Erhan TOPRAK

06 Temmuz 2012

SORUMSUZLUKTAN RAHATSIZ OLMAK

İnsan olmak, sosyal bir varlık olmayı zorunlu kılar. Bir de Müslüman olma iddiası varsa sorumlulukları kat be kat artacaktır. Çünkü Müslüman sadece kendi adına yaşayan değildir. İnsan olarak yaradılış gayesi ona, sorumluluklarına karşı teyakkuz halinde olmasını telkin etmelidir/edecektir.

Peki, olmak ama ne olmak,

İnsanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmet olma yüceliğine talip olmak….

İnsanlığın/kendinin çıkmazlarına dönük çözümler üretme iddiasında/derdinde olmak…

Vahyi hayatın merkezine alarak istikamet bunalımı yaşayan kendine/toplumlara kılavuzluk etmeye talip olmak…

Örnek olmak, şahit olmak sevdası ile önde olmak…

Böylece kendinin ve toplumun felahı ve inşası için kendi rahat ve huzurunu Allah’a rehin vermek,meşakkate talip olmak

Hakka ve hakikate ulaşmak bir bedel üzere olacaksa /ki o mutlaktır/ bedel ödemeye de hazır olmak. (Bugün bedel, hayır için “vakit ayırmak” olsa gerek)

Müslüman kendini, kendine yaşayan insan değildir, kendi özelinde kendini boğamaz. Bütünüyle kendine has dünyası özeli olmaz, olamaz. Etrafına ağlar, erişilmez duvarlar öremez. Bunlar çağın zinciridir, kurtulmaksa erdeme talip olmaktır.

Toplumsal yapı içinde kendisi ve sevdikleri modernitenin kandırmacasına kurban giderken Müslüman, seyirci de olamaz. Dünyevi hesaplar, ailevi ilişkiler, ekonomik beklentiler şeytan üçgeninde ömrünü çürütemez. Zaten modernite yaşamları, duyguları, kaygıları bir bir yere sererken Müslüman, Allah’ın razı olmayacağı oyalanmalarla kendini mutlu hissetme kandırmacasına dalamaz.

Popüler kültür insanı meta’ya çevirirken mana’yı önceleyen kul’lar kervanına katılacaksın. Bu kervanın yolcusu olmak ilkeleri belli olan bir manifestoyu onaylamayı gerektirir. Öncelikle toplumla ilişkilerde kar-zarar hesabı yapmayacaksın “yararlı” olanı değil “değerli” olanı öne alacaksın. Kimselerden bir şey beklemeyeceksin, istemeyeceksin kapitalist sistem her şeye “fayda/çıkar” gözüyle bakar sen Müslüman olarak “hayır/ecir” gözüyle bakacaksın. Bütün bunlar kolaylıkla olabilir mi?

Bunları başarmak için ilk önce kendine/topluma talip olma fikri önde olmalı. "Çabaladık olmuyor, ne yaptıysak beceremiyoruz, elimden gelen bu” sızlanmalarını bir kenara atmak gerek.

Zaman, eski zamanlar değil şimdilerde, insanlar “gerekli” olana değil “yeni” olana ilgi gösteriyor. Toplumsal anlamdaki çöküntüyle değil ekonomik büyümeyle ilgilenmek daha bir hoşa gidiyor rakamlara endekslenmiş muhabbetler gündemler işgal ediyor.

Toplumun dönüşümünde belirleyici olması gereken İslamcılar/Müslüman’lar olmayınca magazinciler oluyor. O vakitte modernitenin istediği çağdaş toplum olma yolunda (!) ilerlemeler/yozlaşmalar tavan yapıyor.

Bir toplumu magazin kültürünün içerisine çekerseniz onu tepkilerini, sevgilerini, değerlerini ve hedeflerini de kontrol altına alırsınız. Böyle bir toplumun muhalefet etmesi onurlu tepki vermesi zor hatta tepki vereni desteklemesi ve taktir etmesi bile imkansızlaşır işte böyle bir toplum güdülmeye ve sömürülmeye hazır hale gelmiş demektir.

Resim böyleyken ne yapılabilir?

Toplumsal erozyona karşı sadece söylem geliştirerek bir yere varmanın mümkün olamayacağı açık. Pratiği olmayan hayata yansımayan tahliller, değişik çözümlemeler gidişata sadece seyirci olur. Pratiği olmayan “iyi”ler; çabası, gayreti ve pratiği olan “kötüye” yenilecektir. Allah sünnetullahını işletecektir. (4/104-140) Kötüye, kötülere seyirci olmak Müslüman kimliğe yakışmaz. O zaman…

Müslüman olmak kolay ama kalmak çaba ister. Her şeyden önce sonlu olan dünyayı değil sonsuz olan ahirete talip olma bilgisi, bilince dönüşmeli.

Modern yaşamın dillendirdiği “eski olan kötüdür yeni olan daha makbul” dayatmasına “ihtiyaç ve mecburiyet” kandırmacasına aldanılmamalı.

Cemaat ruhu, modern yaşamın bireyselliği ön plana çıkarmasına karşın “inadına” bir disiplin üzere ayakta tutulmalı.

Bireysel sosyal, siyasal, kültürel ve düşünsel gelişim “ahlaki boyut öne” alınarak aralıksız devam ettirilmeli.

Modern dayatmaya inat sade ve mütevazi yaşama önem verilmeli (Sadelik, pespaye yaşamak olarak da anlaşılmamalı)

Haram-helal dengesinin gözetilmediği bu zamanlarda bu hassasiyetleri öncelikle korumak şiar haline gelmeli.

Enformasyonun insan üzerindeki etkisi malum. Kitle iletişim araçlarını adına yakışır şekilde “araç” olarak kullanmak ve etki alanlarına girmemeye azami gayret etmek önemli. Aksi halde tv, bilgisayar ve çocuk emziği gibi yanımızdan ayırmadığımız telefonlarla sanal alemin bir parçası olmak işten bile değildir.

Okumalar, Müslüman’ın imanının artmasına katkı sağlamak için olmalıdır. "Derinlikli okumak derinlikli imanı ortaya çıkarır/çıkarmalıdır." bir mesele yüzeysel bilinirse sığ bilgi olur o vakitte bilgi sahibine sağlamlık/ruh vermez.

Kur’an, Peygamberlerin hayatlarından kesitler verirken toplumlarının içerisinde bireysel şahitliklerini anlatır. İbrahim Peygamberimiz bir yerde kulluğunu ifa ederken, Lut peygamberimiz de başka diyarlarda üzerine düşen sorumluluğun şahidi olmuştur. Yani her biri bulundukları ortamda yapması gerekeni üşenmeden-ertelemeden yapmıştır. Bugün Müslüman’ın yapması gereken de “anın” şahidi olmaktır.

Müslüman olmak dil ile olmuyor ilişkilerde “dil” incitmek üzere değil, sevdirmek üzere olmalı özellikle “kardeşlik hukuku” algı biçimimiz ıslaha muhtaçken…

Kur’an'ın ilk ayetlerinde rabbimiz “..gördün mü..?” sorusunu bize soruyor/sorduruyor ve görmemiz gerekenleri sıralıyordu. (96/9,10)

Kur’an’ın “kör” dediklerinden değil “gör” dediklerinden olmak sorumsuz, ruhsuz, duyarsız yaşamak istemeyen yüreklerin işidir.

Her şeyin en doğrusunu bilen yalnızca Allah’tır.