgürce tecellisini, halkın özgürleşmesini ve Kemalizmin kuşatmasından kurtulmasını engellemeye çalışıyorlar." İşte biz, toplumların, halkların özgür olmasını isterken, Allah’ın bu yasası gereğince kendi kaderleri üzerinde söz sahibi olmalarını istemiş oluyoruz. Toplum dilerse İslamı seçer, dilerse başka bir inanç ya da ideolojiyi seçer ve karşılığına da katlanır. Ama halklar, bir dayatma, kuşatma, baskı, darbe, silah ve şiddet olmaksızın özgürce tercihlerini yapabilmelidirler. Neye müstahak olurlarsa onunla yönetilecekler, kimsenin bir şey demeye hakkı olmaz, herkes ve her toplum dünyadaki tercihlerinin hesabını da Allah’a verecektir. Biz işte, fertlerin ve toplumların iradelerine ipotek koyup, özgür iradeleriyle tercih yapmalarını engelleyen ve onlara din ya da ideoloji dayatan bu zorbalığın kalkmasını ve halkların kendi kaderleri üzerinde özgürce belirleyici olmasını istiyoruz.” “Toplumsal değişimin ikinci boyutu ise, zulumatın tüm kulvarlarını reddedip, tam anlamıyla cahiliyeden/karanlıklardan arınıp, Nura/aydınlığa sıçramayı hedefleyen köklü İslami değişimdir. Ve bu, biz Müslümanların sürekli takip etmemiz ve hiçbir maslahat ve hesapla terk etmeden yoğunlaşmamız gereken yolumuzdur. Eğer toplum, vahyin şahidliğini üstlenen Mü’minlerin yapacakları tevhidi davet ve eğitimle özündekini tevhidi istikamette, zulumattan nur’a doğru değiştirirse (Bakara Suresi, 257.), ki biz mü’minlerin takip etmemiz gereken yöntemi ortaya koyan ve Allah’ın razı olduğu sahici ve köklü değişim budur, işte ancak bu köklü değişim sonucunda Kemalizm’in koyu karanlığının yerine, Kur’an’ın Nur diye adlandırdığı İslam’ın aydınlık adalet sistemi gelecek ve Allah’ın izniyle hiçbir güç de bunu engelleyemeyecektir.” “Biz Müslümanlar, yaratılış amacımız olan kulluk sorumluluğumuzun gereği olarak, İslami kimlik ve ilkelerden ve uzun soluklu tevhidi değişim mücadelemizden taviz vermeyen yürüyüşümüzü ısrarla sürdürürken, İslami sistem kurulana kadar, şirk sistemi devam etse de mevcut zulmünü geriletecek, görece bir adalet ve özgürlük vasatının sağlanması anlamında sistem içi değişimleri de, Allah’ın kullarının kendilerini özgürce gerçekleştirmelerine yönelik görece bir olumluluk olarak değerlendirebiliriz. Şirk sistemlerinin insanlara zulmetmemelerini, “tabii hukuk” adı altında da olsa, Allah’ın kullarına lütfettiği haklarını ihlal etmemelerini talep edebilir, bu bağlamda zulmün ve adaletsizliğin geriletilmesi çalışmalarını teşvik edebiliriz. Hatta bu bizim için, zulme ve ifsada karşı özgürlük ve adalet mücadelesi bağlamında bir sorumluluktur. İşte bu sebeple biz bu büyük sorumluluğumuz gereğince hangi din ya da ideolojinin, hangi kavmi kimliğin müntesibi olursa olsun, Allah’ın bütün kullarının adaletle muamele görmesini, Allah’ın tanıdığı bütün hakları ve özgürlükleri serbestçe kullanmalarını savunmalıyız. Resmi ideolojinin ve darbelerin bütün mağdurlarının haklarının ayrımsız savunucusu olmalıyız.”

  • Kemal Songür   08-07-2013 09:56

    Sn Ercan, makaleden bu istihzalı ''Ama sayın pamak bildiğim kadarı ile Akp li de değil..tayyipçide değil.'' tereddüdüne nasıl vardınız hayret!! Mehmet ağabey demokrasinin hem teorideki hem pratikteki tanımını ve yansımasını ifadelendirdikten sonra MÜSLÜMANLARIN ısırıldıkları deliğe atıf yaparak tavsiyelerde bulunmuş, Mısırlı müslümanların bu gerçekleri görmelerine yönelik dualarda bulunarak her türlü (davetin/yardımlaşmanın) katkının yapılması gerektiğini söylemiş ve hayırlarla karşılaşmaları yönünde Mısır'lı müslümanların yanlarındayız demiştir. 1- Laik/sekülerist zihinler ürettikleri demokrasinin teorisine dahi sadakat göster(e)meyecek kadar İslama hasımdırlar, tıpkı insan hakları/özgürlük palavralarında olduğu gibi. 2- Müslüman zihinlerin bu gerçeği gözardı ederek demokrasiyi salt seçime indirgemeleri ve bu yüklemeyle değerlerinin yönetime taşınabileceği sanısı/yanılgısı söz konusudur, fakat bu vahim yanılgıyı bütünüyle ihanetle, islamı bütünüyle gözardı eden demokrasiyi ilahlaştırmayla tanımlamak ve buradan hareketle özelde Mısırda genelde bütün ümmet coğrafyasında demokrasiyi seçime indirgeyerek kullanılabilir araç zümresinden gören müslümanları karşıtları olan seküler/batıcı İslam düşmanlarıyla benzeştirmek ya da aynı kefeye koymak insafsızlıktır, adaletsizliktir. 3- Müslümanlara ve değerlerine hasım olan darbecilerle, onları destekleyen Tahrir çapulcularıyla ve hamileri olan bölgesel/küresel müstekbirlerle Adaviye'de toplanan müslüman halkı aynileştirmek, salt demokrasi söylemlerinden dolayı 'adeta' aynı kefeye koyarak 'zımnen' ''canları cehenneme/müstahaktırlar'' demeye gelebilecek yaklaşımları şiddetle reddediyorum. 4- İslamın hiçbir görünümüne tahammül etmeyen dikdatörler/darbeciler/şerefsizler gruhunun zulümlerine, zindanlarına, sürgünlerine, katliamlarına maruz kalarak nice bedeller ödeyen İhvan'ı ve şimdilerde de tekrarlanan vahşetlere maruz bırakılan müslüman ahaliyi salt ''lanet olası demokrasi'' söylemini seçime indirgeyerek (laisizmi hem söylemleriyle hem de pratikleriyle-hayatlarıyla reddettikleri ortadadır) kullanmalarından dolayı karşılaştıkları duruma üzülmemeyi hem islami hem insani/vicdani bulmuyorum. 5- Darbecilerin ilk yaptığı iş Refah'ı süresiz kapatmaktır, ikinci işi lanetli Esed'e selam çakmaktır, üçüncüsü başta İsrail'i ve gölgesinde olan kan emicileri sevindirmektir. 6- Lanetlemelerimiz İslama hasım olan dikdatörlere, zalimlere, darbecilere, çok yüzlü sekülerleredir, dualarımız seçime de indirgense ümmetin baş belası olan demokrasi ve beşeri üretimlerden yararlanma yanılgısına düşen ve bu yanılgılarından ivedilikle uzaklaşmalarını beklediğimiz/umduğumuz müslüman ahaliyedir. Sn Muradi, ''Bu tür darbeci oyunlar müslümanları daha bir sisteme entegre edebilmek için de yöntem olarak kullanılır. Türkiye örneğinden bunu anlamak mümkündür.'' diyerek işi yine onulmaz komplolara havale etmektesiniz ve ayrıca yaşananlara yönelik ''sevinmek mi üzülmek mi lazımdır'' demenizi de vicdani bulmuyorum, daha bu sabah namazdayken müslümanların üzerine ateş açılmış ve 52 müslüman katledilmiştir, daha ne söyleyeyim...

  • Muradi   07-07-2013 23:31

    Müslümanların kendi inançlarına göre oluşturmadıkları bir sistemde iktidarcılık oyunu oynamaya çalışmaları hüsranla sonuçlanacaktır. Mursinin demokratik değerler için ölmeye hazırım gibi demeçleri eğer doğruysa İhvan için tam bir fecaattir. Arap ülkelerindeki müslümanların ikide bir AKP'ye özenti duyduklarını açıklamaları zaten demokrasi konusunda kafalarının çok da net olmadığın gösteriyordu. Cahiliyye düzeninde iktidara! gelmiş bir müslümanın bu düzen sahipleri tarafından bir süre sonra beğenilmeyip indirilmesine sevinmek mi üzülmek mi lazımdır. Bu tür darbeci oyunlar müslümanları daha bir sisteme entegre edebilmek için de yöntem olarak kullanılır. Türkiye örneğinden bunu anlamak mümkündür. Onun için müslümanlar hangi ülkede olurlarsa olsunlar herhangi bir kişinin değil İslamın iktidarı için taraf olmalılar diye düşünüyorum.

  • Ersin   07-07-2013 22:35

    sayın Ercan 'hak ve halk düşmanı darbeciler' ifadesinden kast edilenin çok açık olmasına rağmen ve metnin bütünlüğünden de başka bir anlam çıkarmak mümkün olmamasına rağmen nasıl bahsettiğiniz sonuca vardığınızı anlamak zor. açık ki 'HAK' dan İslam 'HALK'tanda islama göre yönetilmek isteyen müslüman halkın kastedildiği anlaşılmaktadır belli ki liberaller solcular demokratlar darbecilerin safında yer almış hevasını ilah edinmiş tüm bu kesimler islama ve müslümanlara saldırıya geçmişlerdir sonra, yine acık ki ihvan ile AKP arasında büyük bir fark vardır oda birisi islaman şeriatını isterken diğeri laikliği önermiştir üstelik Erdoğan'ın laiklik önerisi ihvandan tepki görmüştür ihvanın hatası ise demokrasiyi secime indirgeyerek kullanmak istemesidir bu konuda zaten metnin içinde eleştiri ve uyarı konusu yapılmıstır. selametle...

  • Ali   07-07-2013 22:11

    Bazıları bakışı zağaflı olunca anlamak istemese de bence son derece tutarlı bir metin. Bu yorum sebebiyle bir daha okudum her hangi bir çelişki bulamadım.Üstelik ercan isimli yorumcunun eksiklik var dediği konuları bile cevaplayan , yani bu tür yanlış anlama ihtimallerini bile daha bastan hesap edip cevaplarını metnin içine önceden yerleştiren ferasetli bir yaklsım gördüm tabi ki ön yargısız bicimde ve anlamak için okuyanlara... bu konuda daha ilk günden Kemal Songür beyin de tespit ettiği gibi önemli; kuşatıcı ve temel tevhidi ilkelerden taviz vermeden yapılmış bir acıklama. üstelik bir yandan zor durumdaki mısırlı müslAllah kabul etsin...ümanların hukuku adalet ve merhametle savunulurken diğer taraftan ilkelerden de taviz verilmeden gerekli uyarı ve nasihatleri yapmakta ihmal edilmemiş.

  • ercan    07-07-2013 18:52

    ""Pamak, demokrasinin halk iradesinin egemenliği iddiasının da acıkınca yedikleri ve sadece aldatmacadan ibaret bir put olduğuna dikkat çekti."""Bu idare mısırda,ırakta sudanda cezayirde türkiyede olsun Fark edermi ? "Halk iradesine kast eden ve kendi hevalarını dayatan, Hak ve halk düşmanı darbeciler, hayvandan aşağı mahluklardır” diyen Pamak,"" Acaba diyorum sayın pamak demokrasiyi "hak" olarak mı görüyor?Ve halk iradesi demokratik yolu seçmiş olduğu için acaba bu yolu farkında olmadan görmezlikten mi ? geliyor ? Ve yine sayın Pamak," Demokrasi Hevayı İlahlaştıran Şirk Sistemi Olarak Liberal ve Sol Programlara Açık, İslami Olana Kapalıdır,diyor.. Demokrasi, teoride yasa yapma, yönetme ve yargılamada halkın iradesi üzerinde ilahi otorite dâhil hiçbir otorite kabul etmeyen, pratikte ise halkın iradesinin ilahlığını bile sağlayamayıp, bürokratik ya da büyük sermaye oligarşilerinin ilahlığına dönüşen modern cahiliye sisteminin adıdır." diyorken paradoksa düştüğünün farkında değilmi ?mursi demokrasi için gelmiş,getirilmiş idi,ne kadar çabuk unutuldu?..darbe yapıldığı içinmi ? temize çıkmış oldu ? "" ve yine pamak" İslam’ı (siyasi, ekonomik, hukuki) kamu alanından dışlayıp bireysel ibadetlere indirgemeden, yani bu alanlarda hevayı ilah edinen demokrasiye tam bir teslimiyetle teslim olmadan, Müslüman’ın siyaset yapmasına, iktidar olmasına asla müsaade etmezler, tesadüfen olduğunda ise hemen devirirler." derken çok ta haksız değil... Ve geleneksel islamcılıkları ile seyit Kutup,Hasan el benna çizgisinden sapan ihvan ı farkında olmadan desteklemiyormu? Onlar ki R.T erdoğan gibi bir lider istemekte sakınca görmüyorlar (!) Ama sayın pamak bildiğim kadarı ile Akp li de değil..tayyipçide değil..Bir yerlerde es geçilen noktalar var gibi?

  • Kemal Songür   06-07-2013 12:44

    Makalenin başlığı ''başlı başına'' muhteşem bir özet mesabesindedir. Hasımlığı zalimlere, şerefsizlere yönelten ve hısımlığı da müslümanlara yönelterek merhamet diliyle ve eğip bükmeden tespitlerde-tavsiyelerde bulunulan okunası bir makale. Makale; demokrasinin varoluşsal kalkış noktasının ilahi olanı tümüyle yok saydığını, hegonomik zihinlerin kullandıkları bir araç olduğunu, bu aracın gelinen noktada halkları en ikna edici bir yönem görülerek zulümlerine kılıf olarak kullanıldığını, hevaların ürettiği putun acıkınca kolaylıkla üretenler tarafından yenilebileceğini, insani değerlerin ve tercihlerin müstekbirler tarafından asla dikkate alınmayacağını, demokrasi/insan hakları gibi söylemlerin halkların önüne atılmış bir kemik mesabesinde olduğunu, müstekbir-tağut-zalim ve aşağılık mahluklar için yegane yüce değerin kendi hevaları, hazları, çıkarları, çarkları olduğu gerçeğini anlatmaktadır. Paradigmalarını ilahi olanı tümüyle yok sayma üzerine inşa eden demokrasi ve diğer beşeri ideolojiler hiçbir şartta ve zeminde vahyin gölgesinde hayatı okuyan müslümanlardan razı olmayacaklar ve her şartta ve zeminde hasım olarak göreceklerdir. Mehmet ağabey, makalesinde bu yaklaşıma vurgu yaparak müslümanların hep aynı deliklerden ısırılmasına yönelik üzüntülerini dile getirmekte, şuan gündemin konusu olan Mısırlı müslümanlar üzerinden bütün bir ümmet coğrafyasına seslenmektedir. Bu sesleniş; kelimelere akseden olanca kuşatıcılığıyla, merhametiyle, uyarıcılığıyla ve içinde tavsiyeleri de barındıran bir feryattır. Bu feryatta kardeşliğin sancıları vardır, bu feryatta hakikate gölge düşürmeyen ve empatiyi bütünüyle sürgün etmeyen bir netlik/bir dik duruş vardır. Yüreğine, kalemine, zihnine sağlık Mehmet ağabey.