26-02-2011 22:40

Pamak: Zulmün panzehiri İslami adalet sistemidir

Basiret Dergisi Bağcılar Temsilciliği’nin düzenlediği `İslam Dünyasındaki Son Gelişmeler ve Müslümanların Tutumu` konulu konferansta konuşan Mehmet Pamak, Müslüman halkların laik diktatörlerin zulmünden kaçarken başka bir tuğyan çeşidi olan laik demokrasi zulmüne razı olmaması gerektiğini söyledi.

Pamak: Zulmün panzehiri İslami adalet sistemidir

İslam ve Hayat

Basiret Dergisi Bağcılar Temsilciliği’nin düzenlediği "İslam Dünyasındaki Son Gelişmeler ve Müslümanların Tutumu" konulu konferansta konuşan Mehmet Pamak, Müslüman halkların laik diktatörlerin zulmünden kaçarken başka bir tuğyan çeşidi olan laik demokrasi zulmüne razı olmaması gerektiğini söyledi. Pamak, zulmün panzehirinin başka bir zulüm değil, ancak İslami adalet sistemi olduğunu ifade etti.

Tunus, Mısır gibi ülkelerde diktatörlere karşı başlatılan halk ayaklanmalarının olumlu gelişmeler olduğunu kaydeden Pamak, bununla birlikte söz konusu ülkelerdeki Müslüman öncülerin Türkiye’deki AKP modelini benimsediklerine dair açıklamalarda bulunduklarını, bunun da Türkiye’de başlayan ılımlı laiklik - ılımlı İslam sentezinin tüm bölgeyi etkisi atlana almaya başladığının göstergesi olduğunu ifade etti.

Türkiye’de olduğu gibi diktatörlere karşı ayaklanmaların yaşandığı ülkelerde de Müslümanlar arasında giderek Batılı sosyal ve siyasal değer yargılarının içselleştirilmekte olduğunu belirten Pamak, demokrasi konusunda yaşanan kafa karışıklıklarının bu durumun acı örneklerinden olduğunu hatırlattı.

Pamak şöyle konuştu: “Kesinlikle ve hiçbir şekliyle nötr bir kavram olmayan, felsefi ve ideolojik temeli olan demokrasi çeşitli tevillerle benimsenmekte ve "İslami demokrasi" gibi muhal bağdaştırmalara kalkışılmaktadır. Oysa demokrasi ne felsefi biçimiyle ne de teknik yönetim biçimiyle İslam’la bağdaştırılabilir. Demokrasi ile İslami şûra sistemi arasında çok temel farklar bulunmaktadır. Her şeyden önce bir Müslümanın, velayet konusunda Kur’ani öğretinin dışına çıkması mümkün müdür? Abdulkadir Udeh’in “İslam ve Siyasi Durumumuz” adlı kitabında İslami şûra ile demokrasi arasındaki farklar maddeler halinde anlatılmaktadır. maddelerce açıklamıştır. Medine vesikası imzalandığında Medine’de 4 bin 500 müşrik, aynı sayılarda Yahudi ve bunlara karşılık sadece bin 500 Müslüman vardı. Böyle olmasına rağmen Müslümanlar hakim taraf durumundaydılar. Vesikada "Taraflar arasında herhangi bir ihtilaf olursa, bu ihtilaf Allah ve Rasulüne götürülür" diye yazıyordu. Bunun neresi demokrasi? Demokrasi hiçbir şekilde İslam’a uygun değildir.”

Allah’ın dininin hakim olduğu bir sistemde tüm insanların doğal haklarına sahip olacaklarını hatırlatan Pamak, Müslümanların bâtıl sistemlerin cazibesine kapılmak yerine, insanlığın yegâne kurtuluş reçetesi olan İslam’ı dünyanın gündemine taşımaya çalışması gerektiğini kaydetti.

Pamak, şunları ekledi:

“Biz Müslümanlar, despotizme karşı ayaklanan mazlumlar Müslüman olmasalar da, despotizme karşı onların Allah tarafından lütfedilen temel hak ve özgürlüklerinin savunucusu olmak ve onların adalet ve özgürlük arayışlarını görece olumluluk olarak görüp, despotizmin yıkılmasına İslami ölçüler içinde katkı sunmakla mükellefiz. Allah’ın sosyal, siyasal dönüşüm yasasının, baskı ve zorbalıkla engellenmeden, doğal ortamda, fıtri niteliklerin özgürce kullanılmasıyla işlemesi sonucu, toplumların kaderleri üzerinde söz sahibi olmalarının ve layık oldukları sisteme ulaşmalarının önünün açık olmasını isteriz. Ancak, bölgenin bütün halkları bilmeli ki, emperyalizm bölgedeki çıkarlarını sürekli kılmak adına, despot işbirlikçilerini feda edip, yeni projelerle aldatma çabası içine girecekler ve erdemli bir tavırla ayaklanan kitleleri yine kendilerinin razı olacakları sistemlere doğru yönlendirmek için ellerinden geleni yapacaklardır.

Bu tür bir yönlendirmeye açık eğilimler, yanılgıyla da olsa, bir süredir kimi bölge Müslümanlarını kendiliğinden etkisi altına almış bulunmaktadır. Bölgenin kimi öncü “Müslüman şahsiyetleri” tevil etmeye bile gerek görmeden, açıkça “Ilımlı İslam”ı temsil ettiklerini söyleyebilmektedirler. İslam şeriatına dayalı, Allah’ın hükmüyle hükmeden bir adalet ve hukuk sisteminden yana olduklarını söyleyemiyor. Hz. Peygamber’in (s), bugünle mukayese bile edilemeyecek kadar zor şartlarda, hak-batıl karışımı “çoğulcu siyasi ortak yönetim” zemininde devlet başkanı olma tekliflerini reddetmesine rağmen, Türkiye’nin “İslamcıları” ve bölgenin kimi öncü Müslümanları, aynı ilkeli ve ihlaslı duruşu maalesef ortaya kayamıyorlar.

Resulllah’ın (s) şartlarına nazaran görece daha az olan zorlukları bahane ederek, hep birlikte Türkiye’de oluşturulan “laik – liberal – muhafazakâr– demokrasi” modelini benimseyip, yücelterek, meşrulaştırarak yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. 

Sonuçta despotizme karşı mazlumların yanında yer almak mükellefiyetimiz olmakla beraber, zulüm ve sömürüden sahici anlamda kurtularak, dünyada gerçek adalete ulaşmanın ve ahrette kurtuluşa ermenin, ancak bütün insanların Rabbi olan Allah’ın hükümlerinin hakimiyetiyle mümkün olduğunu, mazlum Müslüman halklara bir daha hatırlatmalıyız. Mazlum halklar, dünyada izzeti, onurlu bir hayatı, sömürüden, zulümden, adaletsizlikten arınmış adil bir yönetimle yönetilmeyi ve ahrette kurtuluşu istiyorlarsa, tevhidi adalet sistemini talep edip egemen kılmaya çalışmaktan başka yol olmadığını bilmelidirler. Bu sebeple de insanlara hayırlı ve merhametli olmak sorumluluğunu taşıyan biz Müslümanlar, karanlıklardan (zulümattan) aydınlığa ve adalete ulaştıracak tek kurtarıcı mesajı her şart altında gündeme getirerek, mazlum halkların zulümatın gri tonlarında oyalanmamaları ve bir zulüm sisteminden bir başkasına savrulmamaları için uyarı görevimizi yerine getirmeliyiz.

Bütün insanların yaratıcısı, sahibi olan Rabbimiz, kullarının bu imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirecekleri adalet vasatına kavuşturulmasını, temel haklarının en sağlam biçimde güvence altına alındığı İslami adalet sistemini kurmayı ve bu sistemde insanlara adaletle muamele etmeyi emretmiş bulunmaktadır. Bu vesileyle, bir daha hatırlatmalıyız ki, Müslim, gayrimüslim bütün insanlar, en mütekamil haklara, ancak kendilerini yaratmış ve bu dünyaya imtihan için göndermiş bulunan Allah’ın hükümlerinin hakim olduğu sistemde kavuşabilirler. Müslüman olmayanlar dahi, İslami bir sistemde sahip olacakları, insan onurunun güvencesi mahiyetindeki temel hak ve özgürlüklere, kesinlikle laik demokratik sistemlerin en iyi işleyeninde bile sahip olamamışlardır, olamazlar. Tarih buna şahittir.”

Konferans, soru-cevap bölümüyle sona erdi.

YORUMLAR
  • işte tevhid   02-03-2011 00:38

    MEDİNE VESİKASINI DEMOKRASİYE BENZETENLERE ÇÇÇOOKKKK ÇOK GÜZEL BİR CEVAP... Pamak şöyle konuştu: “Kesinlikle ve hiçbir şekliyle nötr bir kavram olmayan, felsefi ve ideolojik temeli olan demokrasi çeşitli tevillerle benimsenmekte ve "İslami demokrasi" gibi muhal bağdaştırmalara kalkışılmaktadır. Oysa demokrasi ne felsefi biçimiyle ne de teknik yönetim biçimiyle İslam’la bağdaştırılabilir. Demokrasi ile İslami şûra sistemi arasında çok temel farklar bulunmaktadır. Her şeyden önce bir Müslümanın, velayet konusunda Kur’ani öğretinin dışına çıkması mümkün müdür? Abdulkadir Udeh’in “İslam ve Siyasi Durumumuz” adlı kitabında İslami şûra ile demokrasi arasındaki farklar maddeler halinde anlatılmaktadır. maddelerce açıklamıştır. Medine vesikası imzalandığında Medine’de 4 bin 500 müşrik, aynı sayılarda Yahudi ve bunlara karşılık sadece bin 500 Müslüman vardı. Böyle olmasına rağmen Müslümanlar hakim taraf durumundaydılar. Vesikada "Taraflar arasında herhangi bir ihtilaf olursa, bu ihtilaf Allah ve Rasulüne götürülür" diye yazıyordu. Bunun neresi demokrasi? Demokrasi hiçbir şekilde İslam’a uygun değildir.” DEMOKRASİDE SON SÖZÜ BEŞER SÖYLER, MEDİNE VESİKASINDA SON SÖZÜ ALLAH VE RESULU SÖYLÜYOR.

  • Abdullah Furkan   28-02-2011 17:15

    Ali Uzunun "Tevhid ve İslami olarak söze başlıyor ve insanlığı diktatörlüğe mahkum ediyorsunuz" sözü çok ağır. Yıkılan diktatörlüklere ve yerine inşa edilecek Liberal-Demokrat anlayışlara karşı çıkılmakta. Ömrünü yeryüzünde zulüm sistemlerinin yıkılması için harcayan peygamberlerin sünnetini takip edenlere karşı ağır bir ithamda bulunmayın. Bugün ümmet ortaya çıkmış, müslüman bir toplum inşa edilmiş iş sadece idareci seçmeye mi kaldı da yönetim biçimi konusu gündeme getiriliyor. Bugün islami olmayan, laik,liberal politikalarla insanlara kim hükmedecek sorusunun cevabı aranıyor mevcut seçim sistemi ile... Bir müslüman bunun neresinde labilir Allah aşkına... Daha fazla kafa yoralım ve hikmetli bakmaya çalışalım..

  • Ali Uzun   27-02-2011 16:13

    Despotizm ve itibdat ve de Demokrasi değilse "İslami şûra sistemi" yada "Tevhidi Adalet Sistemi" nedir? Sistem nasıl işleyecek? Yönetimi halkmı seçecek? Kim denetleyecek? Kim azledecek? Şura/istişare araçları batılı demokrasilerde de despot rejimlerde de var. Emeviler dönemindeki kırılma meliklik/sultanlıkta da şura var. "İslami şûra sistemi" yada "Tevhidi Adalet Sistemi" kavramlarını tekrarlayıb duruyorsunuz! Nedir açıklayın lütfen!"Tevhidi,İslami" diye söze başlayıb İnsanların kafasını karıştırıyor, despotizme mahkum ediyorsunuz! İslam bir yönetim şekli öneriyormu yoksa bunu insanlığın ortak tecrübesinden alınmasımı gerekiyor?

  • fikret   27-02-2011 14:31

    Allah'ın bizler için belirlediği ilke ve ölçülerde ciddi olmalıyız.sayın mehmet pamak ağabeyime teşekkür ediyorum,Allah razı olsun.bu tür konferansların artarak ülke geneline yayılması dileği ile sa.