Şehid Şeyh Said`i rahmetle anıyoruz
``Arkamdan ağlayıp da zalimleri sevindirmeyin, kıyamımızı iyi anlayın ve bizden sonrakilere aktarın. Şüphesiz benim ölümüm Allah ve İslam içindir``
Şeyh Said kimdir?
1865 yılında Erzurum’un Hınıs ilçesine bağlı Kolhisar Köyü’nde dünyaya gelen Şeyh Said, Şeyh Mahmud'un en büyük oğludur.
Temel eğitimini amcası Şeyh Hasan’ın medresesinde tamamladıktan sonra Palu, Muş, Malazgirt ve Hınıs'ta çeşitli medreselerde fıkıh, hadis, tefsir, beyan vb. İslami ilimleri tahsil etmiştir.
Tevhidi bir şuurla İslamî hayatı dava edinen Şeyh Said, halkın irşadı için tebliğ faaliyetlerini aralıksız sürdürmüştür. Bir taraftan halkın irşadıyla meşgul olurken, diğer taraftan ticaretle iştigal edip elde ettiği gelirin büyük bir kısmını medresesindeki talebeleri ve halkın ihtiyacı için sarf etmiştir.
Mezhep ve görüş farklılıklarını gözetmeksizin, İslam nizamının hakimiyetini esas alan bir anlayışa sahip olan Şeyh Said, Hilafetin lağvedilip yerine Laikliğin getirilmesine karşı halkı uyararak dinsizlikle mücadele etmeye çağırmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra da gayri-islami yönetime karşı tepkisini dile getirip büyük bir cesaretle cihad kararı almıştır.
Katıldığı bir düğünde halka hitaben:
Medreseler kapatıldı. Dinî kurum ve kuruluşlar yasaklandı. Dîn ve Evkaf Bakanlığı kaldırıldı. Din mektebleri Millî Eğitim'e bağlandı. Küfür ve şirk hâkim oldu. Topraklarımız işgal edildi. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cesaret ediyorlar. Ben, bugün elimden gelse bizzat dövüşmeye başlar ve dînin yükseltilmesine gayret ederim.
Müslüman halkı gayri İslamî yönetime karşı kıyama çağıran Şeyh Said, cihad fetvasında şöyle hitap ediyordu:
Yâ Eyyuhel Ensâr,
Kurulduğu günden beri Din-i Mubin-i Ahmedî'nin s.a.v. temellerini yıkmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti reisi Mustafa Kemal ve arkadaşlarına, Kur'an ahkamına aykırı hareket, Allah ve Peygamberi inkar ettikleri ve Halife-i İslam'ı sürdükleri için gayr-i meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün Müslümanlar üzerine farz olduğunu, cumhuriyetin başında bulunanların ve cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının Şeriat-i Ğarra-i Ahmedî'ye göre helal olduğunu bildiririm.
“Allah yolunda cihad edin ve öldürün”
Şeyh Said kıyam hazırlığını yapar ve evden çıkacağı zaman hanımı ona şöyle der: Sen bizi kime bırakıp gidiyorsun, bizim halimiz nice olur?
Bu soru karşısında Şeyh Said tarihi cevabını şöyle verir:
Eğer ben ve bu bastonum yalnız da kalsak ben yine bu kafirlere karşı çıkacağım. Ne ben Hz. Hüseyin’den daha değerliyim ne de benim ailem onun ailesinden daha kıymetlidir. Eğer ben bu kafirlere karşı çıkmazsam zebaniler sarığımdan tutup beni cehenneme atarlar, siz o zaman bana yardım edebilecek misiniz? Onlar bana demezler mi; “Ey Said, Allah o kadar mal mülk verdi sana. Sen Allah için ne yaptın? Bunlar Allah’ın emirlerini ayaklar altına almışlar...
Evet ben cihada başladım ve korkanlar, cihad edemeyecekler, hastalar gelmesinler. Bu yol korkakların yolu değildir!
14 Şubat 1925'te Daraheni'ye yarım saatlik mesafedeki Kupar köyüne gelen Şeyh Said, geceyi burada geçirmeye karar verir. Ertesi sabah şehre giden Şeyh Said halka vaazında:
Haberiniz olsun ki ben kötü bir amaç için yola çıkmadım; zalim de değilim, bozguncu da... Kötü bir azgınlık ya da haksız bir isyan çıkarma amacında da değilim. Aksine Hz. Muhammed s.a.v. ümmetinin kötüye giden durumlarını düzeltmek için yola çıktım. Emri bil- mâruf ve nehyi ani'l- münker istemekten başka bir amacım yoktur.
Her kim beni bu yolda haklı görürse şüphesiz ki Allah hakka daha layıktır. Ve her kim de benim şu söylediklerimi bana geri çevirip reddederse, Allah benimle onlar arasında hükmünü verinceye kadar bekleyip sabredeceğim. Muhahakkak ki Allah, benimle kavmim ve milletim arasında bir hüküm verecektir. Şüphesiz ki O, hakkın ve haklının en iyisini bilir.
Daha sonra şu âyet-i kerimeyi okudu:
"Ey imân edenler! Düşmana karşı savaş hazırlıklarınızı görün ve silâhlarınızı takınarak cenge hazır olun da, birlikler halinse savaşa çıkın veyâhut seferber olun." ( Nisâ, 71 )
...ve kıyam başlıyor
Albay Halit Bey derhal Muş'u kuşattı. Cibran Aşireti'nden Hasan Bey, çarpışmalardan sonra Hınıs'ı, Şeyh Abdullah ise Varto'yu zaptettiler. Birkaç küçük çarpışmadan sonra Ergani ve Maden de zaptedildi. Şeyh Said, 7000 Mücahidle birlikte Kiğı, Eğil üstüne yürüdü. Hani, Lice ve Piran'ı zaptederek 14 Şubat günü Darahini'yi tamamen ele geçirdi ve buraya Modan'lı Faqi Hasan'i vali olarak tayin etti. Darahini, geçiçi başkent ilan edildi. Toplanan vergiler ve tutsak alınanlar Darahini'ye gönderilmeye başlandı. Çapakçur da ele geçirildikten sonra, bütün Harput ele geçirildi. Kısa bir süre sonra da çevre aşiretlerden yardımcı kuvvetler alınarak derhal Diyarbakır üstüne yüründü.
Hükümet endişeye kapılarak derhal Sarıkamış'taki 9., Erzurum'daki 8., Diyarbakır'daki 7. tümenleri ve Mardin´deki 1., Urfa'daki 14.Süvari alaylarını, Van'daki 1. Süvari tümenini ve hudut birliklerini harekete geçirdiler. Silvan, Beşiri bölgeleri hükümetten alındı ve sonra kuzeye, Palu istikametine yönelinerek Malazgirt, Piran, Bulanık ele geçirildi. Daha sonra Mücahidler; Malatya vilayeti istikametinde ilerleyip, Pütürge'yi de kurtararak Çemişgezek'i aldılar. Öte yandan da Siverek istikametinde ilerlediler.
Mücahidler hemen ardından, Diyarbakır’a doğru ilerleyerek, hem kuzeyden hem de güneyden taarruza geçtiler. Her iki taaruz da başarılı oldu ve Mardin kapısının yeraltı geçidinden şehre girildi. Sürpriz ile karşılaşan hükümet birlikleri kaçarak İç kaleye sığındılar.
Hükümet askerleri Diyarbakır’ın etrafında başarı elde edememişti, her taraf Mücahidler tarafından kapatılmıştı bu durum karşısında çoğu zaman kaybetmişlerdi. Fransızlar, hükümet askerlerine güneyden girebilmeleri için yol açmışlardı. Bundan dolayı yollar Mücahidlere kapatılmıştı. Bazı aşiretler hükümet askerlerinin yanına gittiler. Şeyh Said çaresizce geri çekildi. Hükümet onların her anından haberdardı. Şeyh Said ve arkadaşları İran’a çekilmeye karar verdiler.
Mücahidler Genç'in kuzeyinde zor durumdaydılar. İran’a çekilmek için şiddetli çarpışmalar yaşayarak, hükümet birliklerinin cephesini yarıp Varto yakınlarına varabildiler. Bu olaydan sonra çeşitli kollar halinde ve çeşitli istikametlerden çok sayıda hükümet kuvvetleri ilerleyip Şeyh Said'i tekrar muhasara altına aldılar. Birçok kanlı çarpışmalardan sonra Şeyh Said yeni bir taarruz yaparak hükümet kuvvetlerinden kurtulmak istediyse de başarılı olamadı. 15 Nisan'da Şeyh Said bacanağı Binbaşı Kasım'ın ihbarı üzerine, Muş ve Varto arasındaki Abdurrahman Köprüsünde, büyük bir kısmı yaralı olan diğer liderlerle birlikte hükümetin eline esir düştü ve hep beraber Diyarbakır'a gönderildiler.
Daha sonra anlaşıldı ki devlete ajanlık yapan kişi tam da yanlarındaydı. Bu kişi Şeyh Said’in bacanağı Binbaşı Kasım’dı.
Şeyh Said’i arkadaşlarıyla beraber 5 Mayıs günü Diyarbakır’a getirirler. Yargılandıkları zaman karar zaten belliydi. 28 Haziran’da Şeyh Said ile beraber 46 dava arkadaşı idam edilecekti...
Şeyh Said idam edilmek üzere avluya çıkarılırken infaz heyetine hitaben:
Zalim ve katillerle elbet mahşer gününde hesaplaşacağız. Orada boynuzsuz keçinin âhını boynuzlu keçiden alırlar. Bana şehâdeti nasip eden Allah’a şükrediyorum.
Daha sonra Şeyh Said, idam sehbasına götürülür. Yolda dua okumaktadır. Şeyh Said duasını bitirince, askerler tarafından boynuna yağlı kemend geçirilir.
Bu esnada Şeyh Said’e son isteği sorulduğunda, kağıt kalem ister ve kağıda Arapça olarak şunları yazar:
"Ve lâ ubâlî bi sulbî fî cuz’u-ir râda, İn kâne mesre`i fî- Allâh`i we fî`d- dîn."
“Mücadelem Allah ve din için olduktan sonra, idam sehpalarında asılmamda korkum yoktur”(Kaynak: Vahdet Haber)