
Çetin YILDIRIM
BEN BU OYUNDA YOKUM
Anayasa değişikliği üzerindeki referandum tartışmalarının Müslüman camiada oluşturulduğu çeşitliliğe bakıldığında İslamcı kişilerden azade olmamak üzere yapılarınd a yalpaladığını gözlemlemekteyiz. Anayasa değişikliği konusunda sürece dahil edilmeyen yada müdahil olma kabiliyetinden yoksun yapıların referandum sürecinde saf tutmadaki bu kadar çabuk hareket etmeleri şaşırtıcılık içermektedir. Bu sürecin oluşması için değişiklik paketine İslamcıların problemlerine yönelik tek bir çıkış olmadan bu gönüllülük yarın olası bir liberal anayasa yapımında ise can siperane bir savunmayıd a gerekli kılacaktır. Aksi davranışı ise tutarsızlaştıracaktır.
Anayasa değişiliğinin genel yapısı üzerinden klasik akidevi yaklaşımları önemsemekle beraber özelde şu tesbitlerin yapılması önemlidir.
2002 yılından beri iktidarda olan AKP hükümete geldiği ilk yıllara da iktidarı asıl devlet yapısı içindeki yani askeri blok ve yargı ile paylaştı. Değişimin temsilcisi olan AKP ‘merkez’deki Askeri ve Yargı oliğarşisine karşı ‘çevre’yi temsil etmekte idi.İktidarı boyunca temsil ettiği bu çevre resmi ideolojinin yıllardır ezdiği kitlelerin sesinden daha çok bu kitlelerin seçkinlerini temsil ettiği gerçeğini gözden kaçırmış olduğumuzdur. AKP kendi burjuvazisini oluşturuken halk kitlelerine dönük net mesajları hep öteledi veya görmezden geldi.
Merkezle olan mücadelesin de RTE mazlumiyet ve mağduriyet üzerinden halkın sempatisini toplayıp kitle desteğini diri tuttu.T ürkiye resmi ideolojisi tarafından başbakan sakıncalı ve partiside problemli ilan edildi. Bunun için sistem içinde terbiye etmeyi denemeleri ve sınırlarını hatırlatmak için AYM kullandılar. Daha önce askeriyeye karşı hazırlanan iddianameyi ve savcıyı sahiplenmeyen AKP kapatma davasında bağırtıları frekans yüksekliği çok fazla oldu.
Özellikle Türkiye'de dünya egemenleri yeni düzenleme yapmak için düğmeye basalı çok olmasına rağmen bunu başarabilecek güçlü bir lider maalesef bulunamamıştır. Bu iş daha önce Cem Boyner, M. Ali Bayar gibi tiplerden sonra en iyi model ortağın RTE olduğunda karar kılındığı ortadadır. RTE gibi İslamcı gelenekten gelen biri olarak risk grubu taşısa da, bu neoliberal özgürlük alanlarının bir an önce açılması ve bu değişime en çok direnen KEMALİST yapının olmasa da kadrolarının tasfiye edilmesi gerekiyordu.
Bu değişimin yapılacağının en belirgin özelliği medya üzerinde ki el değişikliği beraber belli bir grubun hakimiyetine son verilmesidir. Bu noktada terbiye edilmeye çalışan RTE, Doğan grubuna ödenmesi mümkün olmayan bir ceza keserek medyayı terbiye etmesi birilerine gözdağı vermesi manidardır.
Türkiye kısaca Kemalistler ve Liberallerin savaş alanına dönüşmüş iktidarları yitirmemek, diğeri de iktidarı devralmak için boğuşmaktalar. Hırlaşmaktalar. Özgün Duruş'ta Demirağ’ın dediği gibi atlarla eşekler tepiniyor.
İktidara geldiğinden beri iktidarın ve müktedir olma alanını devamlı genişleten AKP iç siyasette kamu oyunda ezilenlerin, yoksulların, mağdurların yanında ‘çevre’yi temsil ederken, dünya ölçeğinde kapitalist merkezlerin ve emperyal güçlerin yanında saf tutmuştur. Kısaca içeride meleklerle, dışarıda ise şeytanlarla iş tutmuştur.
Miadı dolmuş bir Kemalizmin tasfiyesinden öte daha ‘soft’bir Kemalizm inşa ettiğininde belirtilerini üzerinde taşımaktadır.
12 EYLÜL NEDEN? YENİ ANAYASA NEDEN?
12 Eylül darbesi ve 1982 anayasası üzerinde Müslümanların bilgi ve tesbit eksikliği referandum sürecinde ki kafa karışıklı olarak karşımıza çıkmakta. Bu eksikliklerimizi fark etmiş olmadığımız içindir ki en sağlam duruşu umut ettiğimiz yapılar dahi yalpalamalar göstermektedir.
12 Eylül darbesinin asıl maksadının ülkedeki sağ-sol çatışmasını durdurmak bahanesiyle vicdanlarda meşruluğunu kazanmak;ardından uygulanamayan 24 ocak kararlarının ülkeye yerleştirmekti.
12 Eylül’ün asıl gayesi dünyada yeniden dizayn edilen kapitalist sisteme Türkiye’nin de eklenmesini sağlamaktı.Bu eklemlenmenin askeri boyutta ki NATO-CENTO süreciyle tamamlanmış olması ekonomik olarak ta tam bir teslimiyetin ifadesi olan 24 Ocak kararlarını uygulatma ortamı sağlamalıydı.Bu kararların uygulanacak ortamı ordu dizayn etmeli idi, etti de.
Türkiye'deki şartlar 24 Ocak kararlarının uygulama olanağı vermiyordu. Özellikle sol bloğun öncülüğünde çalışanların örgütlü olması (Bu dönemden sonra dahi 80 öncesinde sendikalı işçi sayısına hala ulaşılamamıştır. Ayrıca Pol-Der ve Töb-Der kadar siyasallaşmış hiçbir memur örgütü oluşmayacaktır.) Sermayeye alan açılmasına ve devlet kapitalizminin devrine olanak vermiyordu. Dünya patronları bu ülkede gündemi sosyalist emekçi halkların belirlemesinden o kadar rahatsız olmuşlardı ki darbe seçeneğinin kullandılar başarılıda oldular.Türkiye uluslar arası güç ilişkilerinde dengeyi gözetemeyen hiçbir iktidar adayı devamlılığını sağlayamamıştır. Kemalizm’inde dünya reel politiğinde hareket edip şekillendiğini yakın dönem tarih çalışmaları bunları bize vermekte. Kemalistlerin demir yumruğu bu sefer kapitalistler için hem Kürt-Türk halklarının tepesine indirilmiştir.
Darbeyle beraber 24 Ocak kararlarına direnecek tüm örgütlü yapılar darmadağın edilmiştir. Kararları eleştirecek tüm entelektüeller ya okullardan atılmış yada yurt dışına sürülmüştür.
24 Ocak kararlarının Türkiye de uygulanmaya konması için dikensiz bir gül bahçesi yada yağmaya talana uygun olsun diye bekçisizleştirilmiştir.Fabrikalar işçilerindi 12 eylüle kadar.
Kapitalizmin uygulanmaya konmak istediği kararları yine bu kararları hazırlayan ekibin içindeki birine tevdi edilmişti. Özal liberalizmin Türkiye'deki pratisyeni.
Köprünün altından çok sular aktı. Dünya patronları artık Türkiye de Kemalistlerle iş tutmak,halvet olmak istemiyor. Çünkü hala 1930 lar da ki gibi giyinip öyle makyaj yapan, kendini değiştiremeyen, güzelleştirmeyen, faşist dünyadan kalma alışkanlıklarını sürdüren birini kim ister ki?
Kısacası neoliberal politikaların uygulanması için oluşturulmak istenen özgürlük alanları,Kemalistlerin çıkarları ile çatıştığından Kemalistlerin tasfiye edilmesi gerekmektedir.Mevcud değişimin Kemalizmden çok Kemalistler ile hesaplaşılmak istendiğinide gözler önüne seriyor.
Müslümanların bu referandum sürecinde şimdi kimlerle beraber iş yaptıklarını fark etmek daha şaşırtıcı. Üstelik AKP'nin yaptığı her şey Müslümanların hanesine yazılıyor. Bu şartlarda referanduma katılmak davulu sırtımızda taşımak tokmağı ise başkalarına vermek demek değil midir?
Anayasa değişikliği sosyal bir tabandan gerçekleşmediği ortadadır. Hükümet şapkasından çıkan bu değişikliği nasıl hazırladığı dahi tartışılır. Paketin içerisindeki iki madde önemlidir biri AYM ve HSYK nun durumuna ilişkin değişiklikler çatışma alanı oluşturmakta. İktidarını kaybeden CHP tandanslılarla muktedir kalmaya çalışan neoliberal AKP savaşına şahit olmaktayız. Bu çatışmanın sonucunda Müslümanlara alan açıldığını iddia etmek AKP Müslümanlığı bağlamında ‘EVET’ devrimci tevhidi Müslümanlığı bağlamında ise ‘RED’ olarak adlandırılmalıdır. İçerisinde Müslümanların tek bir dahli olmadığı ortada iken neden benim taleplerimi ciddiye almayan birilerine omuz vereyim ki?
TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?
AKP bir taşla iki kuş vuruyor. Özelikle Türkiye'de neoliberal politikalara ayak uyduramadığı için tasfiye edilen Kemalistlerle beraber, Türkiye'de en büyük toplumsal muhalefet oluşturma potansiyeli olan İslamcıları da yanına alarak şunu yapmış oluyor; toplumda muhalefet oluşturup "farklı bir dünya var" diyebilecek Müslüman havzaları kurutuyor. Bunu fark edemeyen İslamcı yapılar ise kendilerine alan açtıklarını sanıyorlarken, kazdıkları kendi mezarlarıdır aslında.
AKIL TUTULMASI MI?
İslamcıların lehine hiçbir madde olmamasına rağmen AKP tarafından ciddiye alınmayan İslamcıların bu denli ‘EVET’ diye bağrışmalarını anlamlandıramıyorum. Ya bir akıl tutulması yaşanıyor, ya da..?
Oysa BDP, kendilerini hem kürt sorununun çözümünde hem de bu anayasa değişikliğinde kâle alınmadan yok sayılmasına karşı geliştirdikleri bu ‘boykot’ tavrı göstermişlerdir.
İslamcıların sistemin en büyük düşmanları olan Müslümanlardaki bu siyasi basiretsizlik ne yazık ki bu tip bir duruş sergilemelerine engel oldu.Bu noktada özgün bir duruşla kendini ifade eden Kürt partisinin persfektifine ulaşılamamış olması az gittik uz gittik ama bir arpa boyu ancak yol almış olan İslamcıların trajik halini yansıtmaktadır.
Son dönemde ‘reel’ olanı ‘ideal’ olana tercih etmek hem kimliğin liberalleşmesine hem de ilkelerdeki değişkenliğe bir işaret olarak algılanacaktır. Özgür ve özgün, kendinden menkul değerler üzerinde siyaset ve muhalefet hedefi olan İslamcı söylem, bu tavırla sonraki gelişmelerde liberal davranışlara yelken açan pusulası bozulmuş bir gemiden faksız olacaktır.
‘Pasif direniş içerisinde yer alan İslamcıların ‘RED’ tercihini kullanmalarını doğal görmek’ ne kadar aktiflikle eşdeğerdir.
EVET oyunu tercih etmek için gerekçeleri olanlar farklı bir tavır olarak İslamcıların içerisinden de ‘HAYIR’ tercihini kullanma olasılığını hiç düşünmemektedirler. ‘Evet’ oyu kullanılması kadar ‘Hayır’ denilmesi gerektiğini gerekçelendirecek İslamcılar olduğunu belirtmekte fayda var. Referandumu ‘red’ edenleri pasiflikle suçlamak hiç De adil olmayacaktır.
Rahmetli Aliya’nın dediği gibi; Tarihte siyasi olmayan hiçbir İslami hareket yoktur. Bu islam'ın bir hayat tarzı olduğundan kaynaklanmaktadır. Çok fazla yasanın ve karmaşık bir yasama düzeninin olması o toplumda birçok şeyin çürümüşlüğünün göstergesidir.Böyle bir toplumun yasal düzenlemelerden çok nasıl davranılması gerektiği üzerinde eğitilmeye ve siyaset üretmeye gereksinim vardır.İslami hareket iktidarı ele geçirmeyi hedeflemelidir’ İslam deklarasyonu 1974.
Bu zaman dilimine yıllar öncesinden tespitler sunmak halimizin ne denli hala geri olduğunu isbatıdır.
Tercihlerini sandığa gitmemek üzerine gerekçelendirenlerin, Evet oyunu tercih edenlerden daha tutarlı olduğu bir realitedir. Ret üzerine tavır alanların bu tavırlarını Akidevi temelde gerekçelendirmelerinin hikmetli olduğunu düşünmüyorum. Bu referandum, siyasi kırılmaları içerisinde barındıran bir manevradır. Burada özgür bir kimlik ve özgün bir siyasi bakışla mevzilenmek, bunu da kamuoyuyla paylaşmak elzemken, bu tartışmaların içerinde debelenmek yeryüzündeki her soruna cevap vermesi gereken İslamcılara yakışmamaktadır.
Dolayısıyla referandumda hangi sonuç çıkarsa çıksın, İslamcılar farklı bir dünya çağrısını seslendireme şansını ıskalayarak, siyasetsizlikleri ile baş başa kalacaklardır. Özgün bir duruş oluşturamadıkları için farklı muhalif kesimler tarafından AKP’nin arka bahçesi olarak değerlendirilip, yetiştirdikleri değerler de muhafazakarlaşarak devşirilmeye devam edeceklerdir.
‘Evet’ oyu tercihinde bulunanlar bu paralelde liberalliğe daha yakın durduklarını değil de, liberalizme ‘yatkın’ olduklarını ilan etmiş olacaklardır.
Neo liberal tiplerin çoğalmasıyla belanın püsküllüsü karşımıza çıkacaktır. AKP’nin bu politikalarının sonucunu kestirmek çok zor olmasa gerek. Tabi bu halkı yoksun ve yoksul bırakacak politikaları uygulayanlara destek olmanın bir bedeli olacaktır.
Halka anlatacak bir şeylerimiz kaldıysa tabi ki? Günah çıkararak yeniden başlamamak için İslamcılar adına ben bu oyunu bozamadım ama bu oyunda da ‘YOKUM’. Biline….