Taşgetiren: Demokrasiyle çözülemeyen azınlık zulmü
Ahmet Taşgetiren, bugünkü yazısında başörtüsü yasağı zulmünü konu ediniyor. Yasağın bir azınlık zulmü olduğunu kaydeden Taşgetiren, `Bu zulüm, sözüm ona var olan demokrasiyle, seçimle, Meclis`le, hükümetle falan giderilemeyen bir zulümdür.` ifadelerini kullanıyor.
Ahmet Taşgetiren, bugünkü yazısında başörtüsü yasağı zulmünü konu ediniyor. Yasağın bir azınlık zulmü olduğunu kaydeden Taşgetiren, "Ne yazık ki bu zulüm, mahkeme kararlarına, üstelik insan hakları mahkemelerinin kararlarına bağlanmış bir azınlık zulmüdür. Üstelik bu azınlık, Güney Afrika'da olduğu gibi beyazların siyahlara karşı sürdürdüğü, kitlesel bir toplumsal ayrışmadan değil, devlet adına benimsenmiş bir iradenin topluma dikte edilmesiyle ortaya çıkan, özel üretilmiş bir zulümdür. Üstelik bu zulüm, sözüm ona var olan demokrasiyle, seçimle, Meclis'le, hükümetle falan giderilemeyen bir zulümdür." ifadelerini kullanıyor.
İşte Taşgetiren'in yazısı:
Bu bir azınlık zulmüdür
Ahmet Taşgetiren / Bugün
Evet, bu bir azınlık zulmüdür.
Bu Güney Afrika'da icra edilen ve bütün dünya lanetlediği için ortadan kaldırılan apartheid'den daha kötü bir azınlık zulmüdür.
Ne yazık ki bu zulüm, mahkeme kararlarına, üstelik insan hakları mahkemelerinin kararlarına bağlanmış bir azınlık zulmüdür.
Üstelik bu azınlık, Güney Afrika'da olduğu gibi beyazların siyahlara karşı sürdürdüğü, kitlesel bir toplumsal ayrışmadan değil, devlet adına benimsenmiş bir iradenin topluma dikte edilmesiyle ortaya çıkan, özel üretilmiş bir zulümdür.
Üstelik bu zulüm, sözüm ona var olan demokrasiyle, seçimle, Meclis'le, hükümetle falan giderilemeyen bir zulümdür.
Bu zulmün adı baş örtüsü yasağı zulmüdür.
Bu ülkenin başını şu veya bu şekilde örten tüm kadınlarına karşı icra edilen bir zulümdür.
Üniversite kapısına gelen genç kıza bilfiil, evinde oturana veya sokakta dolaşana ise zımnen uygulanan bir zulümdür.
Üstelik bu zulüm, başını örtmeyen kadınların pek çoğunun bile kabul etmediği, bu yönüyle, azınlığın azınlığı bir kesimin ideolojisini arkasına koyduğu, sistematik bir zulümdür.
Bu zulmün arkasında, toplumu yukarıdan aşağı biçimlendirme iradesi vardır. Onun da arkasında toplumu gerek öz gerekse şekil planında beğenmeme vardır. Bu ilkel yaklaşım, Türkiye'nin bilmem kaç on yılını etkiliyor ve biz 2010 yılında hâlâ genç kızların başındaki örtüyle uğraşıyoruz.
Bir de bu zulmü icra edenler, "Canım yasaksa yasak, hâlâ neden baş örtüsü gibi, kıl-tüy gibi işlerle uğraşıyoruz ki, onlar da açıversin gitsin" diye konuşmazlar mı?
TV kanallarının mikrofon uzattığı ve denge olsun diye yayınladıkları kimi sokak görüşlerine bakıyorum, son derece çirkin buluyorum. Aslında hiçbir düşünceye çirkin demem ama bunlar düşünce falan değil.
Mesela üniversite öğrencisi, kendisi gibi eğitim görmek isteyen bir arkadaşı için, "Onların aramıza girmesini istemem" gibi bir şey söylerse, bu düşünce midir yoksa bu ayrımcı, yok edici bir insanlık aşınmasının yansıması mıdır?
Mesela öğretim üyesi, "Sen karşımda oturdukça ben burada ders vermem"diyor. Bu düşünce midir? Bu okullar, bu ülke, bu devlet birilerinin babalarının çiftliği midir? Bu ülkede, başörtülü genç kız, kadın, birilerinin lütuflarıyla mı var olmaktadır?
Dünyada sığınmacılar için bile şefkat vardır da, bizim ülkemizde, yasal insan haklarından vazgeçtik, birilerinin yüreğinde, başörtülü genç kız için insanlık adına şefkatin zerresi yoktur.
Biz nasıl ülkeyiz Allah aşkına, en yüksek yargı kurumlarımız oturmuş, sayfalar dolusu, "Baş örtüsü serbest bırakılırsa, başını örtmeyenler üzerinde baskı oluşur, öyleyse çoğunluğun başını örtme hakkı ortadan kaldırılsın" diye gerekçe üretmiş.
O AİHM nasıl bir insan hakları mahkemesidir ki, böyle bir gerekçeye onay vermiş.
Hiçbir Avrupa ülkesi için makul kabul edilmeyen bir yasak, kadınların yüzde 70'inin başını bir şekilde örttüğü Türkiye için yargı hükmüne dönüşmüş.
Uluslararası insan hakları raporlarında geç de olsa bir insan hakları ihlali olarak zikredilen baş örtüsü yasağı, benim ülkemde top atsan değiştirilemiyor. Meclis'te kalkan 411 milletvekilinin iradesi vız gelip tırıs gidiyor.
Siz bu durumda kalkıp, bu mahkeme kimin adına hüküm veriyor diye sormaz mısınız?
Üniversite kapısı önünde baş örtüsünü çıkaran, yerine peruk takan ya da hiçbir şey takmayan genç kız görüntüleri on küsur yıldır bu toplumun gözü önünde...
Ben, o görüntülere içi ezilmeden, utanmadan bakabilen bir toplumun yüreğini sorgulamak isterim. O görüntüleri zevk alarak izleyenlerin insanlığını sorgulamak isterim. Bu işkenceyi biz on -belki çok daha fazla- yıldır bu ülkenin çocuklarına uyguluyoruz. İşkenceye sıfır toleransın içine bu aleni işkence girmiyor! Utanç verici!
Sanırsınız ki başı örtmemek ya da etek-bluz giymek ya da şu veya bu tarzda, insanlığın vazgeçilmez gördüğü, ihlal edildiğinde insani parametrelerin berhava olacağı ve dünyada herkesin uygulayıp da tek bizim uygulayamadığımız evrensel bir giyim tarzı var da, biz geç kalmışlığın bütün telaşını, başını örtenlere karşı bir hınç haline getirerek devreye sokuyoruz.
Yüksek yargının yasak gerekçeleri özde bir hınç taşıyor. Dileyen okusun baksın. Onlar yargı kararı değil bana göre, tamamen sübjektif yaklaşımlardan ibaret değerlendirmeler.
Belli ki baş örtüsü İslam'ın bir hükmü. Baş örtüsünün İslam'la ilgisini tahlil etmek ancak Müslümanlar'ın yapacağı bir şeydir ve asla laik bir devletin işi değildir. Bu yönüyle baş örtüsü yasağı, doğrudan doğruya İslami alana tecavüzdür. Bu yönüyle laikliğin, İslam karşıtlığı haline dönüştürülmesidir. Bu yönüyle, aslında İslam'la sorunu olanların, bunu Müslüman toplumla hesaplaşma haline getirmelerinin ifadesidir baş örtüsüne karşı uygulanan zulüm.
Baş örtüsü yasağına karşı çıkmak için illa İslamcı hatta Müslüman olmanız bile gerekmeyebilir. Sadece insan olmak bu yasağın insanlık dışı hüviyetini görmek için yeterlidir.
Ama baş örtüsüne yasağı savunmak için illa ki İslam'a karşı bir tercihin içinde yer alındığı unutulmamalıdır.
Baş örtüsü yasağını bir kere daha tartışırken, herkesin durduğu yeri iyi bilmesi gerektiğini düşündüğüm için yazdım bunları.