Şahin ÖZDAŞ
ŞÛRA VEYA VAHDETİ ÖZLEMEK -II-
Hani kendisini bulunmaz Hint kumaşı sanan egosu yüksek minik tavşana babası “Artık sen daha da büyüdün, diğer yavrularımın abisi de oldun, hadi ormana çık dolaş ve diğer hayvanlarla da tanış” demiş. Tavşancık da gezerken önce bir kurt köpeği görmüş ve sormuş: “Sen nesin?”, o da “Kurt köpeğiyim” diye cevap vermiş. “Nasıl yani?”, “Kurt olan annemle köpek olan babamın birlikteliğinden doğmuşum işte.” Yavru tavşan “Hııımm enteresan!” diye kafa sallayıp yürüyüşüne devam etmiş ve katıra rastlamış: “Sen nesin?”, “Ben katırım”, “Nasıl yani?”, “At olan babamla eşek olan annemin birlikteliğinden ben doğmuşum.” İyice şaşıran yavru tavşan, yine “Hıımm enteresan!” dedikten sonra yürümeye devam etmiş. Bu sefer karşısına devekuşu çıkmaz mı? İlginç görünüşlü bir hayvan! Tavşancağız ona da “Sen nesin?” deyip, “Devekuşuyum” cevabını alınca kükremiş: “O kadar da değil!”
1998 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinden, emekliliğime 2-3 ay gibi bir zaman kala atıldıktan sonra 25 yıla yakın bir zaman oldu, Ankara’da ikamet etmekteyim. Bu zaman zarfında ne Ankara’nın ismine ne de yerleşim yeri olarak Ankara’ya alışamadım. Bizim gibi İstanbul’un manevi havasını ciğerlerine çekmiş insanların Ankara’da mukim olması gerçekten zor bir iş. Ne var ki öncelikle gönül dostlarım ve akrabalarımla yaptığım istişareler sonucu Ankara’da ikamet etmem noktasında “inşaAllah daha hayırlı olur” sonucu çıktığından, biz de Ankara’yı mesken tuttuk. Tarihe baktığımızda Osmanlı, Ankara ismini “Ankara” olarak kullandığı gibi “Engürü (üzüm)” olarak ta kullanmıştır. Ankara adının Grekçe dilinde; “Agheridha (koruk)”, “Anguri (salatalık)” kelimesiyle ilgisi olduğu da söylenmektedir.
İstanbul Ümraniye’de bulunduğum 1988-94 yılları arasında tanıştığım cami görevlisi İmdat Kaya hoca Ankara’ya, laik sistemin muhafaza ve devamının sağlandığı ve koruma altına alındığı bir yer olması hasebiyle “Ennn kara”, Çankaya’ya ise cami bulunmaması sebebiyle “Çannn kaya” derdi. Zaten İstanbul’dan Ankara’ya misafir gelen birine sormuşlar, “Ankara’nın neyini sevdin?”, adam cevap vermiş “İstanbul’a dönüş yolunu…”
İşte 30 yıl içinde bulunduğum iki tarikatı (yolu) saymazsak, sonrasında günümüze kadar gelen 25 yıl içinde gerek sağ, gerek sol tandanslı, gerekse kavmiyetçi, muhafazakâr, liberal, demokratik, insan hakları eksenli vb birçok STK’ları ve yöneticilerini yahut da tevhidi bilince sahip olduğu kabul edilen bazı grup ve cemaat yöneticilerini yakinen tanıma imkânım oldu. Hatta üç-beş yıl bir derneğin (ASDER) Ankara şube başkanlığını da yaptım. Daha sonra o derneğin Ankara şubesinin kurucu onursal başkanı bile oldum. Fakat neticede günü geldi, zamanı geldi, benden daha ehil kişiler mutlaka vardır ya da inancıma uyuyor mu diyerek, bazı arkadaşlarımın bırakmamam yönündeki ısrarlarına rağmen başkanlığı bıraktım. Zaman zaman da olsa, bıraktığım dernek yönetim kurulunun alacağı kararlar hakkında görüşüm sorulduğunda, görüşlerimi rahatlıkla ifade etmekteyim. Ama yine de benim görüşlerim temel alınmayabilir. Normali de zaten budur ve yönetim kurulunun (Şûra’nın) hakkıdır da.
Şunu çok iyi bilmek gerekir ki; kendilerini İslam ümmeti bilinci içinde görmek isteyen STK, teşkilat, grup ve cemaatler, bir Türk Hava Kurumu, bir Türk Kızılay Derneği ya da bir Türkiye Şoförler Derneği gibi laik sisteme göbek bağıyla bağımlı ve bu sistemin ürettiği partiler ayarında kendilerini göremezler. Hatta bunların geçmişte 30-40 yıl başkanlıklarını yapmış Kemalist sistemin adamları gibi, kendilerini değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek bir benmerkezcilik içinde, layüsel olarak ta göremezler, görmemelidirler. Layüsel: “Kendisine soru sorulamaz, kendisinden hesap sorulamaz, mesul tutulamaz, başına buyruk hareket etme’’durumudur.
Evet, vahdet; birlik, beraberlik, birleşmek, birlikte olmak, dayanışma içinde olmak anlamlarına geldiği gibi, yeryüzündeki Müslümanların tek hedef için aynı duygu, aynı his, aynı yürek, aynı kalp gibi bir ahenkten doğan tek bir vücut olması, birleşmesi manasına da gelir. Aynı zamanda vahdet; Müslümanların ortak düşmanlarına karşı vahyin öncülüğünde omuz omuza vererek, emperyalist kâfirlere, zalimlere, tağutlara karşı tevhidi düşünceyi hâkim kılmaları için bir araya gelmeleri, güçlerini birleştirmeleri ve birlikte hareket halinde olmaları demektir. Aslında vahdet, tevhid kelimesi ile aynı kökten gelir. Vahdet ve tevhid arasında kopmaz bir bağ vardır. Bir anlamda tevhid, birlemek; vahdet ise birlikte olmak demektir. Dolayısıyla; Allah (subhanehu ve teala)’yı birlemeyen kimsenin tevhide iman edenlerle birleşemeyeceği gibi; vahdet ahlakından mahrum insanın da gerçek muvahhid olması beklenemez.
Bu nedenle ‘‘sorgulanamaz ve değiştirilemez’’kelimeleriekseriyetle Kemalist sisteme ya bir diktatöre ya bir oligarşiye ya da devlet içinde yapılanmış ancak resmi hüviyete sahip olmayan gizli bir örgüte atfen kullanılırken, maalesef bu ifadeler artık bir araya gelemeyen, ‘‘vahdet”ten uzak grup, cemaat ve yönetimleri için kullanılır olmuştur.
Bu bakımdan bizler İslami devlet özlemine giden yol üzerinde bir teşkilat, grup veya cemaat olarak hala daha bir araya gelip birbirilerimizin ehil olduğu yönleri ortaya çıkarıp kişileri ehil oldukları işlerle sorumlu tutmuyorsak ve onunla istişareyi önemsemiyorsak ya da göstermelik olarak piyasa malı gibi algılıyorsak, bırakın devlet olmayı, bir araya gelmiş kâmil bir topluluk bile olamamışızdır. Oysa İslâm dininde şûra, hem idare edenlerin hem de idare edilenlerin mutlaka uymaları lazım gelen hayati bir esastır. Peki, öncelikle şura heyeti ve idare eden (başkan, yönetici) nasıl seçilecek?
Vahdeti özleyen ve İslam’ın devlet tasavvuru gibi bir fikir beraberliği içinde birbirlerini çok iyi tanıyarak bir araya gelen cemaat kurucuları Müslümanlar, kendi içinden şura heyetini (Yönetim Kurulunu) ve yine birbirlerini çok iyi tanıyan şûra heyeti ise kendilerinden üstün bir fıtrat, seviyeli bir dimağ, yüksek bir fakih ve lider vasıfları olduğuna kanaat getirdikleri kişiyi kendilerine idareci (başkan) olarak seçerler. Başkan; siyaset, idare, teşri (ilkeler, maddeler) ve toplumla alakalı daha pek çok meselede şûra heyeti ile istişarede bulunmakla, heyet ise kendi görüş ve düşüncelerini idarecilere bildirmekle sorumlu tutulmuştur.
Hatta daha da ilerisini ifade edeyim ki; uhdesinde “hukukun” olduğunu iddia eden STK’lar veya devlette esas olan, kurucular kurulu, yönetim kurulu, denetleme kurulu, disiplin kurulu, başkan veya hükümet yahut cumhurun başkanı ya da İslami literatürde Halife namıyla devlet başkanı dahil hiçbir kurul ve hiçbir kimsenin “hesap verme” şartından kesinlikle münezzeh olmamasıdır. Dolayısıyla topluca bir araya gelinerek gerek seçim ve gerekse de teşri konuları gibi herhangi bir hususta verilebilecek kararların isabetli olabilmesinin ilk şartı, mutlaka ‘‘istişare’’ olmalıdır. Eğer herkes kendi görüşünü açıklar. Karşılıklı itiraz, tenkit ve tartışmalar olur, iddialar ispat edilir ve en isabetli olan görüş herkesin oybirliği ile kabul edilirse, böyle istişare genellikle hatadan uzak kalır.
İyiden iyiye düşünülmeden, başkalarının fikir ve tenkitleri alınmadan, alınsa bile umursamaz bir tavır takınılarak ‘‘dediğim dedik, çaldığım EGO otobüs düdüğü’’ kabilinden, fert ve toplumla alakalı verilen kararlar çok defa hüsran ve fiyasko ile neticelenir. Hatta ayet ile sübutu kat’i olan ‘‘istişarenin’’,sadece göstermelik bir hale getirilerek alınan kararların yine lider tarafından ‘‘çevir kazı yanmasın, padişah uyanmasın’’ ayak oyunlarıyla değiştirildiğinde yönetimde bulunan diğerleri tarafından herhangi bir eleştiriye tabi tutma cesareti dahi gösteremeyen kuzulardan tık sesi dahi çıkmadan onaylandığı rahatlıkla görülebilir.
Hele hele şûraya kim tarafından seçildiği veya getirildiği belli olmayan kişiler getirilirse ya daüst konumunda görmek istediklerini aşamadığı halde, kendisini ispat etme yönünde ilerlemeye çalışanbirilerinin yönetime getirilmesi acaba mücadeleye ne gibi bir fayda sağlayabilir? Elbette ki sağlayamaz, ancak bu da ‘‘Yönetim kurulunun; kutsanan liderin benmerkezciliğinden, haşmetinden hışma uğrayacağı çekincesi içinde olmaları, o cemaati önü alınamaz hüsranlarla baş başa bıraktığı gibi, yöneticinin (başkanın, liderin) en yakını saydıkları kişiler tarafından bile terk edildiği ve yalnızlaştırıldığının örnekleri her daim ve sıkça görülebilir, görülecektir de!’’
Eğer herhangi bir işe azmetmeden evvel, akıbet güzelce düşünülmez, bilgi ve tecrübe sahipleriyle de görüşülmezse, hayal kırıklığı kaçınılmaz olur.Bu nedenle öncelikle başkanın, Rasulullah (sav)’in sünnetini örnek alması, sonrasında ise istişare konusuna göstermelik olarak değil, sevap bilinciyle ve tam bir titizlikle yaklaşması gerekmektedir. Başkan veya idareci (yönetici) Allah (subhanehu ve teala) tarafından ilhamla beslendiğini zannetse (!) bile, yine istişare etme zorunluluğu altındadır.
Samimiyetle söylüyorum ki eğer bize ‘‘İslami kuruluşlar’’ diye lanse edilen yapıların yöneticileri kendilerini kutsallıktan azade kılıp aradan çekilebilmeyi göze alıp da bu halden kurtulmaya azcık da olsa gayret etseler, bu topraklarda yaşayan Müslüman kardeşler çok daha rahat bir istişare ile “Tevhidde vahdet, vahdette uhuvvet, uhuvvette devletioluşturabilirler.”
Aslında, bugüne kadar istişareyi görmezlikten gelen veya göz ardı eden (İslami hassasiyetlere sahip olundukları bilinenler dahi) hiçbir yapı iflah olmamıştır. Zaten Rasulullah (sav) de ümmetin kurtuluş ve geleceğe yürümesini, “İstişarede bulunan kaybetmez” sözleriyle meşverete bağlamış ve hakkında NAS varid olmayan her meseleyi istişare etmiştir. Onca ziyaretler, paneller, konuşmalar, sohbetler, birliktelikler ve değişik sahalarda ileri gidilmesine rağmen, istişare mevzuunda o gün ulaşılan noktanın ilk harfine henüz ulaşabildiğimiz söylenebilir mi? Hayır hayır! Kesinlikle söylenemez.
Sonuç olarak diyeceğim şu ki, gelin kardeşler, gelin dostlar, istediğimiz, aradığımız ve özlediğimiz vahdeti Ankara’dan başlatıp dünya Müslümanlarına ve dolayısıyla Türkiyeli tevhidi bilinci yakalamış grup ve cemaatlere örnek olalım. Bunun için öncelikle Ankara’ya yerleşmiş ümmet bilincine sahip birkaç dernek veya vakıf bir araya gelelim ve birlikte hareket edelim. Hep şura ile istişare ile.
Rabbimiz (azze ve celle) hakikatin apaçık delilleri geldikten sonra parçalanıp ayrılarak birbiriyle ihtilafa düşenlerin korkunç azabına bizleri müstahak eylemesin. Yeniden Vahdet’te buluşmayı bizlere nasip etsin, Allahümme amin…
İNŞAALLAH DEVAM EDECEK…