05-09-2017 13:02

Tekbiri çalmak, kameti vurmak

Bidayetinden beri, sistemin halka bir şey vermesi, gerçekte ondan kendisinin bin şeyi alması demektir. Dolayısıyla, Tekbir’i çalarken, sistemin müminlerden asıl neleri çaldığına iyi bakmak ve yarın bir davulcunun Kamet’i vurmasına da hazır olmak gerekir.

Tekbiri çalmak, kameti vurmak
Ömer Lekesiz / Yeni Şafak
 
Bayramın hemen öncesinde, sevgili Tosun Köksal Özkan’dan “Zihnim allak bullak. Bugün hangi gazetede gördüm, hatırlamıyorum. Hatırladığım sadece şu başlık: ‘Şehit Cenazesinde Tekbir Çalındı.’ Tekbir çalmak? Zihnim karmakarışık, sâkin düşünemiyorum” şeklinde bir e-posta aldım.
 
İlgili haberleri okumuştum ancak hem Kemalist-Sol medyanın konuya mal bulmuş Mağribi gibi sarılması hem de (güyâ) yenilenen sistemin, kendisine mahsus yeni bir din algısı üretmedeki cüretkârlığından, aymazlığından duyduğum tedirginlik ve bıkkınlık sebebiyle üzerinde durmak istememiştim.
 
Ardından sevgili Yalçın Çetinkaya’nın “Şehid cenazesinde Chopin’in cenaze marşı yerine tekbir… nihayet” başlıklı yazısı çıkageldi (2 Eylül 2017).
 
Çetinkaya’nın yetkin bir müzik adamı olduğu malumdur; dolayısıyla düşüncelerini yakından takip eder, musıki başta gelmek üzere kültür konularındaki yazılarını dikkatle okurum; dostluğumuzun ise, ortak dertleri paylaşabilme, çat kapı istişare edebilme..vb. bakımından apayrı bir değeri vardır.
 
Bunları becit becit söylüyorum ki, şu malum yağmacılar, şirretlik şevkiyle mıncıklayabilecekleri bir mala konduklarını sanıp, “Yeni Şafak’ın yazarları birbirlerine düştü” kabilinden yeni çiğliklere yeltenmesinler.
 
Bunları demekle Çetinkaya’nın zikrettiğim yazısındaki görüşlerine katıl(a)madığımı da belirtmiş oldum. Buna rağmen orada ilettiği değerli bilgiler ve sahibi olduğu kanaatin nedenleri üzerinde durmazsam ona haksızlık etmiş olurum.
 
Çetinkaya, her şeyden önce konuyla ilgili bilgi kirliliğini de izâle edecek şekilde cenaze marşının tarihini ve Türkiye’deki uygulamasını söyle çerçeveliyor:
 
“Protokol cenazelerinde çalınan ve ‘cenaze marşı’ olarak bilinen marş, Frederic Chopin’in Opus 35, 2 numaralı Sibemol Minör Piyano Sonatı’nın üçüncü bölümüdür. Aslında Chopin bunu bir ‘cenaze marşı’ olarak yazmamıştır. Bir akşam üzeri piyanoda bir eser bestelemektedir ve sevgilisi George Sand de Chopin’in piyano başında çaldığı bu eseri işiterek ‘Bu çaldığın nedir?’ diye sorar. Chopin, “Bu bir marş… Daha önce yazdığım sonat pek hoşuma gitmedi, ona bir son ekliyorum’ diye cevap verir. George Sand, “Bu yazdığın marş, bana sanki cenaze marşı olabilirmiş gibi geliyor’ deyince Chopin ‘Tamam’ der… (...) Fakat ilginçtir, Chopin kendi bestelediği halde bu cenaze marşının kendi cenazesinde bile çalınmasını istemez ve kendi yazdığı cenaze marşı (Marche Funebre) yerine, Mozart’ın Requiemi’nin çalınmasını vasiyet eder. Türkiye’de cenazelerde Chopin’in cenaze marşı ilk kez şâir ve yazar Samih Rıfat’ın 3 Aralık 1932 yılındaki cenazesinde çalınmıştır şeklinde bir bilgi vardır ama bu bilgiye ne kadar güvenmek gerekir bilinmez.”
 
Uygulamayla ilgili kanaatlerini ise yazısının ilk paragrafında, “...Şehidimizin cenazesinde Jandarma Genel Komutanlığı Bandosu tarafından ilk defa Chopin’in cenaze marşı yerine Itri’nin Segâh Tekbiri çalındı” bilgisini takiben, “Bu önemli ve güzel bir gelişmedir, doğru olan da budur, gerçekleştirenlerden Allah râzı olsun, vatana millete hayırlı olsun” şeklindeki teşekkür ve temennileriyle iletmişti.
 
İşin doğrusu, sözel bir tekrarı da aşıp, din dili içinde simgesel bir mahiyet yüklenen Besmele’yi, Tekbir’i hatta Salât-ı Ümmiyye’yi, Ruhi Su’dan Ömer Faruk Tekbilek’e kadar birçok sanatçı seslendirmiştir.
 
Ancak dikkat buyurulsun burada bir seslendirmeden söz ediyoruz, çalmaktan değil. Çünkü bunlar ferdi zevk teşebbüsleri olmaları bakımından, Itri’nin onları bestelemekteki niyet ve maksadına dahildir.
 
Burada ilk sorun, çalmak fiilinden kaynaklanmaktadır. Chopin, cenaze marşını çalınması için yapmıştır. Ancak Tekbir vd. çalınmak için değildir, söylenmek, (kelimenin tam anlamıyla) zikir ile tekrarlanmak yani hafızaya, hatıraya ve dile getirmek içindir.
 
İkinci ve bence asıl sorun, sistemin cami ile kışlanın barıştırılmasışeklinde özetleyebileceğimiz yeni projelerindeki istismar kokusudur. Devletler dini değiştiremezler ancak dînî algıyı, alışkanlıkları ve ondan beslenen kültürü, kendi hayatiyetleri (devlete mûtî mütedeyyinlerin üretimi) için belirlerler.
 
Gerçi sağ olsun Çetinkaya, “Resmî protokol cenazelerinde bu marş caminin dışında, cenaze töreninin yapıldığı protokol alanında çalınacaksa çalınsın...” diyerek bir serbestliği dile getiriyor olsa da, “Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi” şeklindeki meşhur deyimi hak edecek şekilde, köylülerin kamyonlara yüklenerek operalar için şehirlere indirildiği günlerden, “Oh ne güzel Chopin’i Itrî ile kovduk, artık tekbir çalınıyor” sözünün rahatça söylenebileceği günlere gelmiş olmak, bana hiç makul gelmiyor.
 
Çünkü bidayetinden beri, sistemin halka bir şey vermesi, gerçekte ondan kendisinin bin şeyi alması demektir.
 
Dolayısıyla, Tekbir’i çalarken, sistemin müminlerden asıl neleri çaldığına iyi bakmak ve yarın bir davulcunun Kamet’i vurmasına da hazır olmak gerekir.
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !