Bünyamin ZERAN

03 Kasım 2008

ŞEHADET ANCAK ŞAHİTLİK YAPANLARINDIR

Burçlara sahip gökyüzüne,
Geleceği bildirilmiş olan güne,
(O günde) tanıklık edene ve edilene andolsun ki,
Kahroldu o hendeğin sahipleri,
O çıralı ateşin ,
Onlar (yakanlar) da başlarına oturmuşlar,
Müminlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı.
Onlardan, sırf, azîz ve hamîd olan Allah'a iman ettikleri için intikam aldılar. (85/1-8)

Şahit olmak cümlesinin anlamını aşağı yukarı hepimiz biliriz. Bir olaya tanık olmak, olayın gözlerimizin önünde cereyan etmesi anlamına gelir. Her gün gözlerimiz binlerce olaya şahit olur. Kimi hadiseler hayatımızı çok derinden etkilerken kimi hadiseler göründükleri anın hemen sonrasında unutuluverirler. Kısacası biz yaşadığımız anda gördüğümüz her şeye şahitken bizi görenlerde bize şahit olarak yaşamlarını devam ettirmekteler. Hiç düşündük mü bir gün gördüklerimizden ve gösterdiklerimizden dolayı ödüllendirilebileceğimizi veya cezalandırılabileceğimizi?

Bize öğretilen şey beynin düşündüğüdür. Kavrama ve karar verme organımız beyindir. Oysa Kur’an “Kalplerinizde kilitler mi var Kur’an’ı hiç düşünmez misiniz?” (47/24) der. Yani Allah beyinle düşünmekten ziyade kalple düşünmeyi hatırlatır insana. Biz buna kalple görmeyi ve kalple şahitliği de ekleyip konuyu daha etraflı düşünmeye başlasak yanlış mı yapmış oluruz? Beyin gözle gördüğü, burunla kokusunu aldığı, kulakla duyduğu veya dokunuşla hissettiği şeyleri direk algılar ve yorum yapmadan olduğu gibi net insan zihnine aktarır. Beynin algıladıklarını kalp yorumlar ve algılanan şeyler yaşam dünyamızda bir yer edinir. Kalp düşünme eylemini onu beslediğimiz inanışlarımızla yapar. Müslümansak müslümanca bir yorum, hristiyansak hristiyanca bir yorum, ateistsek ateistçe bir yorumla gördüklerimizi yorumlarız. Kalple düşünmek ve kalple şahitlik yapmak, insanın kendini yaşatan organını yaşadığı şeye ortak etmesi demek. İnsanın kalbinin katılaşması yahut kalbinin çok geniş olması da onun yaşamının güzelliği ve çirkinliği ile ilgili bir durum olmaktadır. Kalbinizi inandığınız değerler adına ortaya sürebilme cesaretiniz varsa bunun karşılığında cezalandırılmayı veya mükafatlandırılmayı da kabulleniyorsunuz demektir. şahit oluyorsanız sorumlulukta alıyorsunuz demektir. Gördüm ve geçtim deme hakkınız yok. Gördüm ve dahil oldum demek zorundasınız. Ve dahil olduğunuz şeyi göstermekle yükümlüsünüz. Örneğin bir kazaya şahit olduysanız kazayı ayrıntısıyla görevli memura anlatmak durumundasınız ki kaza hakkında adil bir karar verilebilsin. Ben gördüm ama anlatmam deme hakkınız olsa da vicdanen bu doğru değildir. Kalbiniz sizi bu konuda rahat bırakmaz. Eğer siz şahitlik yapmamayı adet haline getirirseniz kalbiniz katılaşır ve artık vicdan dediğimiz şey sizi rahatsız etmez. Öyleyse süreç nasıl başlayıp nasıl devam ediyor? 1- Şahit olacaksınız 2- Şahitlik yapacaksınız 3- Şehit olacaksınız. Şahit olmadan şahitlik, şahitlik olmadan da şehitlik olamaz. Her biri birbirine bağlı olarak devam eden birer olgudur.

Şehadet kavramı İslam’ın kavramlarından biri ve en güzellerindendir. Çünkü insana şeref ve onur bahşeden bir kavramdır. Yaşadığı hayata ben varım dedirten ve ben varım deme sorumluluğunu yükleyen bir kavramdır. Ben varım demeden önce bireye; sen varsın ve değerlisin hiçbir sömürü çarkı sana bir metaymışın gibi yaklaşamaz, yaklaşmamalı çünkü sen Allah’ın yarattığı eşrefi mahlukat dediği bir bireysin Allah sana izzet ve onur vermiştir haykırışını ona duyuran bir mesaj iletir. Bu öyle bir mesajdır ki yaşayan hiçbir insanın ben bu mesajı almadım deme hakkı yoktur. Bütün şahit olmalar ve şahitlik yapmalar ve uğrunda şehit olmalar yalnızca Allah’a özgülenir. Tevhit, şahitliğin toplandığı merkez konumundadır. Her şeyi birlemek ve her şeyi tek bir şey adına yapmak. Birey ilk önce yaratıcısına şahit olur: “De ki: Hamd olsun Allah'a, selam olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı daha hayırlı, yoksa O'na koştukları ortaklar mı? yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah'tan başka bir tanrı mı var! Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur. (Onlar mı hayırlı) yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından (yer altından ve üstünden) nehirler akıtan, arz için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Doğrusu onların çoğu (hakikatleri) bilmiyorlar. (Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz(Onlar mı hayırlı) yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Allah, onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir. (Onlar mı hayırlı) yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! De ki: Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin!” (27/59,60,61,62,63,64)

Yaratıcısına şahit olan birey yine de tek başına bırakılmaz. Yaratıcısının ona sunduğu mesaja da şahit olur. Bu süreçte birey henüz şahit olmakla meşgulken diğer yandan da sorumluluk yüklendiğini farkeder. Çünkü her öğrendiği şey gördüğü yanlışla da mücadele etmesini gerekli kılar. Birey artık yalnızca gözleriyle gören değil kalbiyle de görebilen bir varlık olma yolundadır. Feraset kazanmaya başlar. Evrenin sırları ona açılmaya başlar. Birey ne kadar kendini Allah’a sorumlu hissederse o ölçekte zihni aydınlanır ve kalp gözü genişler. Çünkü Allah vaat etmiştir kişiye nefsinin üzerinde yük yüklemeyecektir. Kim ki kapasitesi üzerinde hak etmediği bir sorumluluğu alacak olursa Allah onu başarıya iletmeyecektir. Bu da Allah’ın sünnetullahıdır. Artık birey ne yana dönse şahit olduğu mesajların sesi hem kulaklarında hem gönüllerinde onu rahat bırakmayacaktır. Onu iki tercihten birini yapmaya zorunlu kılacaktır, ya “sarp yokuşu” köleliğe ve sömürülmeye Allah adına başkaldırıyı seçecek ya da “Zira o, düşündü taşındı, ölçtü biçti. Canı çıkasıca, ne biçim ölçtü biçti! Sonra, canı çıkasıca tekrar (ölçtü biçti); nasıl ölçtü biçtiyse! Sonra baktı. Sonra kaşlarını çattı, suratını astı. En sonunda, kibirini yenemeyip sırt çevirdi…” (74/18,19,20,21,22,23) ayetlerinde olduğu gibi eskilerin masalları deyip mesaja sırt dönecek. Eğer şahsiyet Allah için yeryüzündeki tüm müstekbir ve mel’elere karşı bir mücadele başlatacak olursa ve inançları için gerekirse tüm yeryüzünü karşısına almayı göze almışsa şahitliği başladı demektir. Ama sırt çevirmişse şahit olduklarını arzularına tercih etmiş ve yerinde oturanlarla birlikte oturmayı tercih etmiş demektir. Bu grubun yeryüzünde hayır adına üretecekleri hiçbir şeyleri yoktur veya değersizdir.

Şahitlik yapmak, gördüğün ve duyduğun mesajı yaşamınla özdeşleştirip yaşadığın kuşaklara ve senden sonraki kuşaklara iletebilmektir. Şahitlikyapmak bireye karakter kazandıran bir olgudur. Şahit olduğunuz şey sizin yaşamınızın değişmez bir parçası olur. Örneğin; ölçüde ve tartıda adil olmayı hem anlatır hem de yaşarsınız. Sizin şahitliğiniz en çok da yaşamınızla çağdaşlarınıza sunabildiğinizdir. Sömürüyü anlatır ve ona karşı durulması gerektiğini vazedersiniz. Sömürüye karşı da nasıl tavır alınması gerektiğini bizzat yaşamınızda sergilersiniz. İncil’in ifadesiyle mesajı gereğiyle taşıyan insanı ayırt etmenin en güzel yolu bireyi eylemleriyle yani şahitlikleriyle tanımaktan geçer. İncil derki: “hiç kötü bir ağaçtan güzel bir meyve olur mu? Güzel ağaçtan da kötü meyve olmaz.”

Yaşadığımız çağda şahitlere o kadar fazla ihtiyaç var ki. Bir toplumu inşa etmenin bireyin kendini inşa etmesiyle başladığına inanan bir zihniyete o kadar çok ihtiyaç var ki. Yeryüzünün düzenini ancak yeryüzünü imar edene iman etmiş kimseler kurabilir. Ancak bu kimseler emanete, ahde vefaya sadakatle davranırlar. Şahitlik yapmak her eşyaya ve herkese olması gerektiği gibi yaklaşmayı zorunlu kılar. Oysa bugün emperyalizm, her şeyi ve herkesi birbirine karıştırarak kaos yaratıp bundan nemalanmayı arzulamaktadır. Birde çıkıp “Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar.” (2/11,12) Erkeği kadınsılaştırır, kadını erkekleştirir. Eşyaya, ihtiyacını gören bir araç olarak değil tapınılacak onunla hava atılacak bir ilah gibi yaklaşır. Bu bozguncu zihniyete karşı durabilecek şahitliklere hem kendi adımıza hem de insanlık adına ciddi ihtiyaç vardır. Tek sorun kimin kendini şahit olarak adayacağında. Şahitlik yapmalı ki insan şehit olabilsin. Şehitlik, şahitliğin son mertebesi. Öyle ucuz değil. Demokrasi şehidi, trafik şehidi vs. vs. olmaz. Şehit yalnızca Allah’ın mesajına kulak vermiş, duyduğu şeylere büyük bir haşyetle iman etmiş ve iman ettiği mesajı insanlara tavsiye etmiş kişinin ulaşabileceği bir mertebedir. Hayatın boyunca Allah’a hasım yaşayıp sonrasında toplumca kabul gören bir hadisede can verince şehit olmuyorsun. Belki toplum böyle şahsiyetleri de şehit olarak anıyor. Ama esas onları Allah’ın şehit olarak anması önemli olandır.

Yaşadığımız toplumda şehit olarak anılanlar o kadar fazla ki şehit kavramı içi boşaltılmış ve iğdiş edilmiş bir kavram. Bu kavramın iğdiş edilmesi kendini Allah için şahit olarak ilan etmeyen müminlerin eksiliğinden ileri gelmektedir. Biz kendi kavramlarımızı  hayatın içine birebir çekerek yaşarsak ve bu kavramlara bu şekilde sahip çıkarsak bu ve diğer bize ait olan kavramları kimse iğdiş edemez. Mesele yalnızca kavramın ilmi yorumunu bilmek değil, onun ameli boyutunun da hayata aktarılması gerek ki kavram esas anlamını hep üzerinde taşıyabilsin. Birey, kendiyle sürekli yüzleşmek zorundadır. Mesaja gerektiği gibi şahit olabildi mi? Şahit olduğu mesajın şahitliğini gereği gibi yapabildi mi? Ve son olarak bir şehadet beklentisi içinde yaşıyorsa şehadeti ne kadar hak ediyor? İnsan en ciddi soruları kendine sormalı. Zira sorgunun ağır olduğu bir zaman gelmeden önce tüm sorular kendimize sorulmalı ki çocukların saçlarını ağartan o günde tüm cevaplarımız kolay olabilsin.