Mehmet PAMAK
AF İÇİN, ÖLMEDEN ÖNCE TEVBE EDİP SÂLİH AMEL İŞLEMEK ZORUNLULUĞU
Bismillâhirrahmânirrahîm
İşlediği günah kendisini kuşatmamış olanlar, yani süreklilik ve kanıksanma olmadan günah işleyen ve tevbe edip Rablerine dönenler cehennem ateşinde ebedî kalacaklardan olmazlar. Zaten ya günahı kendisini kuşattığı için imanına şirk bulaştırmak sebebiyle cehennemde ebedî kalınacak (Bakara, 2/81) ya da tevbe edip Allah’a teslim olunduğunda günahlar affedilip azaptan uzak olunacaktır.
Rabbimiz, kullarını rahmetinden ümit kesmemeye çağırdığı ve bütün günahları affedeceğini bildirdiği Zümer Suresi 53. âyette; “De ki: ‘Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” buyurmuştur. Ancak Allah’ın rahmetinden umutlu olabilmek için, 54. âyette zikredilen şeyi yapmak, yani ölmeden ve azap gelmeden önce tevbe istiğfarda bulunup Allah’a dönmek, Allah’a teslim/Müslim olarak takvâlı bir hayatı yaşamak üzere fiilî gayret ve çaba içinde olmak gerektiği ifade edilmiştir. Gaflet sonucu, nefisten bir dürtü, şeytandan bir etki sonucu insan bazen günah işleyebilecektir. Çünkü insan günah işlemeyen bir varlık değildir. Ama günahtan sonra aklı başına gelir gelmez kişi hemen kendini toparlayıp tevbe ederek günah sırasında irtibatı kesildiği Rabbine dönebilirse, O’na teslim olup takvâyı kuşanırsa işte o zaman Allah’ın kendisini affedeceğini umabilir. Bu sebeple Zümer Sûresi 54. âyet, günahların affı için, tevbe etmekle birlikte, Allah’ın gönderdiği “hidâyete” tâbi olmanın, O’na teslim olmuş bir hayatı yaşamaya yönelmenin gerekliliğini de ortaya koymaktadır: “Azap size gelmeden önce Rabbinize dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.” Yani 53. âyetteki “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder.” hükmünün tecellisi gereğince ilâhî affa mazhar olabilmek için mutlaka azap gelmeden önce Allah’a dönmek ve O’na tam anlamıyla teslim olmak şarttır. Aksi takdirde Allah’ın yardımını hak etmek mümkün değildir.
“Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder.” hükmü gereğince affa mazhar olabilmenin şartları sonraki âyette de sürdürülüyor ve Zümer Sûresi 55. âyette şöyle deniyor: “Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline (en güzel hükümlere-Kur’ân’a) tâbi olun.” Yani, ölüm yakanıza yapışmadan önce Allah’ın Kitabı’nda emrettiklerini en güzel şekilde yerine getirin, men ettiklerinden uzak durun. “Kur’ân’ı hakkıyla okuyup, Allah’ın emir ve yasaklarına uyun, takvâyı hakkıyla kuşanın” ki, tevbe ettiğinizde duânıza icâbet edilsin ve günah sizi kuşatmasın. Görüldüğü üzere, 53. âyette zikredilen affa mazhar olabilmenin yolu, sonraki 54 ve 55. âyetlerde gösteriliyor.
Bir daha topluca ifade edecek olursak, affa mazhar olmak ve mağfiret olunmak isteyenlere söylenen şudur: 1- Azap gelmeden önce Allah’a dönün, O’na tam anlamıyla teslim olun ve Allah’ın vaat ettiği affı ve yardımını hak edin. 2- Azap gelmezden önce, yani ölmeden önce, Allah’ın inzâl ettiği en güzel hükümlere, (Mâide, 5/50: “Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah’tan daha güzel olan kimdir?”) Kur’ân’a tâbi olun, Allah’ın emir ve yasaklarına uyma sorumluluğunuzu yerine getirin.
Zümer Suresinin bundan sonraki âyetlerinde ise, dünyadayken Allah’ın affetmeye dair vaadine mazhar olabilmenin gereği olarak Allah’a dönüp O’na teslim olarak Kur’ân’a uygun bir hayat yaşamayanların, Allah’a itaat konusunu ciddiye almayarak günaha dalanların, azabı gördüklerinde nasıl bir pişmanlık duyacakları bildiriliyor. Hatta geri dönüp bu hatalarını telâfi ederek iyilerden olmaya dair beyhude bir dilekte bile bulunacakları da ifade ediliyor. (Zümer, 43/56, 57, 58). İşte bu duruma düşmemek için, dünya hayatımızda akledip Allah’a ve Rasûlüne itaat ederek, Allah’a bütün hayatımızla teslim olup Müslim olmayı başarmalıyız. Bir şekilde şaşırıp günah işlediğimizde de hemen tevbe edip Allah’a dönüş yapmak suretiyle sâlih ameller işleyerek, günahın bizi kuşatmasına fırsat vermemeliyiz. Sonuçta şirk bulaştırılmamış sahih bir iman ve imanın ispatı olan sâlih amellerimizle Rabbimize dönmeye büyük dikkat ve tam bir titizlik göstermeliyiz.
“Allah’a ve Rasûlüne itaat edin ki size merhamet edilsin.” “Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakîler için hazırlanmıştır.” (Âl-i İmran, 3/132-133).
Rabbimizin rahmetine ve mağfiretine müstahak olmak ve cennetine kavuşmak için, Allah’a ve Rasûlüne itaat edip takvâyı kuşanmak, Allah’ın azabından sakınarak O’nun emir ve yasaklarına uyma sorumluluk bilinciyle Allah’a teslim olmuş bir hayatı yaşama çabası içinde olmak şarttır. Bir şekilde nefsine ya da şeytana uyup günah işleyerek kendilerine zulmettiklerinde ise, mü’min/Müslim olanların yapması gereken şey, hemen Allah’ı ve hesap gününü hatırlayıp derhal tevbe-istiğfar ederek bu kötü davranışları terk etmek ve sâlih amellere yönelmektir.
Mü’min ve Müslim olanlar onlardır ki, yaptıkları kötü şeylerde asla bile bile ısrar etmezler. Eğer bir kişi yaptığı kötü şeyde bile bile ısrar ediyorsa, kanıksamış olarak kötülüklerini, günahlarını işlemeye ısrarla devam ediyor ve günahı kendisini kuşatıyorsa, o artık hevâsını ilahlaştırmış ve Müslim olma vasfını kaybetmiş demektir.
Rabbimiz ölüm gelip çatınca yapılan tevbenin ise kâbul edilmeyeceğini bildirmektedir: “Tevbe; ne, kötülükleri yapıp edip de onlardan birine ölüm çatınca: ‘Ben şimdi gerçekten tevbe ettim’ diyenler, ne de kâfir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisâ, 4/18). Bu âyetten anladığımıza göre Allah (c) bize şöyle diyor: “Sadece cahillikle, istemeden bir günah işleyen, sonra da hatalarını fark edince benim bağışlamama sığınan kullarımın tevbesini kabul ederim. Böyle bir tevbe için benim bağışlama kapılarım tamamen açıktır.” Fakat hayatları boyunca Allah’ın azabından en ufak bir korku duymayan, âhiret ve hesabı hiç gündemine almadan hevâsına göre yaşayan ve ölüm yaklaştığında tövbe etmeye başlayan kişi için böyle değildir. Rasûlullah (s), ölümün yaklaştığını bildirir bir belirti olmadığı zaman yapılan tevbeleri Allah’ın kabul ettiğini söylemiştir. İmtihan zamanı sona erdiğinde ve ölüm gelip çattığında artık kişinin günahından dönme şansı yoktur. Aynı şekilde, eğer bir kişi kâfir olarak ölüyorsa ve gözleriyle öte dünyayı gördüğü anda tevbe ederse, bu tevbe de kabul olunmaz. (Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’ân Tefsiri).
Ancak henüz ölüm gelip çatmadan tevbe edip yanlış yoldan dönen ve iman ederek sâlih ameller işlemeye yönelenin tevbesinin kabul olunan tevbe olduğu ve üstelik onların günahlarının da iyiliklere çevrileceği bildirilmiştir: “Ancak tevbe eden, iman eden ve sâlih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” “Kim de tövbe eder ve sâlih amel işlerse işte o, Allah’a, tövbesi kabul edilmiş olarak döner.” (Furkân, 25/70,71). Bir kişinin âhirette kurtuluşu umabilmesi için, mutlaka dünyada kendilerine Allah’ın kurtarıcı mesajını getiren elçilere kulak vermesi, gelen mesajı anlayıp tevbe ve iman ederek onunla amel etmesi şarttır: “O gün (Allah) onlara seslenerek: “Gönderilen (elçilere) ne cevab verdiniz?” der. Artık o gün, haberler onlar için körelmiştir; birbirlerine de soramazlar. Ancak kim tevbe edip iman eder ve sâlih amellerde bulunursa artık kurtuluşa erenlerden olmayı umabilir.” (Kasas, 28/65-67). Yani “kurtuluşa erenlerden olmayı umabilmek” için, öncelikle tevhîdî bir imanla, hayatın bütün alanlarına hâkim olan tek İlah ve Rab olarak Allah’a teslim olmak ve O’ndan başka itaat ve ibadet edilecek hiçbir otorite olmadığına iman etmiş olmak şarttır. Üstelik, sözle mü’min olduğunun ve iman ettiğinin söylenmesi de yetmemekte, mutlaka fiilî iman olan Allah’a teslim olmuş bir hayatın yaşanması, vahiyle emredilen şekil ve ölçülerde ameller yaparak Müslim olunması da gerekmektedir.
Günah işleyen bir Müslüman, günaha gidişten vazgeçer, tevbe edip gerçek anlamda iman eder ve imanın ispatı anlamında sâlih amellere yönelirse; yâni o önceki günahlarının kefâreti olan, onların karşıtı olan güzel bir hayatı yaşarsa; yâni artık bir daha önceki günahlarına dönmemeyi becerebilirse; artık ben bu hayattan, bu günahlardan vazgeçtim diyerek Allah’a yönelip güzel bir hayatın adamı olursa, şüphesiz ki o kimse Allah’a samimi bir şekilde dönmüş demektir. Yâni tevbesi/dönüşü Allah tarafından kabul görmüş bir şekilde Rabbine dönmüş demektir. En büyük günahları işlemiş bile olsa o kimseyi Allah affedecektir. Rabbimiz, önceki işlediklerini bitirecek, geçmişlerini sıfırlayacak ve onlara tertemiz bir sahife açacaktır. Öyleyse geçmişimiz ne olursa olsun, ne kadar günahkâr olursak olalım Allah’tan asla ümit kesmemeliyiz. Rabbimizin bağışlamasının yanında bizim günahlarımızın hiçbir şey ifade etmediğini unutmadan tevbe edip samimi bir dönüş yapmayı başarmalıyız. (Ali Küçük, Besâiru’l-Kur’ân Tefsiri).
Rabbimiz, günahta ısrar ederek günahı kendisini kuşatanlardan değil de bir şekilde hataya düşüp günah işlediğinde hemen pişman olup Rabbine dönerek samimi bir tevbe ile hayatını Allah’a teslim edenlerden ve salih amellerle hayatını ibadet kıldığı için tevbesi kabul olup ilahi rızayı kazananlardan olmayı hepimize nasip etsin inşaAllah.