Tasavvuf profesöründen, Rasulullah`a `Fusûsu`l-Hikem` iftirası
Marmara Üniversitesi Tasavvuf Anabilimdalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, vahdet-i vücud sapkınlığının öncü isimlerinden Muhyiddin Arabi`nin sapkın yaklaşımlarını içeren `Fusûsu`l-Hikem` adlı kitabının Allah Rasulü tarafından ona yazdırıldığını öne sürdü. Kılıç, Yeni Şafak Kitap Eki`nde yayınlanan söyleşisinde şu hezeyanı dile getirdi: `Peygamberimiz İbn Arabî`nin manasına, rüyasına giriyor ve ona, “Bu kitap hikmetlerin menbalarını, yuvalarını gösteren bir kitaptır, bunu al ve ehline anlat” der. Yani Fusûsu`l-Hikem`in asıl kaynağı Peygamberimizin İbn Arabi`ye mana âleminde bildirdiği bilgilerdir. Bundan dolayı da yoğun bir metafizik vardır kitapta.`
Marmara Üniversitesi Tasavvuf Anabilimdalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç ve öğrencisi Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdurrahim Alkış, İbn Arabî'nin en önemli eserlerinden Fusûsu'l-Hikem'in en eski nüshasının tıpkıbasım ve tahkikli neşrini yayınladılar. Oxford'ta bulunan Muhyiddin Ibn Arabi Society şeref üyesi olan Prof. Kılıç ile İbn Arabî'yi, düşüncelerini ve Fusûs'u konuştuk.
İbn Arabî nasıl bir ortamda yetişiyor?
İbn Arabî, Endülüs'te, Mürsiye'de doğuyor 1165'te. Evvela aile ortamından başlayalım: İbn Arabî babası Kur'an okuyan, fıkıh ve hadis ilmiyle uğraşan, aynı zamanda meşhur filozof İbn Rüşd ile arkadaşlık eden bir zat. Annesi ise Ensar soyundan, Amcası ve dayıları da devrin önemli sufî ve siyasî şahsiyetlerinden. Hal böyle olunca İbn Arabî'nin zahiren yetişmesinde evvelemirde bu aile ortamının tesiri olduğu söyleyebiliriz. Şunu bilelim ki İbn Arabî manevî ilimlerde meşhur olmadan çok önce zahirî ilimlerde behresi olan bir alimdi. Hatta dönemin Endülüs muhaddislerini anlatan tabakatın içerisinde bir hadis âlimi olarak onun da ismi geçer.
“Fusûsu'l-Hikem”i ne zaman yazıyor?
1230 yılında Şam'da bulunduğu esnada tohuma durur bu kitab. Peygamberimiz İbn Arabî'nin manasına, rüyasına giriyor ve ona, “Bu kitap hikmetlerin menbalarını, yuvalarını gösteren bir kitaptır, bunu al ve ehline anlat” der. Yani Fusûsu'l-Hikem'in asıl kaynağı Peygamberimizin İbn Arabi'ye mana âleminde bildirdiği bilgilerdir. Bundan dolayı da yoğun bir metafizik vardır kitapta.
Muhtevası nedir bu kitabın?
Fusûs, 27 peygamberin her birinin hikmetlerini anlatan 27 bölüme ayrılmıştır, yani Hz. Âdem ile başlayıp Hz. Muhammed ile biter kitap. Ancak bölümler arasında kronolojik bir akış yok. Muhtevaya gelirsek, biz peygamberlerin sadece siyer ilminde yani tarih kitaplarında konu olduğu kadarı ile beşerî hayatlarını okuruz ki, bu tarihsel bilgidir. Fakat her peygamberin bir de dikey tarihi vardır. Yani her peygamberin manevî, metafizik keyfiyyeti vardır. Birinde olan özellik diğerinde yok. Ortaklıklar var, ayrılıklar var. Nedir Hz. İdris'i Hz. İbrahim'den ayıran? Hz. İbrahim'i Hz. Üzeyir'den ayıran... Makam-ı Muhammediyyet nedir? V.s Bütün peygamberlerin manevî anlamda kendilerine has hususiyetleri var. Bunların isimlerinde gizlenmiş olan hakikatler var. İşte Peygamber Efendimiz, her bir peygamberin hususi hikmetlerini İbn Arabî'ye bildirmiş ve “ehline öğretmek” üzere kendisine destur vermiştir. İbn Arabî'nin kendi ifadesiyle söylersek bu kitap, “nefsin yol açtığı garazlardan münezzeh bir mukaddes makamdan gelmiştir”.
İbn Arabî'nin diğer eserlerinin içinde Fusûs'un yeri nedir peki?
Aynı zamanda tasavvuf düşüncesinin klasik kitaplarından biri olan bu eseri İbn Arabî'nin bütün fikirlerinin bir özeti gibi düşünebiliriz. Fusûsü'l-hikem, “yüzük kaşı (yuvası), göz bebeği, eklem yeri” gibi anlamlara gelen fass kelimesinin çoğulu 'fusûs' ile hikmetin çoğulu 'hikem' kelimelerinden meydana gelmiştir. “Hikmetlerin yuvaları” demek yani.
Sizin yayınladığınız nüshanın diğerlerinden farkı nedir?
Bizim yayınladığımız nüsha, eserin Sadreddin Konevî tarafından yazılan, 1233 tarihli ilk nüshası. Bugün Türk İslam Eserleri Müzesi'nde muhafaza edilen bu nüshayı Hz. Pir talebesi, evladı Sadreddin Konevî'ye dikte ettirmiş, imla ettirmiştir. Sonra Konevi yazdıklarını İbn Arabî'ye okuyup mukabelesini yapmışlardır. Yani İbn Arabî'nin onayından geçen nüsha olduğunu söyleyebiliriz. Biz kitapta hem bu nüshanın tıpkıbasımına yer verdik, hem de tahkikli bir neşrini yaptık. Daha önce Mısırlı alim Ebü'l-Alâ el-Afifî'nin hazırladığı bir tahkikli neşir vardı. Ancak bu neşirde bizim yayınladığımız Konevî nüshası görülmediği için çok sayıda fahiş hata yapılmıştır. Biz bu hataları kitabın başına koyduğumuz girişte gösterdik. Bundan sonra Fusus üzerine çalışacak olanlar, bu metne dayanarak hareket etmelidir.
Bizim kültür coğrafyamızın İbn Arabi'ye ve eserlerine bakışı nasıl?
Öncelikle şunu söyleyeyim: Malatya, Sivas ve Konya'da geçirdiği yaklaşık 10 yıl boyunca Anadolu ve İran coğrafyasından pek çok talebe onun ders halkasına katılıyor. Bundan dolayı İbn Arabi'nin görüşlerinin yaygınlık kazanması ilk takipçileri Sadreddin Konevî, Abdurrezzak Kâşânî, Müeyyededdin el-Cendî, Davud el-Kayserî gibi kimseler eliyle, daha çok Anadolu üzerinden oluyor diyebiliriz. Osmanlı'ya gelirsek, en üst devlet ricalinden medrese erbabına kadar bir İbn Arabi tesirinin varlığı çok açık. Füsus'un en eski şerhlerinden birinin yazarı Davud el-Kayseri, İznik medresesi başmüderrisidir. Osmanlı'nın daha kuruluşundan itibaren İbn Arabi ile arasında kadim bir irtibat var. 16. yüzyılda Sultan III. Murad bu kitabın tercümesini emrediyor devrin âlimlerinden Nevi Efendi'ye. Tercüme bittikten sonra da kitabın adını bizzat Sultan koyuyor: Keşfu'l-hicab an vechi'l-kitab. 18. yüzyılda çok ilginç bir atıf var yine İbn Arabî'ye. İran'la yapılan bir görüşme sırasında Osmanlı heyetinin başında meşhur Koca Ragıb Paşa var. İki taraf bir masaya oturuyor ve Ragıb Paşa söze şöyle başlıyor: “Biz ki büyük arif Muhyiddin-i Arabî'nin eş-Şeceretü'n-Nu'mâniye isimli kitabında daha kurulmadan evvel kurulacağını tebşir ettiği o muazzam Devlet-i Aliyye'nin mensuplarıyız. Peki ya siz kimsüz?” Yani “Sen kendini nereye dayıyorsun, meşruiyeti nereden alıyorsun?” diyor onlara ve kendisi referans olarak İbn Arabî'yi gösteriyor. Osmanlı'nın son dönemine kadar “ehli” için Fusus dersleri yapılmış, bu esere şerhler yazan Osmanlı şârihleri çıkmıştır.
Bir de olumsuz bakanlar hatta tekfir edenler var değil mi?
Olmaz mı elbette… Mesela yazıldıktan 2,5 asır sonra aleyhinde 138 fetva verilmiştir. İşte bu kitabı gördüğünüz yerde yakın, yırtın, suya atın vs. Fususü'l-Hikem için İslam dünyasında lehte ve aleyhte hakkında en fazla fetva verilen, kitap yazılan eserdir diyebiliriz. Tabii “reddiyelere reddiye” kabilinden yazılan müdafaanameler de var. Özetle eser, çok dinamik bir yapıya sahip olmuş yazıldığı günden bugüne kadar.
(Söyleşi: Yeni Şafak, Kitap Eki)