Bünyamin ZERAN

11 Mayıs 2010

SALİH AMEL KÂFİRLERİ NİÇİN ÖFKELENDİRMELİDİR?

Kur’an’ın cahiller olarak tanımladığı güruhun en büyük meziyetlerinden biri, mü'minlerin gündemlerini saptırarak onları çektiği alanlarda meşgul edip gerçekliklerinden uzaklaştırmaktır. Buna karşın mü'minlerden beklenen hikmetli davranış cahillere selam deyip geçmektir. Yani mü'minin kendi projeleri içinde kalması ve gündemi de ancak kendi projesi çerçevesinde ele almasıdır. Mü'minin şahitlik gibi önemli bir fonksiyonu varsa ki bu kaçınılmazdır. Etrafında dönen her türlü çirkefi görmek ve buna karşı şahsiyetli bir duruş sergilemek zorundadır. Bu şahsiyetli duruşun yasalarından biri gördüklerine vahyin penceresinden bakmak, kötülüğü, düzensizliği ıslah edici Salih ameller işlemektir. Salih amel işlemek sadece slogan düzeyinde kalmak demek değildir. Salih amelde devamlılık esastır. Yani uzun soluklu, alt yapısı tasarlanmış, yolun rotası çizilmiş bir ıslah hareketi de diyebiliriz. Diğer türlüsü ise yani projesiz, sadece tepkisel bir şekilde hadiselere yaklaşmak bir nevi hasen yani iyi davranıştan öteye geçmemektedir.

Yüce Allah, Tevbe Suresi 120. ayette “Medine halkı ve onların çevresinde bulunan bedevîlere, Allah'ın Resûlünden geri kalmak, kendi canlarını onun canından üstün tutmak yaraşmaz. Çünkü onların, Allah yolunda çektikleri susuzluk, yorgunluk, açlık, kâfirleri öfkelendirmek üzere bir yere adım atmaları ve düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları gibi hiçbir olay yoktur ki karşılığında kendilerine iyi bir amel (in sevabı) yazılmış olmasın. Şüphesiz Allah iyilik yapanların mükafatını elbette zayi etmez” buyurur.

Kâfirleri öfkelendirmek üzere bir yere adım atmaları veya düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları ifadelerini tefekkür etmek gerekiyor. Önce kâfir kim, düşman kim sorusunu netleştirmek gerekiyor ki onları öfkelendirecek davranışlarda tespit edilebilsin. Mekke dönemi müşriklerine baktığımızda her birinin kendince inandığı bir tanrısı var ve bugünün bakış açısı içerisinde düşman net olarak belli. Zira çok tanrılı bir inanışa sahip bir topluluk var. Oysa o dönemin içinden meseleye bakacak olursak kendilerince gayet muhafazakar ve tanrısına/tanrılarına bağlı bir guruplar. Asıl düşman tevhidi bakış açısıyla tanrıları tek tanrı yapan resullerdir. Hiç olacak şey midir bu! Dün Lat, Menat, Uzza varken bugünün yeni tanrıları ve çok tanrılı dine inana müşrikleri kimdir kimlerdir? Elbette burada kişileri tartışacak değiliz. Ama burada bu olguların aydınlatılması üzerine kafa yoracağız.

Artık tanrıların isimleri değişmiştir. Sermaye tanrısı, güç tanrısı, şehvet tanrısı, refah tanrısı almıştır eski tanrıların yerlerini. Toplum tek tanrılı inanışı terk etmeyi bir gereklilik olarak algılamaya başlamıştır. Allah, yalnızca sıkışılan yerde düğümü çözecek hemen yardıma gelecek yardımsever bir tanrı ötesine geçmemektedir. İnsan, tanrıyı kural koyan, terbiye eden olmaktan çıkarmıştır. Sistemler, tıpkı Firavun’un, Nemrut’un yaptığı gibi can verme ve can alma, rızık verme ve aç bırakma, kanun koyarak mükafatlandırma ve cezalandırma işlerini üzerine alarak kendilerini yeryüzünün ilahları konumuna yükseltmişlerdir. Belli zaman aralıklarıyla da bu ilahlıklarını teyit için halka başvurup ben sizin tanrınız değil miyim sorularını sandıklardan çıkan oy pusulalarıyla teyit ettirmektedirler. Tanrının yaramaz çocukları Promethe’ler çıksa da onları güç, sermaye tanrısı Zeus’lar hemen yola getirmektedirler. Ama bu tanrılara tek olan Allah yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın dediğinde biz ıslah edicileriz demektedirler.

Vahyî bilgiyle donanmadan ve vahyi dert edinmeden bu ayrımı yapabilmek gerçekten imkansız bir şeydir. Allah hikmeti dilediğine verir derken aslında hikmet bu konuda dert sahibi olanlara verilecek anlamındadır. Sistemler kendilerine nefes aldıracak ömürlerini uzatacak yeni çıkış yollarını her zaman ararlar. Bunun için kimi fedakarlıklardan kaçınmazlar. Halkın terbiye olması için onlar gibi düşündüğüne inandırılan, halkın bağrından kopup geldiği düşünülen kimi şahsiyetleri kimi hoşa giden söylemleriyle yönetim kademelerine taşırlar. Mesele halkın nabzını kontrol etmektir. Tıpkı düdüklü tencerenin patlamasın diye havasını almaya yarayan mekanizma işlevini görürler. Elbette tanrılar bu emniyet sübabı gören kimselere de hizmetlerinden ötürü refah ve sermaye kapılarını sonuna dek açar. Artık bu kimselerin yanında yer alanlar sermayeden paylarına düşeni alırlarken karşısında duranlar hem düzen bozucu konumda kalırlar hem de sahanın dışına atılırlar. Bu gidiş yanlış yollara çıkarır sizleri diye uyarı levhaları koyanları sürece taş koymakla itham ederler ve kendilerini anlamaya çalışmaları hususunda iknaya çaba sarfederler. Propaganda araçlarını da öyle kullanırlar ki kendilerinin dinin tek savunucusu ve düzeni mutlak sağlayıcı Salih kimseler olarak tanıtırlar. Halka da tabi olmaktan başka seçenek bırakmazlar. Zira kendi karşılarında kendilerinden daha kötü yönetimler sergilemiş sicili bozuk yönetimleri hatırlatırlar. Halkı gerçek vahiyden, tevhit inancından uzak tutabilmek için ümmetin biat edebileceği her yana kıvrılabilen, hümanist, muhafazakar, geleneksel dinin/atalar dininin tüm bilgileriyle dolu, halkı kolayca cennete sokabilecek belam veya belamlar bulunur. Ve baş tanrılar bu adamları sayesinde halkın tepesinde demoklesin kılıcını hiç eksik etmeden ceberrut bir şekilde dururlar.

Tevhidî ölçekte yoluna devam etmek isteyen ve bunun için projeler üretme gayretinde olan kimseleri de kendi gerçekliklerinden uzaklaştırarak yine onların hoşuna gidecek söylemleri kullanarak onları da güçsüzleştirmek, enerjilerini dağıtmak ister.

İşte burada kâfirleri öfkelendirecek davranışlar da kendini belli etmeye başlıyor. İktidarlara sırtını dayamadan ve gerektiğinde onları karşısına almaktan imtina etmeyen kendi yolunu yalnızca vahiyle belirleyen bir kimse olmak ve bu alanda projeler geliştiren kimseler olmak tanrıların hoşuna gitmeyen davranışlar içinde en baş sırayı alır sanırım. Tek hesap vereceği mercii olarak Allah’ı gören ve kendisini incitmekten en çok korkacağı yine Allah’ı gören bir kimse ve grup olabilmek kafirleri hem tedirgin edecek hem de öfkelendirecektir. Zira böyle bir kimse olmak demek sayısal çoğunluklara itibar etmemek demektir, sermaye tanrısına, güç tanrısına, şehvet tanrısına yaltaklanmamak demektir. Hatta onlara siz kendinize dahi yardım edemeyecek kadar acizsiniz diye haykırabilmek demektir. Allah’tan başka hiç kimseye eyvallahı olmamak demek insanın tüm zincirlerinden kurtulması ve özgürleşmesi demektir. Onu bu dünyaya bağlayan tüm bağlarını Allah için gözden çıkarabilecek kadar kendinden emin ve dik duruşlu bir tavırla yaşamak demektir.

Düşman, bizim başkalaşmamızı isteyenlerdir. Allah’ın vahyini bir kenara koyup efendileri rahatsız etmeyecek kadar iman etmemizi salık verenlerdir. Her türlü sömürülerine, haddi tecavüzlerine, dini kendilerine kalkan yapmalarına, iktidarlarını meşrulaştırma aracı kılmalarına zemin oluşturanlardır. Tevhide gönül verenleri radikal unsur tanımlamalarıyla boğmaya çalışanlardır. İnsanları inançlarına göre yaşatmayan illa kendi tanrılarının buyruklarına ve kendi kutsallarının kıstaslarına göre hizaya sokmaya gayret eden mütref ve mel’elerdir düşman. Vahyin en ufak bir hükmünü dahi yok saymak, görmezden gelmeye çalışmak isteyenlerdir düşman. Bunları öfkelendirecek davranışları Allah çoğaltmamızı istiyor. Umarım Salih ameli çok olan birey ve toplum olmayı başarabiliriz.