Bünyamin ZERAN
AKIL TOPLUMU
Akıl Toplumunun Sahneye Çıkışı:
Modern çağ dini toplum ya da dini referans alan bir birey yetiştirmekten daha ziyade akıl toplumu oluşturma çabasındadır. Akıl toplumundan kastımız tanrıyı referans olarak almayan yalnızca her şeyi akla izafe ederek değerlendiren rasyonelci akıldır. Akıl toplumu ve akıllı toplum diye de ikiye ayırabiliriz toplumu. Akıllı toplum aklını Allah’ın vahyine emanet eden toplumken, akıl toplumu ise aklı ilahlaştıran toplumdur. Kant, aklı saf akıl ve pratik akıl olarak ikiye ayırır. Saf aklı özgürlük temelinde düşünen akıl olarak ele alırken pratik aklı özgürlük temelinin dışındaki akıl olarak ele alır. Saf akıl Kant’a göre Epikürosçu akıldır. Yani insanın eylemlerinde hazzı esas alan akıldır. Jürgen Habermas da toplumun özgürleşmesinin yolunun akıldan geçtiğini hatırlatır. Avrupa toplumu aydınlanma çağından bu yana kilisenin baskılarından arınarak dogmalardan uzak yeni bir toplum inşa etme sürecine girmiştir. Kilisenin yıllarca insanları tahakküm altında tutması, ruhbanca davranışlarla toplumun elindeki mülklere el koyması, kralları aforoz ederek yönetimi kendi emelleri doğrultusunda yönlendirmesi, engizisyon mahkemeleriyle kendinin aksine düşünen kimseleri cezalandırması Avrupalı
halkları kiliseye karşı içten içe bir çatışmaya götürmüştür. Bunun neticesinde Avrupa, aydınlanmanın ancak dini olanı reddetmek ve yerine akli olanı koymakla mümkün olacağına inanmıştır. Avrupa, modern çağı oluştururken Tanrı’yı öldürme zorunluluğunu duymuştur. Ama zamanla anlamıştır ki ölü tanrı kimsenin işine yaramaz. Ölü tanrı yerine yaşayan ama kötürüm bir tanrı oluşturmak gerek. Yani kilisenin hegemonyasında bir dünya yaratmak yerine modernitenin elinde bir kilise varetmek en mantıklı olanıydı. Martin Luther’in reformu kilisenin otoritesini sarsmış ve bunun karşısına kiliseye ve cemaate bağlı kalmaksızın bireysel olarak da tanrıyla iletişimin yolunu açmıştır. Cemaat olmanın değil birey kalmanın önü açılmış ve bireysellik hızla toplumda kabul görmüştür. Akıl toplumu işte bu bireysellik/bireycilik üzerinden gelişmiştir. Aklı referans alan tüm aydınlanmacı filozoflar ve bilim adamları aklın yanına özgürlüğü temel kavram olarak eklemlemişlerdir. Kant’ta olduğu gibi aklın saf olabilmesi ancak özgür olmasına bağlıdır1. Özgür olmak; yani kendini kısıtlayan, baskı altında tutan her türlü bağdan arınarak düşünmek ve hareket etmektir2. Bu özgürlüğü merkeze alarak John Stuart Mill de insan eylemlerinin tek hedefinin haz almak olması gerektiğini ve kendisi için mutlak iyiyi hedeflemesi gerektiğini anlatır.3 Sadece bunlar değil antik Yunan’da Epikuros, yakın çağda Sarter ve daha niceleri insan eylemlerinin en önemli sebebini haz almak ve yararcılık olarak tanımlamışlardır. Akıl toplumu ancak bu şekilde özgür olabileceğine ve dogmaların üzerinde yeni bir toplum inşa edebileceğine inanmıştır. Albert Camus da “Veba” isimli romanında insanları ölüme sürükleyen vebanın tanrının yardımı olmadan yine insanın aklıyla aşıldığını anlatmıştır.
Akıl Toplumunu Oluşturan Unsurlar ve Sonuçları:
Akıl toplumu, yalnızca ülkeleri işgal etmekle kalmamış aynı zamanda zihinlerin de işgaliyle uğraşmıştır. Enformasyon çağının vazgeçilmez araçlarından internet, televizyon, radyo yayıncılığı zihin işgallerinin en önemli araçları haline getirilmiştir. Bireycilik üzerine inşa edilen akıl toplumu, özgürlüğü temele koyarak rölativizmi yani göreceliği geliştirmiştir. İnsan davranışlarının temelini haz belirlediğine göre sana göre doğru ile bana göre doğru değişkenlik arzedecektir. Çünkü senin ve benim doğrularımı belirleyen vahiy değildir. Tanrıyı kötürümleştirdiğimize göre! yani onu yalnızca vicdanlara ve göklere hapsettiğimizden bu yana doğrunun kıstası yalnızca akıl olmuştur. Artık yeni tanrı kısacası “ben” oldum yani “akıl” oldu. İşte bu düşünceler üzerine ince ince işlenen fikirler giderek doğru ile eğriyi birbirine karıştırdı. İnsanın tanrıyla olan ilişkisini kestikten sonra onu sınırlayan her türlü bağı ondan almışsınız demektir. Yani onu özgürleştirerek esfele safilin (aşağıların en aşağısı) kıldınız demektir. Esfele safilin haline gelen insan diz kapağı ile göbeği arasında düşünen onun dışında düşünce üretemeyen ve her eylemi o kısır alanda düşünen biri haline gelecektir. Gençliğe Michael Jackson’u, Britney Spears’ı, Elves Presley’i, Beatles’i idol olarak tanıtıp beraberinde hazzı pompalayan batı, uyuşturucu ve alkol ile zihinleri dumura uğrattıktan sonra tek gerçek ve mükemmel yaşamın Batı’nın sunduğu yaşam olduğu gerçeğini! Sinemasıyla, dizileriyle, sinema yıldızlarıyla bilinçaltına kazıyarak zihinleri artık teslim almıştır. Giyim tarzından tutun da yeme içme alışkanlığına kadar, büyüklerle kurulan iletişime kadar, eğlence alışkanlığına kadar her şey değişmekte ve aile içi ilişkiler artık akıl toplumunun oluşturduğu medeniyete göre şekillenmektedir. Batı’nın kavramlarıyla düşünce üretilmeye başlanmakta, Batı’nın düşünce kodlarıyla hayat algılanmaya başlanmakta ve dünya giderek Batı’nın tornasından çıkmış tek bir medeniyet çatısı altında yaşamaya razı olmaktadır. Onun içindir ki üslerini ABD’ye açan ve Batı’nın yaşam tarzı dışında yaşamayı tercih edenlerin çağdışı diye itham edildiği ve vahyi insanda ve toplumda inşa etmek için çabalayanların militan terörist olarak tanımlandığı toplumdan tecrit edildiği Türkiye ve diğer İslam ülkeleri örneğini yaşamaktayız. Yine onun içindir ki dünyada çıkan her ayaklanma da acaba ABD ve Batı’nın tavrı ne olacak diye bekleyen ve ona göre tavır belirleyen yönetimler mevcuttur. Zinanın suç olmadığı, alkolün asla yasaklanamayacak bir özgürlük olduğu! Eşcinselliğin saygı duyulması gereken bir tercih olduğu! Yaşlıların huzurevine bırakılmasının normal olduğu! Ticarette yolsuzluğun, güçlünün haklı oluşunun, toplumda sınıfsal tabakaların oluşmasının normal olduğu! Zengin ve fakir arasındaki uçurumun daha kötüye gittiği, sokakta tacizlerin, tecavüzlerin hızla arttığı ve tüm bu kötülüklere müdahale imkanı vermeyen bir akıl toplumu inşa etme gayreti takdir edilen davranışlar haline gelmiştir. Batı’nın zihin kodlarıyla düşünen bir toplum da batılı düşünce işte bu şekilde tezahür etmektedir. Laik, seküler ve demokratik olmak zorundadır aksi takdirde herhangi bir referansı olması durumunda Batı bunu teokratik diye tanımlayıp sonra o ülkeyi özgürleştirilecek ülkeler sıralamasına dahil etmek isteyecektir.
Batı, demokrasi ve özgürlük adıyla ülkeleri işgal edebilecek, ekonomik kaynaklarını sömürebilecek ama ülkeler kendisine model olarak sunulan karakterlerle hayali bir dünya da yaşayacaklar. Kısa yoldan zengin olma, kayırmacılıkla bürokrasiye yerleşme, iktidarlara yakın olarak ihale alma, en güzel arsaları kapatma, hazinenin mallarını keyiflerince ona buna peşkeş çekme, kendisini eleştirenlere karşı koltuğun verdiği her tür yetkiyi kullanarak sindirme ve yok etme politikası gütme akıl toplumunun yaşam tarzlarındandır. Böylesi zihin kodlarıyla örülmüş bireylerin sağlıklı bir toplumun inşasına kafa yormaları beklenir mi? Elbette ki beklenemez. Öyleyse müslüman bireylerin zihni işgallere karşı uyanık olması gerekmektedir. Batı, akıl toplumunu inşa edebilmek için uzunca bir mesafe katetmiş ve kavramlarla bu işi başarmıştır. Her bir kavram insanın Allah’a karşı özgürleşmesi için seçilmiş ve içeriği ona göre doldurulmuştur. Bu kavramlardan herhangi birini alarak İslamileştirme ya da içeriğini islamla doldurmaya çalışmak kavramların kendi gerçek doğasına uymaz. Çünkü o kavramlar, şirki bireylerden başlatarak topluma sirayet ettirmek istemektedirler.
Akıl Toplumu/Vahiy Toplumu Karşılaştırması
Öyleyse geriye bir yol kalmaktadır; Kur’an kavramlarına sahip çıkmak ve İslam'ın kavramlarını kendi asli hüviyeti içinde değerlendirerek hayatın içine sokmak gerek. İslam’ın kavramlarına baktığımızda akıl toplumunun tam tersine bireyciliği değil ümmet olabilmeyi hedefler. Tevhid ve adalet noktasında rölativizme müsaade etmez aksine aynileşmeyi zaruri kılar. İslam’ın birçok kavramı ancak bir cemaat olunca daha iyi anlaşılır. Evleri karşılıklı kurarak, evleri mescid edinmenin anlamı da budur. İnsanları köleleştiren her şeyle mücadele etmek, halkları sömüren, onların zenginliklerini onlardan çalan her türlü hırsızlıkla mücadele etmek ancak bir topluluk olunca daha çok kıymetlenir. İslam’ın kavramları bireyin olgunlaşmasını sağlarken onu iyiliği emredecek kötülükten sakındıracak bir topluluk olmaya doğru onu iter.
Akıl toplumu Allah’a savaş açmakla birlikte toplumları da sömürmeye ve onları köleleştirmeye çaba sarfeder. Allah ise insana savaş açmaz insana hak ile batılı gösteren kitaplar ve resuller göndererek onları karanlıklardan nura kavuşturmaya gayret eder. Akıl toplumu insanı başıboş bırakırken Allah insanı başıboş bırakmaz onu gözetir, korur, merhamet eder ve ona yollarını açar. Akıl toplumu kendisini zamanın dışında hiçbir şeyin helak etmediğine inanır ve kocaman bir anlamsızlık içinde bocalar durur. Vahiy toplumu ise insana her şeyin bir anlamı olduğu hikmetine ulaştırır ve her şer de bile insan için bir hayrın olacağını ona anlatarak onu sakinleştirir ve anlamsızlık içinde boğmaz. Müslümanlar olarak hangi zihinsel kodlarla düşündüğümüzü bir daha sorgulamamız gerekmektedir. Çünkü saflar ayrışmalıdır. Ya İslam’ın kavramlarıyla yola devam edeceğiz ya da akıl toplumun kavramlarıyla her iki yolun da bizi götüreceği son bellidir. Her Müslüman için “leküm diyniküm veliye diyn” deme vaktidir. Zihni kuşatılmışlıktan arınarak “sizin dininiz size benim dinim banadır” demeli ve İslam’ın kavramlarıyla yola devam edilebilmelidir.
Batılı düşünce vahye uyum sağlayarak yaşama düşüncesi yerine tabiri caizse Allah’ın verdiği akılla yaşamak yerine haşa Allah’a akıl vererek yaşamayı tercih etmiştir. Akıl mı üstündür vahiy mi üstündür tartışmasının esas kaynağı da bu düşünceden neşet ediyor olmalı. Allah akıl toplumu yerine yeryüzünde vahiy toplumu inşa etmek için hak kitaplar ve elçiler göndermektedir. Elbette bu vahyi aklı olanlara emanet etmektedir. Ama Batı’nın anladığı şekliyle her şeyi insan aklına bağlamamış insanın aklını vahye bağlamıştır. Agnostik biri için İnsanın görmediği bir ilaha inanması veya öldükten sonra yine emin olamadığı mükafatlandırılacağı cennet için hayatını ve malını gözden çıkarması rasyonel bir akılla uyuşmaz. Ama vahiy insanların kazandıkları maldan ihtiyaç sahipleri için dağıtması gerektiğini ve bunun ücretini de yalnızca Allah’tan beklemesi gerektiğini, yine Allah, cennet karşılığında yeryüzünü ıslah edebilmek için şehit olabilmeyi diri ve canlı tutmaktadır. Batılı kafa akıl toplumunun temelinde olan yararcılığı, faydacılığı bir sonraki dünyaya bırakmaz. Karşılığını hemen göreceği bir faydayı arzular. Eğer dürüst bir ticaret yapıyorsa bunun karşılığında kredisinin ve müşterisinin artmasını bekler ama Müslümanlar bunu Allah emrettiği için yaparlar velev ki iflas dahi etseler bu tutumlarından vazgeçmezler. Akıl toplumunda yol uzun, ganimet az, hava da çok sıcaksa (Tebuk seferinde olduğu gibi)evlerimiz açık bahçemizde devşirilmek üzeredir mazeretiyle sefere çıkılmaz çünkü bu durum rasyonel bir davranış değildir. Rasyonel olabilmesi için az zahmetle yüksek bir getirinin olması şarttır. Çünkü akıl toplumunun temelinde en az giderle yüksek karlılıklar elde etmek en akıllıca olandır. Ama vahiy; şartlar ne olursa olsun Resul’ü takip etmeyi zorunlu kılar yani Batı’nın tasavvurundaki akıl toplumunu yıkar.
Peki Batı’nın akıl toplumu aydınlanma çağıyla birlikte dünyaya ne katkı sağlamıştır? Tanrı’yı öldüren akıl, kendi ilahlığını ilan ettiğinden bu yana kısacası müstağnileştikten bu yana toplumları adalete, refaha, barışa mı götürmüştür yoksa sanayi devrimiyle birlikte sömürüye, işgale, tecavüze ve daha fazla güvensizliğe ve daha histerik bir toplum oluşturmaya doğru mu götürmüştür? Aydınlanmayla birlikte Avrupa’da kırsal kesimde aç kalan köylüler şehirlere doğru akın ederler ve sayıları milyonları bulan köylüler şehirlerde hayvanların dahi kalamayacağı sağlıksız ortamlarda, ne temizlik ne ahlak ne de sağlık kurallarına riayet etmeksizin kadın-erkek hep bir arada tıkış tıkış yatarak ölüp giderler4. Kristof Colomb, Marco Polo, Portekizli Prens Henrik, Vasgo de Gama ve diğerleri rönesanstan (ki akıl tasavvurlarının ilk oluştuğu dönemlerdir.) bu yana yaptıkları keşiflerle yeni sömürülecek alanlar tespit etmişlerdir. Akıl toplumu, kendisine ait olmayan, başka halklara ait olan zenginlikleri her ne pahasına olursa olsun çalmayı gerekli kılar. Çünkü akıl güçlü olanın yanında olmayı ve güce itaat etmeyi gerekli kılar. Ondandır ki geçmişte Hollanda, Portekiz, İngiltere, Almanya, Fransa, ABD, İtalya, Japonya ve Rusya’nın sömürüsü ayyuka çıkmışken şimdilerde ise süper güç ABD ve onun öncülüğünde İngiltere ve Fransa’nın işgalleri, sömürüleri, tecavüzleri akıl toplumunu inşa edenlerin ortaya koyduğu medeniyeti çok güzel bir şekilde resmetmektedir.
Sonuç:
Burada anlatılmak istenen şey aklı kötülemek değildir. Akıl, Allah’ın insana verdiği en güzel nimetlerdendir. Benim sorun olarak gördüğüm şey, klın ilahlaştırılmasıdır. Çünkü Batı aydınlanma çağıyla birlikte kilisenin otoritesine başkaldırırken,aklı vahyin önüne koymuştur. Ve ürettikleri ve dikte ettikleri her kavramı bu yeni oluşumu sağlam temellere oturtmak için yapmışlardır. Öyleyse bize düşen, her şey de olduğu gibi aklı da Allah’ın emrine boyun eğdirmektir. Zira Allah’a boyun eğmeyen bir akıl ile oluşmuş toplum akıllı toplum değildir. Allah’ın Kur’an’da bahsettiği “Ulul Elbab” yani akıl sahipleri kendisine vahiy bilgisi verilmiş, aklını vahye tabi kılan ilim sahiplerini anlatmada kullanılır. Akıl toplumu oluşturmak yerine vahyin belirttiği ilmi kuşanarak akıllı toplum oluşturma gayreti içinde olmalıyız. Çünkü akıllı olmak müstağnileşmemek ve geçici olan hayat için ebedi olan hayatı elinin tersiyle itmemektir.
(Not: Bu yazı İktibas'ın Haziran sayısında yayınlanmıştır.