Sakat doğan çocuk: Amerika
Amerika, hali hazırda uzunca süredir ülkemiz ve bölgemizin bir parçası durumunda. Malum onlarca üs ve tampon bölgeler ile bir nevi komşumuz bile sayılabilir. Arada birlikte sınır ötesi operasyonlara falan çıktığımızda doğrudur.
Tarihle ilgili kaynaklarda sömürgeciliğin coğrafi keşiflerle başladığı bildirilir. 1500’lü yılların başlarından itibaren, söz konusu keşiflerin bir sonucu olarak Amerika kıtasının tarih sahnesinde yerini aldığını söyleyebiliriz. Önceleri İspanyol ve Portekizli korsanların, daha sonraları ise İngiliz ve Hollandalı uluslararası tüccarların eliyle, yeni keşfedilen kıta yeryüzünde sömürünün merkezi haline geldi.
Batı Medeniyeti(!), “Afrika’ya Hücum” terimi ifade edilen Afrika’nın sömürgeleştirilmesi ve köle ticareti ile Afrika’nın yerlilerini Amerika’nın yerlileri üzerine kuma getirmiş, kurduğu büyük koloniler ile emperyalizmin dibini bulmuştur. Latin Amerikalı yazar Eduardo Galeano, sürecin hem kıta yerlileri hem de Afrika yerlileri açısından ne denli kanlı gerçekleştiğini “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” isimli kitabında tafsilatları ile ifade etmektedir. Birkaç korsanın üç beş saat içinde on binlerce kıta yerlisini nasıl infaz ettiğini okurken insanın damarlarından adeta kanı çekiliyor ve Batının bugün coğrafyamızda işlediği katliamların/cinayetlerin temelinde hangi duygunun hangi düşüncenin yattığını daha iyi anlayabiliyoruz.
Kristof Kolomb’un kıtadaki ilk izlenimlerini aktardığı şu cümleler, bu topraklarda gelecek nesilleri ne tür acıların beklediğini açıkça ortaya koymaktadır. “Bunlar pek yumuşak başlı, pek ürkek insanlar, daha önce söylediğim gibi hepsi de çıplak. Ne silâhları var ne de kanunları. Köylerinde de ne disiplin varmış, ne de örgütlenme. Bunlar kötülük nedir bilmeyen insanlar, hem de hiç savaşmamışlar. Ben kendim, elimin altındaki üç beş adamla bütün bu adaları hiçbir tehlikeyle karşılaşmadan dolaşabilirim. Geçenlerde, adamlarımdan üçünün karaya indiğini, yalnızca şöyle bir görünmeleriyle oradaki bir sürü Hintlinin çil yavrusu gibi dağıldığını gözlerimle gördüm. Adamlar silâh nedir bilmiyorlar. Savaş inceliklerinden haberleri yok. Bin kişi gelse bile bizim üç adamımızla baş edemez”
Amerika, sakat doğan bir çocuktur. Ülkenin yaşı ilerledikçe emperyalist düşüncenin toplanma ve uygulama merkezi haline gelmiştir. Devletin kontrolü, yumurtasını pişirmek için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyecek adamların eline geçmiştir. Hal böyleyken bu topraklardan dünyaya iyilik ve güzellikler değil, hep baskı ve zulüm sadır olmuş, mesafe tanımaksızın dünyanın her bir köşesinde kan ve gözyaşı akıtmışlardır.
***
Amerika, hali hazırda uzunca süredir ülkemiz ve bölgemizin bir parçası durumunda. Malum onlarca üs ve tampon bölgeler ile bir nevi komşumuz bile sayılabilir. Arada birlikte sınır ötesi operasyonlara falan çıktığımızda doğrudur. (Stratejik ortak en nihayetinde, biz dururken PYD ile mi yapsın operasyonları Çok ayıp.) Peki, bu seçim sonuçlarının coğrafyamızın kaderini nasıl etkileyecektir Yıllardır süregelen ortaklığımıza zeval gelecek midir Yaptığımız ikili görüşmelerde bacak bacak üstüne atarak poz vermelerimizin önü kesilecek midir Kafamızda yine deli sorular…
Amerika Birleşik Devletlerinin Ortadoğu’ya ilk müdahalesi baba Bush döneminde Körfez Savaşına dahli ile olmuştur. Renkli televizyonlardan naklen izlediğimiz bu savaşın ülkemiz adına önemi, “bir koyup üç alma”yı beklerken “hiç alma”ya başladığımız ilk kirli ortaklığımız olmasıydı. Bu ortaklılık ilerleyen yıllarda artarak devam etti ve ülkemiz açısından “hiç alma”larımız, “hep verme”lerimize bıraktı yerini. Ülke olarak kazancımız başlarda nötrdü, sonraları negatife döndü. Zararın neresinden dönülürse kârdı ama biz “kaybet kaybet” formülünü çok sevmiştik bir kere…
Amerika’nın cumhuriyetçi başkanlarla başladığı Ortadoğu serüveni, demokrat başkanlar ile de aralıksız devam etti. Oğul Bush’un açıktan “haçlı seferi” olarak uyguladığı Büyük Ortadoğu Projesi’ni, ondan sonra iktidara gelen demokrat başkan Hüseyin Barak Obama “Arap baharı” adı ile uygulamaya devam etti. Sonuç itibariyle görünürde birbirinin rakibi olan bu iki partinin de ortak amacı, İsrail’in bölgedeki güvenliği sağlamak ve biran evvel Büyük İsrail Devletini kurmaktı. Gerisi ise dostlar alışverişte görsündü.
Şu halde yeni seçilen Amerikan başkanının, küresel güçlerin bölgedeki plan ve programlarından gayrı bir icraat içerisinde olmasını beklemek kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir. Bizler biliyoruz ki, bu seçimlerin tarihin seyri içerisinde nokta kadar değeri yoktur. Ayrıca üst yöneticilerimizin, “Amerika’da kim seçilirse seçilsin onlarla da çalışmaya hazırız” beyanı, bu seçimlerinde kimin galip geleceğinin önemli olmadığını sizce de ortaya koymuyor mu
O halde dün söylediğimiz gibi bugün de ve yarın da hep birlikte, çok daha güçlü bir şekilde ne diyoruz “Bana ne Amerika’dan! Bana ne Amerika’dan!”
Ves’selam…
Fatih Tutkun/Milli Gazete
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !