Hakan AKSU

05 Mayıs 2011

ABDULLAH GÜL, BEDRİ BAYKAM, USAME BİN LADEN

2 Mayıs Pazartesi günü sabah haberlere bakmak için ekran başına geçtiğimde Usame bin Laden’in ABD güçlerince öldürüldüğü haberini okudum. Pakistan’da kaldığı evde işgalci Amerikan askerlerince şehid edilmişti Usame.

Cesedinin önce okyanustaki bir savaş gemisinde olduğu, sonra denize atıldığı haberleri ardı ardına gelince zihnimde acabalar oluştu. Haberin ucunda Amerikan istihbaratı ve medyası varsa yalan olma ihtimali çok yüksekti zaten. Haber doğru muydu? Yoksa yine dünyayı mı kandırıyorlardı? Doğru olsaydı parçalanmış da olsa, ceset fotoğraflarını tüm ajanslara dağıtmazlar mıydı?

Bunun gibi birçok soruya zihnimde cevap bulmaya çalışırken, T. C. Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı başta olmak üzere devlet yetkilileri peşisıra alelacele açıklamalar yapmaya başladı. Abdullah Gül “bunun herkese ders olması gerektiğini ve çok memnun olduğunu” açıklarken, Mehmet Ali Şahin “Su testisi, su yolunda kırılır” diyerek tavrını ortaya koydu. Ve diğerleri…

Usame bin Laden'in yaptığı her hareketi tasvip etmemekle birlikte, dünyadaki fitnenin ve İslam coğrafyalarının işgalinin, akıtılan kanların, çalınan malların, Müslümanların mağduriyetlerinin yılan başı olarak ABD ve Avrupa'yı  tesbit etmesi ve onlara karşı verdiği mücadeleden dolayı, haberi ilk duyduğumda bir yakınımı kaybetmenin üzüntüsünden çok daha fazla bir üzüntü yaşadım. 

Söz konusu yetkililerin açıklamaları ise hüznümü unutturup yerine kızgınlığı ve nefreti bıraktı. Bu nasıl olabilirdi? Böyle bir açıklama nasıl yapılabilirdi? Hangi inanç ve değer yargıları böyle kelimeleri yan yana getirtebilirdi?

Aslında bu kadroların beni ilk defa hayal kırıklığına uğratması veya kızdırması değildi bu yapılan, fakat bu sefer başka bir ağır gelmişti.

Bunların, sadece Yüce Allah’a ait olması gereken Rabblık yetkisini Allah'tan başka herkese vermesine, faizi bir dünya gerçeği olarak kabul etmelerine, zinayı suç olmaktan çıkarmalarına, "Büyük Ortadoğu Projesi"ne dahil olarak 1 milyondan fazla Müslümanın kanlarına ellerini bulaştırmalarına, Irak ve Afganistan'ı işgal eden ABD ile müttefik olmaya devam etmelerine ve tağuti düzenin işleyişine adapte olmalarına alışmıştı gözüm ve kulaklarım. Fakat demek ki gönlüm alışamamıştı, Müslümanlardan görünüp zalimlerle birlikte hareket etme tutumlarına.

Katolik Papa'nın, siyaseten bile olsa “Ne olursa olsun bir insanın öldürülmesini doğru kabul etmiyorum” diye açıklama yaptığı söz konusu olay karşısında, nasıl olurda böyle bir açıklama yapılabilirdi Abdullah Gül? Hani “ders olsun herkese” dedi ya, demek ki kendisi dersini çoktan almış. Yüce Allah'ın sonsuz kudret ve kuvvet sahibi oluşuna olan inancını, emperyalistlerin sahte gücüne imanla değiştirmiş görünüyor. Evet, hazret güce iman etmenin çıkmazını yaşıyor belli ki. Hakka, haklıya ve mazluma taraf olması gereken söz ve eylemleri, güç olarak gördüğü ABD başta olmak üzere tüm emperyalistlere sadakat şeklinde tezahür etmekte zira.

Memnuniyet duyduğunu söylüyor hazret... Çünkü izzetli yaşanan hayatlar, izzetsizliği ortaya çıkarmaktadır. Bu hayatı yaşayanlar derhal ortadan kaldırılarak örneklikler silinmeliydi dünya üzerinden. Yürekten memnuniyet duyuyordu hazret... Çünkü babasından kalan 11 milyar dolardan fazla servetle birçok Arap şeyhi gibi dünyada saltanat yaşama imkânı varken, kâfirlere ve zalimlere karşı 16 yaşından beri dağlarda, zor şartlarda yaşanılan bir hayat ve kâfirlere, güçleri ne olursa olsun Yüce Allah’a olan iman ile kafa tutmak, mal ve makam sevdasına, gömleklerini değiştirenlerin yüzünü ortaya çıkaracağından elbetteki ortadan kaldırılması memnuniyet verici olacaktı!

Meclis Başkanı “Su testisi su yolunda kırılır” dedi. Aslında farkına varmadan mutlak bir gerçeği ifade etti. Kastı bu değildi fakat “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz” hakikatini ikrar etmiş oldu. Yüce Allah için, kâfir ve zalimlere karşı mücadeleyle geçen bir ömür elbetteki şehadet ile bitecekti.

Ancak bir de bunun zıddı vardı! Tağutu tasviple, tağuta dost olmak ve onun bâtıl hükümlerinin gönüllü uygulayıcısı olarak geçen bir hayat nerede bitecekti ve Meclis Başkanı'nın testisi hangi yolda kırılacaktı? Herhalde başkan bunları hiç düşünmemişti.

Haberlere bakmaya devam ettim. Merak ettim, dünya üzerinde bu olaya kimler sevinmişti, kimler üzülmüştü. Sevinenlerin başında ABD Başkanı, İngiltere Başbaşkanı, Rusya Başkanı, İsrail Başbaşkanı, Avrupa Parlemantosu Başkanı, Afganistan'ın kukla başkanı gelmekteydi.

Bunların yanında saf tutan bizim hazretleri düşündüm ve içim nefretle doldu. Irak ve Afganistan'da 1 milyondan fazla Müslümanı katleden, işgal ettikleri Filistin'de 1930'dan beri kan akıtan, Çeçenistan'ı kan gölüne çeviren kâfir ve zalimlerle aynı safta, aynı duyguları paylaşmak...

Kısa bir süre öncesine gitti hafızam. İstanbul'da, Allah ve Peygamber düşmanı çakma bir ressam bıçaklanmıştı ve Cumhurbaşkanı'nın eşi koşa koşa hastaneye giderek geçmiş olsun temennilerini iletmişti. Ama şimdi bu aile, bir Müslümanın kâfirler tarafından katledilmesinden mutluluk duyuyordu.

Bakışımızı, değerlendirmelerimizi, tavrımızı, kızgınlıklarımızı, sevgilerimizi Rabbimizin ölçüleri ile belirlemez isek, işte böyle katilimizi seven, hırsızımıza dua eden hale gelebiliyoruz.

Rabbime, dünyadan sonra ahiret yurdunu yarattığı ve orada herkese inandıklarından, yaptıklarından ve yapması gerekirken yapmadıklarından, söylediklerinden ve  söylemesi gerekirken söylemediklerinden, korkularından ve sevdalarından  hesap soracağı için sonsuz hamd ediyorum.