Şahin ÖZDAŞ
ŞÛRA VEYA VAHDETİ ÖZLEMEK -I-
Hiç unutmam,15.06.2018 tarihinde ‘‘Vahdet ve İslam’da Kardeşlik’’ hakkında hutbe irad ettikten sonra Ahmed Kalkan hocamızın (Allah rahmet etsin)üç kelimelik‘‘Ya birlikte olacağız, ya birleşeceğiz ya da bir leşe döneceğiz!’’ sözüyle konumu bitirmeye çalışırken, son olarak da şunları söylemiştim: ‘‘Müslüman kardeşler olarak vahdeti sağlamaktan başka bir çaremiz de yoktur zaten! Hatta biz Müslümanlar için söylenmiş çok güzel Kürtçe veciz bir söz vardır ‘Dest hev gırtın’ yani; El ele verin, bir araya gelin, kaynaşın, dost olun, kenetlenin, ey Müslümanlar kardeş olun kardeş!’’
Her ne kadar yazılarımdan dolayı bazı alınganlıkların olduğu ifade edilse de, belli bir hedef aldığım kitle kesinlikle yoktur, olamaz da. Ancak ifadelerimi genel olarak kullanırken, bir Müslüman olarak öncelikle iğneyi kendime/kendimize batırmayı istedim. Sonra da ‘‘VAHDETİN’’ oluşturulamamasının sebeplerinden birisinin toplumda varlığını sürdüren bazı STK’lar (Sendikalar, Dini kuruluşlar, Düşünce kuruluşları, Gençlik dernekleri, Vakıflar, Dernekler v.s.) tarikat, grup ve cemaatlerdenbirçoğunun tamamen atıl olmasına bağladım. Ancak bizi ilgilendiren tarafı ‘‘tevhidi bilince sahip olduğu düşünülen bu kuruluşlardan bazılarının yöneticilerinin şûrave akabinde istişare (meşveret)” konularında bir defa dahi olsa acaba neden kendilerini adam akıllı sorgulamadıklarını düşündüğüm içindir ki, bunları birkaç makalede beyan etme lüzumunu hissettim.
Geçenlerde tam da bu konularla hemhal olurken, lise 1. sınıfa giden oğlum Ali İmran, maddenin üç halini sormuştu: “Ben ne bileyim maddenin üç halini?” dedikten sonra hemen sıralamıştım: “Katı, Sıvı ve Gaz.” Yok, baba öyle değil derken, kendisi saymaya başlamıştı bile: “Eroin, Kokain ve bir de Cıgara.” Peki, baba bana üç harfli isimlerden de üç canlı sayabilir misin? “Cin, İns ve üçüncüsünü…(!) Hatırlayamadım” dediğimde ise, baba üçüncüsü “ego” demişti. Ne alakası var, demeye kalmadan, ‘‘ego’’ kelimesini ince bir çizgiyle hesap gününe bağlamaya çalışırken dalıp gitmişim.
Hepimizin gün gelip fani dünyanın süfli arzularına kapılıp farklı farklı mecralara savrulup patır patır dökülebileceğimizi düşünerek mahzunlaşıp duygulanmıştım. Yıllar sonra bir daha asla geri dönmeyecek olan gençliğimiz ve yaşadıklarımız mazilerimizde dipdiri hatıralar olarak kalacak… Çocukluğumun aroması işte öylece karşımda duruyor. Yoksa değişen sadece ben miyim, biz miyiz? Meğer yıllar bizden ne çok şey alıp götürmüş. Yaşlanırken, şûra gibi olumlu düşünceleri ‘‘nokta kadar akılla düşünemeyen olumsuz insanlara’’ beyan edemediğimin getirdiği yorgunlukla yaşımız epeyce ilerleyip 65 olmuş. İnceden inceden sızlanmama rağmen, arkadaşım: ‘‘Hayır! Yaşın ilerledikçe değil, kalbin yara aldıkça yaşlanırsın’’ demişti. Elbette ne çok ihtiyacımız var kalbi yaralanmışların bu çağda kardeş olmanın farkına varmalarına. Sonunda yine O’na döneceğiz. ‘‘Bu anlamda bizler yarının ölüleriyiz, öyleyse kimliğimizi abartmanın ne anlamı var! Bunları düşündükçeego mu kalır insanda?’’
Rasulullah (sav)’in Kur’an olan ahlakında ‘‘ego’’, siyer kitaplarında benzer anlamda çokça yerilerek yer bulmuşken, günümüzde EGO sadece (Ankara) Elektrik, Gaz, Otobüs bilgisine atfen sığ bir anlamdan öteye geçmemiş, her nedense özlerinde tavan yapan egoyu anlamıyla kullanan kul bunu idrakinden vareste tutmuştur. Asıl sorun egonun liyakatsiz kaptanlarında olduğu açıkça bilindiği halde, bu büyük sorun görmezlikten gelinmiş, otobüsün içindeki yolcular suçlanırken, hareket edemeyen ego otobüsü çoktan HEK (hurda malzeme ve ekonomik yaşını doldurmuş taşıtlar) durumuna atılmıştır.
Esasında ego;‘‘insanın kendisini BEN sandığı durumdur.Benlik,Bencillik ve Ben gibi ifadeleri karşılamakla birlikte özgüveni düşük insandır, hatta kimsesizliktir. Ben kimseden özür dilemem. Ben kimsenin ayağına gitmem. Ben hata yapmam. En iyiyim. En başarılıyım. En bilgiliyim. Varsa yoksa ben ben ben, ene ene ene…’’ Enemiş! Yerin dibine batsın!Egonun bir fazlası da KİBİRDİR. Kibir çoğunlukla‘‘kendini beğenme, başkalarından üstün görme, büyüklenme ve gurur olarak da ifade edilebilir.’’ Aslında kibir ‘‘bele bağlanmış bir taş gibidir, onunla ne yüzülür ne de uçulur. Zaten uçan balonların gururu da, iğnelerle karşılaşıncaya kadar sürer. Karşılaşınca da çatlayıp patlayıp yere yapışıp gider.’’
Ancak vahdetten bihaber olanlar ‘‘her şeyi ben bilirim’’ mantığıyla nerede duracağını bile kestiremeden debelenip dururlar! Asıl soru şu: ‘‘benmerkezcilik’’, nereden gelip içimize yerleşmiş? Bu nasıl bir sosyoloji ki insanları “her şeyi ben biliyorum” noktasına kadar getirmiş? Peki, böyle düşünen bir toplumu acaba ne bekler? Tamamen felaketler bekler. Neden? ‘‘Eskir diye beynini hiç kullanmayanlar var da ondan. Çünkü cahil, her şeyi bildiğini zanneden, burnu havadabir ukalalığa sahiptir.’’
Evet, Kemalist sistemi hep birlikte bağıra çağıra eleştirip Kur’an’a ve Sünnete aykırılıklarını anlatalım eyvallah, iyi güzel de! Ancak günümüzde onlar politikada rahatlıkla sistemlerinin yöneticilerini 3-5 ay veya 3-5 yılda bir değiştirip kan tazelerken, biz Müslümanlar olarak, acaba neden şûra ayetlerinden bağımızı koparmaya çalışıp da değişmeden, değiştirilmeden 10 yıllardır emekle kurulan yapılar üzerine öylece çöreklenip kaldık? Yoksa kendimizden başka ‘‘bir bilen’’ daha yok mu? Neden bu yapılarda artık çocuklarımız yok, arkadaşları yok, arkadaşlarımız yok, gençlerimiz yok! Peki, neden tecrübeli ancak metal yorgunu, yaşlılıkta kemale ermiş olanlarımız, zamanla tecrübelerini aktaracağı gençlere yönetimde yerlerini devretmezler? Yoksa ölünce mi onlara güneş doğacak? Öyleyse neden kendilerini takip edecek gençler yetiştirmezler? Yetiştirmek istemezler?
Az sayıdaki kaliteli insanlarla birlikte olmak yerine hepsi benim olsun torba dolsun,Buhl (92/8):bende var, onda olmasın gibi neden hep bir ego özlemi var içimizde? Acaba paylaşamadığımız nedir ki? Şûranın aksine, kişi hakkında tek başına karar verirken ‘‘olur, ben ona güveniyorum anlayışı’’, birlikte görev üstlenen diğer kişilere güvenmiyorum anlayışını getirdiği neden bilinmez? Bu nasıl bir anlayış! Böyle bir şey olabilir mi? Allah için soruyorum? ‘‘Bu yönüyle her türlü grup, cemaat ve tarikatlarla aralarında acaba ne gibi farklar olabilir, bilen var mı?’’
Hümeze 104/1.ayeti ‘‘Veylün’’ diye başlar. “Veyl”kelimesi birçok ayette, insanlar için olumsuz yönde, genellikle de cehennemlikleriçin kullanılan birkınamaifadesidir. Dolayısıyla‘‘Veyl:Kınama, öfke, tehdit, helak ve elem verici azap”ifade eden bir kelimedir. 4. ayet ise; şımarık ve kibirli bir tutum içerisinde insanlara hava atanların, parasını egosunun şişkinliğine borçlu olup hayatını istikbara dönüştürenlerin, bunun faturasını Hutame cehennemine atılmakla ödeyeceklerini beyan eder.
Günümüzde nice insanlar vardır ki sahip oldukları kibir ve hırsla cemaati tarafından sınırsız, kontrolsüz ve sürekli bir biçimde baş tacı edilmek, tek söz sahibi olup popülaritesini sürdürmek, hakkında devamlı konuşulmasını sağlamak gibi halleri kendilerine bir hakmış gibi görürler. Böyle kişiler ‘‘kibirli’’ bir tutum içerisine girerek etrafındakileri daima yargılar, kendisinin onlardan daha iyi olduğunu kanıtlamaya çalışırken nice insanları daderinden üzüp gönüllerini kırarlar.‘‘Mallarıyla, makam ve mevkileriyle, el kol hareketleriyle, kaş ve göz işaretleriyle insanlarla alay edip dünyada gönül kırdıkları için, hesap gününde onların Hutame cehenneminde gönülleri kırılacaktır.’’ Doğrusu ‘‘Hutame’nin’’ bir benzeri ‘‘Hateme’’ kelimesi de ‘‘kırıp geçirmek’’ gibi bir anlamla, gönül kıranların gönlünün kırılacağını ifade eder.
Bu nedenle de gönülleri yakan bir cezaya çarptırılıp, suçlarına denk bir ceza verilecek, cezanın türü ve ağırlığı, işlenen suçun türü ve ağırlığına uygun olacaktır. Unutulmamalıdır ki, Rabbimiz (azze ve celle) ‘‘ihmal etmez sadece imhal eder, yani ceza vermeyi ihmal etmez ancak tehir eder.’’ Sürekli yanan bir ateşte, yandıkça yakılan bir insan için yaşamaktan, hayattan elbette ki söz edilemez. Cehenneme gidenler, ölümle işin bitmiş olmasını arzu edecekler, ancak nafile. Dolayısıyla bu ayete ve Müddessir 74/2. ayetine: ‘‘beyne acı veren, insanın derisini kavuran cehennemde ölmeyecekler ki dirilsinler” ifadesine‘‘Sekar cehenneminin’’ bu anlamı da verilebilir.
Hatta bunlardan bazıları da vardır ki yüksek bir ego ile insanları da yönetmeye kalkışırlar. Haşa! Küçük dağları kendilerine nispet etme cakasından, emri ben veririm havasına kadar hep kendilerini ispatlama derdinde olurlar. Bu bağlamda tribünlere oynarken şan şöhret uğruna yaptıkları hiçbir işten hayır gelmeyeceğini bildikleri halde ‘‘kalp kırarken nedense egolarını kırmaya hiç mi hiç yanaşmazlar.’’ Çünkü bunlar hepten tüm insanlığı değiştirmeyi düşünürler, düşünürler de velakin neden önce kendilerini değiştirmeyi hiç düşünmezler?
Aslında bu türden insana pek çok yerde, özellikle de STK’larda rastlamak mümkündür. Genellikle bunlardan birine intisap eden avamdabile ego göze çarpar. Çoğunlukla da STK, cemaat, grup, tarikat, teşkilat ve kooperatif gibi yerlere baş olanlarda egonunkatmerleşmesi hali çok daha fazla görülür. Ancak insanın egosu yüksekse yönettiği kuruluşa da zarar verir, hatta orayı tuz buz ederek hem kendisini dağıtır ve hem de orayı dağıtıp perişan edip gider.
Egosu yüksek birçok insan vardır ki, bunlar kendilerinden bahsetmeye bayılırlar ve karşısındakini asla dinlemeye tenezzül bile etmezler. Eğer karşısındaki insan az da olsa mantıklı bir bilgiye sahipse onu zaten hiç dinlemeden hemen konuyu değiştirirler. Çünkü kendileri o fikirleri akıl edememiş olmanın egolarında oluşturduğu yıkıma dayanamazlar. A.Einstein: ‘‘Egonun sebebi cehalettir. Çünkü ne kadar çok bilgi o kadar düşük ego, ne kadar az bilgi o kadar yüksek ego.” Ve yine‘‘Cahil insanlar kendilerini mükemmel görmeye, zeki insanlar ise yeteneklerini hafife almaya eğilimlidirler’’ der.
Esasında ego; yalnızca kendinizi dinlemenizi ve kendi bildiğinizi yapmanızı ister. Ancak bu durum etrafınızdaki liyakat sahibi insanların tecrübelerine ve tavsiyelerine kulak asmamak noktasına kadar gider. Eğer egonuzun şişirilmesinde hep yanınızda yer alan birilerine aşikâre daha çok ilginiz olacaksa, bunlar büyük ihtimalle sizin için yanlış insanlar olacaktır. Dolayısıyla tecrübelerim doğrultusunda ifade etmek isterim ki; tevhidi bilince sahip bazı STK, grup ve cemaat yöneticilerinin gençlerin önünü açmadığı/açamadığı gibi, vahdetin önünde kurulan en büyük engelin yine kendileri olduğu bilinen bir hadisedir. Çünkü her lider/komutan! grup ya da cemaatini önünde saf düzeninde görmek isterken hem de başka grup ve cemaatlere ‘‘kendinize gelin demek yerine, sadece bana gelin, birlikte olalım, birleşelim’’ derken egosunu önü alınamaz bir şişkinliğe sürükler.
Oysa bir başkanın yaşarken en büyük nimetlerinden birisi, etrafında kendisine nasihat edecek, gerektiğinde yönetimi/yönetimini eleştirebilecek, kendisini günahtan koruyacak, cennete çağıracak tevhid ehli yoksul birilerinin de hep yanında olacağını bilmesi ve istemesidir. Yok, istemem der, onu da yanınızdan uzaklaştırırsanız ve ‘‘eğer camdan kulede de oturuyorsanız, tevhidde vahdete gönül vermiş dostlarınıza taş atmaya ne gerek var?’’ Bu düşünce üzerinde karar kılanlar için Eba Müslim Horasani şöyle der: “Zararlarından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşmanlar dost olmadı, fakat uzaklaştırılan dostlar düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları da mukadder oldu.”
Eğer sizin için doğru olan insanları kendinizden uzaklaştırırsanız, ilgi göstermediğiniz ve her bir ihtiyacına duyarsız kaldığınız o yoksul insanların büyük çoğunluğu kendilerini yanında iyi hissettikleri kişilerle birlikte olup, camdan kulenize hep taş atmak isterler. ‘‘Ve bir gün siz zamanı gelip, yaşınızı doldurup gittiğinizde, geriye dua yerine, sadece yaşattığınız hayal kırıklığı, hüsran ve düşmanlık kalır…’’
Burada ifade edilmek istenen şudur: Bulunduğu grup veya cemaat içinde kendini ve kendi inancını ilgilendiren konularda görüşünü ifade edemeyen, görüşüne değer verilmeyen fert, sağlam bir kişilik ve karaktere sahip olamaz. Bu da kişiliğinin gelişmesinde önemli bir engeldir. Bu durumda onun sahip olduğunu sandığı nitelikler de aslında başkalarına ait olacaktır. Tarikatlar gibi yapılanmış cemaatlerde başkana abd olup bir nevi tarikat şeyhine gösterilen ilginin benzerini, onu kutsayarak gösterenler hak etmediği bir saygınlığa sahip olurken, diğer bazılarının da hak ettiği değer, ilgi ve saygınlığı görmemiş olmalarıdır. Oysa ferdin fikirlerini ifade etmesine imkân sağlanması, görüşlerinin dinlenmesi, görüşlerine başvurulması hatta görüşlerine değer verilmesi, onların kişilik olarak kendilerinin değerli ve fikirlerinin de önemli olduğunun en bariz örneğidir.
Öyleyse dünyada Allah (subhanehu ve teala)’nın istediği biçimde bir hayat yaşamak zorundayız.Dünyada çok para, çok insan, mal, mülk, makam, mevki ve her türlü gösteriş peşine takılarak, dünyayı kucaklama sevdasına kapılarak ve dünyaya kazık çakma cinnetine tutularak, Allah’ın Kitabı’ndan habersiz bir hayatın içine düşmekten kendimizi, evlad-ı iyalimizi kurtarmaya çalışalım. Asla insanlara tepeden bakmaya, yoksulları hor görmeye, insanları bunlarla değerlendirmeye kalkışmayalım. Ve asla Allah (subhanehu ve teala)’nın Kitabı’na ve Rasulü (sav)’in sünnetine karşı eyvallahsız davranmayalım.
Aslında yeryüzünde kendi kendine yeteceğini zanneden emperyalist müstekbirler kaygan zeminde ilerlerken, hep hakkı gösterecek, doğru yol üzerinde yürümemizi kolaylaştıracak Kitab’a ve yine bu yolda şaşırmamak için bizi uyarıp haber verecek Muhammed (as) gibi bir rehbere ne kadar da çok muhtacız. Öyleyse burada Allah (subhanehu ve teala)’nın istediği kulluğu ifa ederek imtihanı kazanıp kendimizi bu ateşten kurtarmaya bakalım. ‘‘Şunu da iyi biliyoruz ve diyoruz ki: biz Rabbimizi seviyoruz, çünkü Rabbimiz Allah yarına bırakır, ama kesinlikle yanına bırakmaz.’’ Bu da böylece biline…
İNŞAALLAH DEVAM EDECEK…