Hakan AKSU
EBU LEHEB'İ HEP MEKKE'DE ARAMAK!
Rabbimiz bizlere yüce Kitabımızda olumsuz birçok şahsiyetin örneğini vermektedir.
Bu şahsiyetlerin az bir kısmı ismen bizlere bildirilirken, geneli karakteristik özellikleriyle bizlere anlatılmaktadır. Burada ki Rabbimizin muradı (en iyisini Rabbimiz bilir), bu şahsiyetlerin belirli zaman ve mekanlara has, yaşamış ve ölmüş kişiler olmaması, her zaman ve dönemde bu özelliklere sahip kişilerin, bu olumsuz tariflerin muhatabı olması ile açıklanabilmektedir.
İsmini rivayetlerden öğrendiğimiz, Rabbimizin Araf Suresi 175-176. ayetlerde bize bildirdiği Belam İbn. Baura bunlardan biridir. Bu kişi, sahip olduğu ilmi ve Rabbimizin ona ikram ettiği duası kabul olma özelliğini, Hz. Musa’nın (s) davetine karşı oluşturulmuş olan ordunun komutanının ona yaptığı dünyevi mal ve makama satmış bir kişidir.
Firavun bunlardan diğer bir örnektir. Firavun karakteri, firavuni düzenlerin özellikleri kitabımızda bizlere birden fazla yerde detaylıca bildirilmektedir.
Siyasi, ekonomik ve askeri gücü, kendilerine bunu ikram eden âlemleri Rabbine karşı, nasıl isyana ve küfre döndüğünü Firavun, Karun, Haman örneklikleriyle görmek mümkündür.
Hz. Muhammed’in (s) daveti karşısında, en azılı inkâr ve düşmanlığı sergileyen Ebu Leheb ve karısını, Mesed suresi ismen zikrederken Rabbimiz, Velid bin Muğire isimli müşriği Müddessir suresi 11-26. ayetlerinde vahyi iyice düşünüp doğru kabul etmekle birlikte, sahip olduğu mal ve siyasi ikbali kaybetme korkusunun, onun doğru olduğuna inandığı bir dini, nasıl inkara dönüştürdüğü bizlere bildirmektedir.
Vahyin tamamlandığı 23 senelik zaman dilimi içerisinde küfür, şirk ve munafıklık özellikleriyle tanıdığımız kişilerin, bu kötü inkar karakterlerin, o günde kalması mümkün olmayan karakterlerdir.
Mekke toplumunun kendilerini müşrik olmaya götüren çarpık din algıları, toplumlarını hükmün tek sahibi olan Allah’ın (cc) değilde, kendilerinin yönetme (laiklik) arzusu ve bu ortamın doğal tezahürü olan yaşadıkları hayatların, Rabbimizin sözüne muhalif davranışları en ince detayına kadar bizlere ulaşan bilgilerdir.
Rabbimiz, kitabında olumlu ve olumsuz örnekliklerini, davranış özellikleriyle tanıttığı inanç sahiplerini mümin, müşrik, munafık, fasık sıfatlarıyla kategorize etmektedir.
Toplumlar mensup oldukları, aidiyet hissettikleri ve yolunda gayret gösterdiği tarafa göre, Allah’ın tarafı (Hizbullah), şeytan’ın tarafı (Hizbuşşeytan) olarak yüce kitabımızda, sözün sahibi yüce Allah (c) tarafından gruplara ayrılmaktadır.
Bütünlük içerisinde değerlendirdiğimizde bu kişi ve toplumlar tevhidi tam benimsememiş, hayatlarında Alah’tan (cc) başka ilah ve rabler edinmiş, hatta davranışları ve talepleriyle bizzat ilahlık ve rablık iddiasında bulunmuş. Bütün insanlığı yöneten kayıtsız ve şartsız alemlerin Rabbi Allah (c) olmayınca, fesad-zulüm yaygınlaşmış, insanlar bedensel-zihinsel ve ekonomik köleleştirilmiş, katledilmiş, hayat ve dünya çekilmez bir hal olmuştur.
Evet buraya kadar yazdıklarımız gittiğimiz sohbetlerde, katıldığımız ders halkalarında dinlediğimiz ve kitaplarda okuduğumuz gerçeklerdir.
Soru ve sorun şudur ki; Rabbimiz kitabında geçmiş kavimlerden örnekliklerini verdiği ve İslam tarihi boyunca olumsuz şahsiyetler olarak bizlere aktarılan ve öğretilen bu karakterlerin yaşadığımız dünyada ve bu ülkede ki ete kemiğe bürünmüş olanları kimlerdir.
Hangi düzenler firavuni düzenlerden, hangi yönetimler Mekke müşrik toplumunun bu zaman ki örneklerindendir? İçinde yaşadığımız toplumun Belamları, Karunları, Hamanları, Ebu Lehebleri, Utbe bin Rebiaları, Velid bin Muğireleri kimlerdir?
Küfrün, tuğyanın, zulmün, fesadın, ahlaksızlığın, şirkin bu kadar çeşitli ve yayğın olduğu bu dünya ve bu ülkede acaba bu kötü karakterlerin olmaması mümkün mü?
Bu sorulara cevap vermek ve bu karakterleri güncellemek elbette ki hocalarımızın ve kanaat önderlerimizin işidir!
Kuran ve sünnet ışığında bu güncellemeler yapılmadığı için hayatlarımızda şu an müthiş bir çelişki yaşamaktayız.
Yapılmadığı sürece bu çelişki artarak devam edecektir.
Firavundan nefret eden bizler, onun gibi Alah’a rağmen iktidar gayretleri içerisinde olanları desteklemeye, Karun’a buğz eden bizler bugün birilerinin sahip oldukları malı nasıl kendilerinden bilerek müstekbirleştiklerini görmemiz mümkün olmayacaktır.
Mekke müşriklerinin, Allah (c) bizim dünya işlerimize karışamaz, hayatı biz yönetiriz tavrına karşı, onları aşağılık putperestler diye tahkir ederek bakan bizler, aynı mantığın çağdaş uygulaması olan laik devlet yapısını benimseyen ve bunu diktatörlerini deviren Müslüman halklara tavsiye edenlerin yılmaz savunucusu oluruz.
Doğrusuyla dünyası arasında bile bile vahyi inkar eden Veldi bin Muğriyeleri pis müşrik diye kınayan dillerimiz, dün doğru bildiklerini bugün inkar edenleri öven sözler söylemeye devam ederiz.
Sahip olduğu ilmi ve Allah’ın (c) ona ikram ettiği makbul duayı geçici dünyanın mal ve makamı için, doğruları çarpıtmak uğruna feda eden Belam bin Bağuraları alçaltan bizler, sahip oldukları ilim ile bile bile, bir koltuk, bir maaş, popülarite uğruna vahyin içini boşaltma, hadisleri çarpıtma, doğru bildiklerini belamca yanlışlara çevirme gayreti içinde ekranları, kürsüleri, koltukları işgal edenleri yüceltme gayreti içerisinde olursak, bu durum haksızlık ve çelişki olmayacak mıdır?
Dün aynı özellikler sahip olanları taşlayan bizler, bugün ki yansımalarını alkışlıyorsak bu asla sağlıklı bir bakış açısı değildir.
Vahyin ve sahih sünnetin inşa ettiği akılarımızla, sadece İslamın hakimiyeti kaygısıyla ümmeti bu çelişkiden kurtarma arzusuyla gayret eden müminler olmamız temennisiyle.