Bünyamin ZERAN

16 Mart 2014

RACHEL CORRİE

Vicdanını kaybetmiş bir dünyada bir vicdan sahibi olarak çıktığı yolculuğu henüz 23 yaşında iken noktaladı. Ölümü olay oldu. Aslında ölümünü olay kılan şey onun Amerikalı oluşuydu. Çünkü Amerika can alıcı, kan emici vampir bir yaratık olarak anılırken oradan zulmün tam ortasından aykırı bir ses duyulmuştu. Onun adı RachelCorrie idi.
 
İnsanlar televizyonlarının başında ölen onlarca Filistinliyi umursamazken o aynı dine ait olmasa bile oradaki acıyı içinde hissetmiş olmalıydı. İnsan olanın vicdanı olurdu ya insanlığını kaybetmişlerin! Evet onların esfelesafilin oluşlarından olacak ki vicdanlarını kaybetmişlerdi. RachelCorrie belki de insanlığa bir mesaj taşıyordu: “Ey insanlar içinizde hala vicdan taşıyan birileri var” dercesine haykırıyordu. Vicdan insan olmanın ön koşuluydu ve o Corrie’de fazlasıyla vardı.
 
İnsan olmak beşer olmaktan elbette farklıdır. Çünkü beşer irade sahibi değildir henüz. Oysa insan irade sahibidir seçebilir. İşte beşeri insan kılan en önemli şey eşyayla kurduğu ilişki veya kendisine öğretilen ilişki biçimidir. İnsan olmak Allah’ın vahyine karşın seçim yapabilme özgürlüğünü elinde bulundurabilmektir. İnsan seçer ve hayatı başlar. Ya mümin olur yahut kafir. Batının dillendirdiği hümanizma içine sıkışarak yaşanılan hayat insanı cennete götürmez elbette. Ama Allah’ın affediciliğine sığınılarak vurdumduymaz bir şekilde dünyanın olumsuz gidişatına ses çıkarmamak ve zulme ortak olmak da insanı cennete götürmeyecektir.
 
Corrie, şairin deyişiyle ısmarlama bir hayatı bırakmıştı her ne kadar görenler üstünde iyi duruyor deseler bile o kendisi için biçilen hayatı bir kenara bırakarak yürüyordu yolunda. Henüz 10 yaşında iken ve bir ilkokul öğrencisi iken yaptığı konuşmada “üçüncü dünya ülkelerindeki insanlarda tıpkı bizim gibi düşünür, endişelenir, güler ve ağlar. Anlamalıyız ki onlar bizim rüyalarımızı görüyor bizde onların” diyordu. Ama bu endişeyi Corrie’nin hissettiği gibi etrafında çoğu kimse hissetmiyordu. Zulme karşı okkalı bir duruş her kula nasip olmuyor.
 
Allah vicdan sahibi bir insana tertemiz kalabilme fırsatını hep veriyor. İşte Corrie vicdanı tertemiz bir insan olarak adını tarihe yazdırmışbir insandır. Kendini Müslüman olarak tarif edip de ölen Yahudi çocukları için içinin yağlarının eridiğini söyleyen ama ölen Filistinli çocuklar için dualarını dahi esirgeyen zavallılara karşın farklı bir dine ait olsak da aynı vicdan penceresinden bakışlarımızın çakıştığı biri elbette çok daha kıymetli ve değerlidir. Acının, zulmün adresi olmaz Müslüman için. Kime zulmediliyorsa ve kim acılar içinde kıvranıyorsa oradaki ateşi, kötülüğü öncelikle bizzat elimizle ve dilimizle düzeltmemizi isteyen bir dine mensubuz çünkü.
 
Yaşamak hakkını elinde bulunduran her kimse için, dünyayı zulme boğmak isteyen her zalime karşı onurlu bir dik duruşa ihtiyacımız var. Corrie bize bunu yeterince hatırlatmış olmalı sanırım. Zulmün çıkmaz sokakta olduğunu ve bunca zalimliğin ortasında çekirdeğini, çerezini alıp televizyon karşısına geçerek dizi seyretmek veya maç seyredip deşarz olmak yerine veya Amerika’nın saygın bir üniversitesinde kariyer yapmak yerine Buldozerlerin altında kalarak ölmeyi tercih etti.
 
Çünkü bunca zulmün ortasında sessizce bir köşede ölmek yerine onurluca ve yiğitçe haykırarak ölmeyi tercih etti. Ölümünü herkes duydu görevini yapmış olmanın ferahlığı içinde son yolculuğuna uğurlandı. Adı tarihe insan gibi insan olarak geçti. Esfelesafilinler içinden ayrıldı. Kendine dünyada acı bir kök tadı seçmişti, yakın yerde soluklanacak gölge ona yoktu. Uzun yola çıkmaya hüküm giymişti. Dünyaya dair tüm heveslerinden hem de henüz hayatının baharında 23 yaşında iken vazgeçmişti. Bir macera perest olarak tanımlayabilir bir çok insan belki de delinin biri… ama dünyada kendini akıllı olarak gören zalimler karşısında deliler olmalı ki dünyanın yaşanabilir bir yer olduğu hususunda umutlarımız olabilsin.
 
Müslümanlar bu dünyanın ya delileri ya da teröristleri olarak anılmaktadırlar. Corrie gibiler de bu dünyanın farklı tip delileridir. İman etmiş delilerden olmasını çok isterdim. Ama en azından çocuklarımıza anlatacağımız hikayelerimizde ya da kıssalarımızda vicdan sahibi bir insan olarak anabileceğimiz hem de zulmün merkezinden saf bir maden gibi çıkmış güzide bir insanı anacağız. Ve uğrunda ölünesi değerler olduğunu tekrar tekrar hatırlayacağız. Zalimlerin ne kadar ürkek, korkak ve çaresiz olduklarını hatırlayacağız. Ve hala kendimiz için ve dünya için bir umudun varolduğunu göreceğiz.