
Çetin YILDIRIM
AKP'YLE ÇÖKEN İDEALLER
‘Halklar ne istediğinde haklıdırlar, ama iktidar tercihinde hep hata yaparlar’ diye demokratik yanılgının olasılığından bahseder Maria Freire. Halk değişimi talep eder ama yanlış tercihte bulunur der yani. Tıpkı Türkiye demokrasi tarihinde olduğu gibi. Türkiye demokrasi tarihinde hiçbir zaman gerçek bir değişim talebini temellendirerek ideolojik alt yapısıyla, halk sınıflarının, sosyal katmanların yer değişmesini hedeflemiş, önceki düzenin ve iktidarın yapısal temellerini değiştirmeyi hedef alan bir siyasal hareket oluşmadı.
Solcu hareketler Kemalist düşünceden, İslamcı hareketler de Muhafazakar, sağcı reflekslerden kurtularak bir çağrı oluşturamadılar. Bunu başaracak entelektüel birikimleri olmadı. Gerçek anlamda devrimci bir hareket bu topraklarda ne yazık ki yeşeremiyor. Sol hareketlerin CHP üzerinden halk hafızasındaki sabıkası silinebilecek, affedilebilecek, görmezden gelinebilecek türden değildir. Bu topraklarda halka umut olabilecek, mevcudu değiştirme adına siyasal bir mücadele örgütleyecek tek alternatif İslamcı düşünce ise doksanlı yıllarda yakaladığı özgün bir damar oluşturma imkânını, ikibinli yıllara gelindiğinde harcamış görünüyor ve bu anlamda sermayesini tüketmek üzere.
Zaten 97 Şubatından beri yaşananlar bunu göstermektedir. İktidardaki parti kendini İslami olmakla nitelemese de, halkın bakışında RP’nin devamı olmakla ve İslam’la irtibatlandırılmaktadır. Kendileri kabul etmese de realite bu. İslamcı görünümlü, neo-liberal bir parti AKP. Halk onları hala eşlerinin başörtüsü, namaz kılmaları, oruç tutmaları, içki kullanmamaları üzerinden İslamcı olarak biliyor. Bu düşünce İslamcılara da bir tarafıyla nüfuz etmişe benziyor.
Bu makale halkın algısından çok, son yüzyılda vahyi düşünüşün siyasal teorisini bu topraklara taşıma kabiliyetini bünyesinde barındırıp bunu besleyen düşüncenin genel seyrinde ince bir değerlendirme yapmak amacıyla yazıldı. Devrimci İslamcı düşüncenin ilk dönem fikri değerlendirmelerine mercek tutarak bir hatırlatma yapmak... Asli sorumluluklarımızın nereden nasıl bir geçişkenlik göstererek değişime uğradığına pencere açmak... Bir özeleştiri yapmak belki…
Bugün insanların çaresizliğine karşı Müslümanların çözümün neresinde olduğuna dair bir değerlendirme yapmak hepimiz için vazifedir. Özellikle yoksul ve yoksun bırakılan, Kemalist şiddet kadar ekonomik baskı ve neo-liberal politikalar karşısında ezilenlerle ilgili daha önceleri ortaya konulan veya önerilen tavırların neler olduğuna dair, içe dönük bir özeleştiri maksatlı bir değinidir bu makale.
Türkiye’de İslami hareket üretme, geliştirme, örgütleme, kitleselleştirme kabiliyetini içerisinde barındıran damarı değerlendirmek isabetli olacaktır. Türkiye’deki devrimci İslamcı düşünce, geleneksel, sağcı, milliyetçi, muhafazakar gayri İslami kimlik tonlarından ayrışma ve arınma temelinde bir paradigma üzerine bina edildi. Özellikle doksanlı yıllarda ‘Dünya ve İslam’ dergisiyle daha da berraklaşan kimlik, İslami tabanda akis bulmaya başladı.
Büyük boşluk doldurmanın ötesinde zihin inşa etme ameliyesi görevi üstlenen Türkiye İslami hareketinin asli damarı olmaya namzet bu çizgi, ilk dönem ‘kavramsallaştırma’ faaliyeti sayesinde bir İslami ‘dil’ oluşturdu. Özellikle kendini İslami diğer oluşumlardan farklı olarak ‘Devrimci’ bir çizgiye atıfta bulunarak tanımladı. Teymiyye’den Seyyid Kutub’a ve dünya üzerinde İslami hareketler üzerinden bir tecrübe oluşturup ümmetçi çizgiye katkı sağladı.(1)
Dünyayı algılamada, kendini farklı alanlardaki değerlendirmelerin katkısına açma cesareti ile farklı coğrafyalardaki halkların devrimci değişiminin gözlemlenmesiyle alakalı kültür, sanat, edebiyat üzerinden makaleleri İslamcılara kazandırdı.(2) Bu sayede Türkiye’de resmi ideolojinin oluşumunda sanat, kültür, sinema ve edebiyatın rolünün eleştirisinin yapılmasına zemin hazırladı.(3)
Türkiye İslami hareketinin ana damarı olan bu düşünce, İslami düşünceyi üç eğilim etrafında değerlendirdi. a- Geleneksel akım b- Modernist akım c- Islahatçı akım
Islahatçı akımın bu topraklardaki temsilcisi olarak müşahhaslaşan bu damar, Afgani-Reşid Rıza çizgisini Anadolu’ya taşıma başarısı gösterdi.(4)
Türkiye İslami hareket düşüncesinin mayalanmasından günümüze kadar gelmesinde ve taşınmasında emeği geçen okulun ilk dönem değerlendirmelerinde geleneksel din algısından farklı siyaset teorisine yaklaşım çok önemlidir. Sol jargonla ifade edersek çok ‘ilerici’ sayılabilecek bir siyaset teorisi oluşturuluyordu. Özellikle aşağıda vereceğim alıntılar, hayatı kuşatan bir siyaset algısını, vahyin şahitliği sorumluluğu üzerinden ifade ediyordu. Şu soruyla İslamcıların ufuklarını genişletiyordu:
“Artık müslüman düşünürler yaşadıkları vakıayı keşfetmelidirler; İslam toplumunda uygulamayı tasarladıkları, vakıadan kopuk İslami ekonomik modelleri oluşturma çabalarını askıya alıp, içinde yaşadıkları sistem içinde nasıl bir toplumsal muhalefet oluşturabilecekleri gerçeği ile yoğunlaşmalıdırlar. Ticaretin helalliği (2/275) üzerinde durularak İbn Mace'nin Hz. Muhammed'den naklettiği "İşçinin ücretinin 'teri kurumadan' verilmesi" mevzuundaki hükme dayanarak, bugünkü gerçekliğimiz ve sorunlarımız atlanıp geleceğe dönük vakıasız modeller oluşturmak ve insanları bu İslami modellere sahip çıkmaya çağırmak ne kadar inandırıcı olur acaba?” (5)
Aynı makalede dönemin ekonomik verileri üzerinden sistem analizi yapılarak ezen-ezilen, müstekbir-mustazaf adlandırması ile sistem yerel ve küresel ölçekte değerlendirilmekte. Yazının sonunda İslami hareketin büyümesi için Müslümanlara şu tavsiyede bulunuluyordu: a- Kapitalist sistem iç çelişkileri ile tanınmalıdır. b- İşçi sınıfının hak arama mücadelesi desteklenmelidir c- İşçilerle sağlıklı diyaloglar sergilenmelidir. d- İşçi sınıflarına ‘sahip’ çıkarken sömürünün gerçek nedenleri anlatılmalıdır. e- Müslümanlar işçiler ve sendikalarla ilişkileri yoğunlaştırmalıdırlar. (5)
Bu düşüncelerin İslami hareketin oluşmasındaki öneminin yirmi öncesinden belirtilerek çağrıda bulunulması dikkate değerdir. Yakın tarihimizde çeşitli işçi eylemlerine destek verenler, 1 Mayıs İşçi bayramının sistem eleştirisi acısından önemine vurgu yapılmasına zemin hazırlaması bakımından Türkiye İslami hareketinde bir ilki temsil eder.
Diğer önemli tespitler ise sadece işçi sınıfını değil toplumun büyük kesimlerini içine almaktaydı:
“Halkın yüzde seksenlik bir kesimini oluşturan işçi, köylü, memur vb. dar gelirli mustazaf insanlara yönelik tebliğ gibi çalışmaların bu insanların somut gerçeklerinden, hayatlarından, müca¬delelerinden bağımsız olması düşünü¬lebilir mi? İslam elbette salt soyut değerler bütünü değildir. Karınları aç insanların sorunlarına yönelik çalışma¬larımızın eksikliğine, yetersizliğine karşı, duyarsızlığı ifadelendirmede kul¬lanılan ‘niceliksel zayıflık’ nakaratına dikkat etmeliyiz. Görebildiğimiz kadarıyla söz konusu zayıflık, meşrulaştır¬mada kullandığımız tavrımıza bir neden değil, tavrımızın bir nedenidir.”(6)
Değerlendirmeler paralelinde bakıldığında işçi sınıfının haricinde köylü ve memur sınıfının da sorunlarının sahiplenilmesi gerektiği, bunun İslami bir sorumluluk olduğu aynı yazıda belirtiliyor olması çok önemlidir. O dönemde bu değerlendirmelerle bir hareket oluşumuna omuz verenlerin, şimdi klasik ‘Akaid kaynaklarını’ okuyarak karnı aç insanlara nasıl umut olunacağına cevap aramaları şaşırtıcıdır.
Belli bir misyon ve şahitliği önceleyen İslamcı düşüncenin, doksanlı yılların başında asgari ücreti bir zulüm ve kölelik olarak tanımlaması ise diğer değerlendirmeler kadar önemlidir:
“Türkiye'de insanlarımızın hayatına vahiy hakim değildir. Egemen sistem küfr ve şirkten yana tercihini belirlediği için tebaası altındaki insanlara da zulmü, fıskı, fücuru ve adaletsizliği uygun görmektedir. Küfr ve şirkin somut tezahürü olan kapitalist sistem, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde egemenliğini daha iyi kurabilmek için çalışanlarımızın hayatında bir "asgari ücret" uygulaması yerleştirmiştir.”(7)
Belli bir zaman sonra değişim evreleri farklılaşabiliyor herhalde. Asgari ücrete, küfrün ve şirkin somut bir hali olarak yapılan adlandırmalar, yapılan itirazlar rafa kalkabiliyor. Asgari ücreti; sistemi sorgulamak için bir fırsat, hükümetin küresel ve yerel sermayedarların işbirlikçisi olduğunun ilanı, asıl kurtuluşun sistemle hesaplaşılması ile gerçekleşeceğini belirtenlerin tahfif edilmesi kara mizah konusu olabilir herhalde. Özellikle aşağıda alıntıladığım cümleler bu açıdan ilgi çekicidir:
“Yeni Başbakan'ın %70,1 olarak açıkladığı enflasyona rağmen; hükümetin adeta alay eder gibi memur maaşlarına yaptığı %20'yi bile bulmayan zam, başta memurlar olmak üzere birçok çevreden ağır eleştirilere uğradı. Başbakan eleştiriler karşısında; ‘Üzülerek ifade etmek isterim ki memurumuza gönlümüzdeki maaş zammını veremedik. Olmayan paradan daha fazla verilen ücret artışı enflasyon demektir.” (8)
Tam olarak hükümetin memura verdiği zammın yüzdelik detay üzerinden rejimin sorgulamasına dönük çözümlemeye evrilmesi muhalif bir eylem ötesinde, devrimci pratiğin cüzü olarak adlandırılabilir. Lakin son sekiz yıldır ücretlilere reva görülen kapitalist zulmün ve şirkin görmezden gelinmesine cevap bulunması gerekmez mi?
Düzenin ekonomik silahı olarak tanımlanan zamlara karşı yapılan eleştiriler AKP iktidarı ile buharlaştı sanki.(9) İktidarın küresel kapitalizme eklemlendiği gerçeği gözlerden kaçmaktadır. Çalışanlara yönelik politikalar, Firavunlaşmak olarak adlandırılmıyor artık.
Yazılanlar, çizilenler, okunanlarla sistemin kurbanı olarak iktidarı eleştiren, tepki verenleri İslami çağrıdan uzaklaştıran ötekileştirici bir üslup kullanmadan kendi özgün dilimizi oluşturmalıyız. Bazen konuştuğundan, yazdığından çok nerede durduğunuz çok daha önemlidir. İslamcı kimliklerin AKP süreci ile bulanıklaştığı bir gerçektir. İktidarın içindeki eski dostlarla olan duygusallıklardan sıyrılmak gerekmektedir. Küresel sermayeye uygun olarak oluşturulan özgürlük alanları, liberal pazarın ön koşulu olan bireysel serbestlikler tanınması tuzağına düşmemeliyiz. Militarizmin, para babaları için modası geçmiş bir baskı aracı olduğunu görmeliyiz. Yerine ekonomik ve kapitalist bir bağımlılık oluşturarak, halk, askeri yapı olmasa bile kapitalist yaşam tarzı üzerinden tek tipleştiriliyor. Sadece tüketim, sadece üretim, sadece pazar, sadece kâr, rant devşireceği her şeyi kuşatan bu düzen ve bu düzenin uygulayıcısı AKP artık devlet partisi olmuştur. Çünkü devlet militarist Kemalizmden, kapitalist soft Kemalizme evrilmiştir. Müslümanlar olarak bu dayatılan hayata meydan okumalıyız. Unuttuğumuz devrimci söylemlere sarılmalıyız. Bize öğretenler unutmuş olsalar dahi, hayatı devrimci çizgimizle inadına, sabırla sorgulayıp bulanıklığa izin vermemeliyiz. Güzel değerlendirmeler yapan dostlarımız olduğunu hatırlayarak aşağıdaki alıntı birçok şeyi yeniden düşünmemize sebep olacaktır diye düşünüyorum:
“Müslümanlar olarak burada bir öz eleştiri de yapmamız gerekiyor. Bizler özellikle 28 Şubat'ın İslami kimliğe yönelik baskılarını dile getirdik. Ancak genel anlamda halkın, özellikle çalışan kesimlerin uğradığı haksızlıklara duyarlılığımızı pek yansıtamadık. İslami kesimde iş, emek sorunları hakkında bir iki numune yazı vardır. Ne yazık ki, Müslümanlar kendilerinin de çalışan oldukları bu toplumda iş ve emek sorunlarını görmezlikten gelmişlerdir. Başörtüsü gibi Rabbimizin bir emrinin savunulması ile iş ve emek sorununun savunulmasının Kur'ani bir ödev olduğu bilincinin yaygınlaştırılması üzerimize düşen bir sorumluluk.”(10)
Nihayetinde sitemin modifiye uygulamalarının uygulayıcısı AKP ile İslamcıların arasında ‘değerler’ çatışması olduğu ortaya konulup, vahyi taşıyıcıların bu işleyişle çatışması doğal görülmelidir. AKP’yi aynı ailenin bir müntesibi gibi görerek ‘eleştirilmesi’ gerektiğini söyleyip, çatışılmaması gereken bir noktada kanıksanması kimliğin flulaşmasına sebep olacaktır. AKP’nin darbeciliğe karşı aldığı tavrı desteklerken, muhafazakar, bulanık, sağcı, milliyetçi, kapitalist siyasal duruşunu görmezden gelmek muhafazakarlığın ‘içselleştirilmesini’ getirecektir.
Alfred Döblin’in belirttiği gibi; “Devleti ele geçirirsen, o senindir, sen de onunsundur ve sen artık yoksundur.” AKP sekiz yılda geldiğimiz noktada devletle arasındaki mesefaleri sıfırlamış, resmi ideolojinin savunuculuğunu doğal sonuç olarak kanıksamıştır. İslamcılar darbecilerin işlediği suçlara tepki verirken, kapitalist, muhafazakar şirk ve küfür politikalarına karşı sinir uçları refleks veremiyor. Ezilmişliğin yıllandırılarak, Şubat hatırlatmaları, daha önceki durumumuz neydi, şimdi rahatız, üniversiteler başörtüsü yasağını sonlandırdı, tepki vermek için uygun zaman değil, verilen tepkileri darbecilikle suçlamak gibi devrimci ve İslami tavırdan azade olarak değerlendirmeler yapılması bir vazgeçmişliğin tezahürü olduğunu gösteriyor.
İslamcılar her dem dirençli bir gerginlik oluşturup, sisteme meydan okumayla zihni diriliği taze tutar. Kemalizme meydan okuma zamanı, muhafazakar toplum mühendisliğine dönüşen AKP politikalarına ‘karşıt’ olmak, devrimci meydan okumayı gerekli kılar…
Çünkü iktidarla mesafeleri yakınlaştırmak, mücadele alanında iktidar paylaşımında bulunan taraflardan biriyle oluşabilecek yakınlaşma, İslamcıları ‘duygusal, düşünsel, psikolojik’ ılımlılık tuzağına düşürüp, iktidar taleplerini yok edecektir. Yaşanan, bu gerçekliktir. İslamcılarla AKP arasındaki farklılıklar puslu bir hal almıştır. Mücadele alanında darbecilere karşı olunurken, diğer Allanlarda da AKP yanında saf tutulduğunu, olayın aktörleri fark edemez bir hale gelmiştir. Zulme karşı gerilim üretmesi gereken İslamcılar olmalıyken, gerilim üretme işini Başbakana bırakıp onun gövde gösterisinin alkışlayıcısı durumuna düşülüyor. Sağcı mahfillerde AKP politikaları sahipleniliyor.
Rejimin şirk ve küfre dayalı özelliklerinden kaynaklanan köklü ifsad politikalarını sorgulamak dururken, küçük kazanımları sağlayan AKP’nin ballı parmağına sarılmak devrimciliği çöp tenekesine atmaktan başka bir şey değildir. Bu, rejimin ve iktidarın empoze ettiği kokuşmuş düzene radikal eleştiriler getirip, alternatif geliştirmekten, siyasal ve sosyal değişimin öncülüğünden vazgeçmektir. Bu düzene baş kaldırmayan vicdanlar bir hareket örgütleyemezler. Vicdanları tetiklemek için İslami kimliğimizle var olmalıyız.
1- Dünya ve İslam dergisi. Kış dönemi
2- Dünya ve İslam dergisi. Bir Geçiş Toplumunda Kültür Politikası; Nikaragua
3- Tasfiye dergisi - Edebiyat ve Kemalizm, sayı 22 - 28 Şubat ve Edebiyat, sayı 23
4- Dünya ve İslam dergisi, Kış 1991 - İslami uyanıştan İslami Harekete, Hamza Türkmen
5- Dünya ve İslam dergisi- İslami Hareketin İşçi Sınıfına Zorunlu İlgisi, Hamza Türkmen
6- Haksöz dergisi, Temmuz 1991, Yılmaz Çakır
7- Haksöz dergisi – Asgari Ücret Zulmü – İsmail Akdeniz, 1992
8- Haksöz dergisi – Çalışanlar ve Egemenler – Kenan Gündoğdu, sayı 29
9- Haksöz dergisi- Düzenin Ekonomik Silahı Zamlar, sayı -78
10- Haksöz dergisi- MTA işçileri Açlık Grevinde- Güney Uzun, Sayı - 193