Ulus-devlet, ülke sınırları ve İslam
İmparatorluktan gelen, ulus-devlet çerçevesine uyum göstermeyen bütün değer ve gerçek kimlikler ciddi bir dışlanma, sopalanma ve baskıya maruz kaldı. En başta, Fransız Devrimi patentli ulus-devlet anlayışının laikçi doğası, imparatorluk mirasının tümüyle reddini esas alan ideoloji ve katı pozitivizm ile Müslümanlık devlet eliyle en fazla sopalanan temel kimlik oldu.
Ulus-devlet, ülke sınırları ve İslam
Müfit Yüksel / Yeni Şafak
Aydınlanmacı fikir akımlarının adeta siyasal yansıması hükmünde olan Fransız Devrimi'nin etkileri ile önce Batı'Avrupa'da, sonra da batılılaşma serüveni yaşayan ülkelerde yaygınlaşan ulus-devlet fikri ve siyasal yapısı Osmanlı İmparatorluğu'nu da ciddi olarak etkisi altına alır. Miladi 19. Yüzyıl'da Osmanlı İmparatorluğu dağılma süreci yaşadığı gibi, aynı zamanda ulus-devlete dönüşmenin evrelerini yaşadı. 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile çok ağır bir darbe alıp, kendi başına ittifaklara girmeden ayakta kalabilme şansını yitirmeye yüz tutmasının başlangıcı oldu. Savaşlarda peşpeşe gelen yenilgiler, toprak kayıpları, askeri ve idari alandaki reform çabaları 19. Yüzyıl'a damgasını vurur. Tanzimat ve Islahat fermanları, Meşrutiyet bunların kırılma ve dönüm noktalarıydı.
20. Yüzyıl başlarında ise, Merkez hinterlandı ve beyni Rumeli olan Osmanlı devleti için Balkan savaşları ve Birinci Dünya Savaşı bir son oldu. Özellikle Birinci Dünya Savaşı'nın sonucu ve Mondros Mütarekenâmesi ulus-devleti getiren hazin kırılmayı belirledi.
Son Meclis-i Meb'usân'da ifade olunan Misâk-ı Milli sınırları, ardından İstiklal Muharebeleri neticesinde sağlanan Lozan Muahadenâmesi kurulan yeni ulus-devletin sınırlarını belirledi.
Asıl itibariyle, Bu sınırlar ulus-devletin sıfırdan kazanıp oluşturduğu sınırlar değildi. Misak-ı Milli'de belirlenen, bir imparatorluğun ve bakiyesinin çekilebileceği son sınırlardı. Lozan'da ise, belirlenen sınırlar dışındaki tüm eski imparatorluk topraklarından vazgeçiş tescil edilir. Bunun üzerine tesis edilen ulus-devlette sıfırdan varedilmiş bir ülke imajı oluşturmayı amaçlandığı gibi, tek-tip bir ideolojik yapı dayatması ile hömojen-tektip vatandaş oluşturulması hedeflendi.
Tüm bunlar ile, imparatorluktan gelen, ulus-devlet çerçevesine uyum göstermeyen bütün değer ve gerçek kimlikler ciddi bir dışlanma, sopalanma ve baskıya maruz kaldı. En başta, Fransız Devrimi patentli ulus-devlet anlayışının laikçi doğası, imparatorluk mirasının tümüyle reddini esas alan ideoloji ve katı pozitivizm ile Müslümanlık devlet eliyle en fazla sopalanan temel kimlik oldu. Ancak, aynı zamanda yeni devlet, Yunanistan'la olan mübadele örneğinde de görüldüğü gibi, "Müslüman toplum" olgu ve zemini üzerine kurularak, bu anlamda din-devlet ilşkisinde şizofrenik bir yapının oluşmasına yol açtı. Bir imparatorluk bakiyesi olan topraklar üzerine giydirilmeye çalışılan ulus-devlet modeli arızi bir durum olarak ortaya çıktı. Bu çerçevede Kürt kimliği de Müslümanlık'la birlikte resmi ideoloji tarafından en çok sopalanan-dövülen kimlik oldu.
Ulus-devletin oluşturduğu arızi durumun esas alınarak, "kalıcı/muhalled", "dokunulmaz/untouchable" olarak algılanan sorunların, özellikle Müslümanlık ve Kürt sorunu, okunmaya çalışılması sağlıklı bir netice vermesinin aksine illetli/hastalıklı bir yapı ile sonuçlanmaktadır.
Müslümanlığın başat kimlik olduğu, Kürt kimliğinin de tüm ana dili farklılaşan topluluklar gibi tabii bir kimlik olduğu bu imparatorluk bakiyesi coğrafyada, ulus-devlet olgusu, gömleği masaya yatırılmadan çözüm arayışları bir kısım aydınlarda, sınırların küçülebileceği, Çekoslovakya ve Yugoslavya örneğinde olduğu gibi, rahatlıkla parçalanmanın pekala olabileceği seçeneğinin gündeme alınmasına, masaya konmasına yol açmakta, bu da, Anadolu'nun Kürtler dışında kalan ahali-yi müslimesinde; Endülüs, Kafkaslar ve Rumeli'deki trajedileri hatırlatarak onları korkutmaktadır. Bu şekilde oluşan eldeki toprağın küçülmesi, tamamen kaybedilmesi korkusu ile anılan kesimleri radikalleştirip, şahinleştirmektedir. Bunun sonucu olarak, Kürt sorununda toplumda keskinleşme ve gerilim artış göstermekte ve sorunun barışçı çözüm yollarını gitgide güçleştirmektedir.
Ayrıca bir kısım aydın çevrelerce, İslam'ın bu coğrafyada asırların birikimi ile oluşturduğu, inanç ve kültür değerleri, ortak değer ve paydalar , ulus-devletin benimseyip dayatmaya çalıştığı tektip-homojen yapı unsurları, araçları ile özdeşleştirilip bu paranteze atılmaya çalışılarak sorun daha vahim bir hale irca edilmektedir.
Bazı aydınların, 20'li yıllarda yeni devletin "Müslüman toplum" olgusu üzerine kurulmuş olmasını baz alarak Kürt sorununda, İslam'ı adeta sanık sandalyesine oturtmaları, İslam'ın asırların birikimi ile oluşturduğu oluşturduğu ortak inanç, medeniyet unsur ve değerlerini bu şekilde ulus-devletin homojenleşmeyi hedefleyen ideolojisi ve bu doğrultudaki âmir hükümleri ile özdeşleştirme gayretleri, bu topraklarda toplumsal barışın orta ve uzun vadede büyük yaralar almasına yol açıcıdır.