Çetin YILDIRIM

15 Haziran 2011

SİSTEMDEN TALEPTE BULUNMAK

‘Talep etmek’  aslında teknik bir terim. İktisat dilinde veya ticaret alanında kullanılan bir terim. Özellikle 12 Haziran seçimleri sonrasında bu kavramı daha çok duyacağımızı düşünüyorum. Duyulmaya da başlandı zaten. 

‘Talep etmek’ bir malın ve hizmetin satın alınma ve kazanılma isteğini yansıtır.  Bu satın alma, kazanma arzusunun altında yatan ise, daha çok rahat etme ve müreffeh çizgiye yaklaşmadır. Bu sebeple diyebiliriz ki, kapitalist ve liberal jargona daha yakın bir kavramdır. Talep etmek, ihtiyaç kadar arzu etmeyi de içinde barındırmaktadır.

12 Eylül referandumundan 12 Haziran seçimlerine kadar bu süreçler  birbirini tamamlamaktadır. Seçim öncesi yoksullara umut, varlıklılara istikrar pazarlayan iktidar, ideolojik duruş sahiplerine de özgürlük alanları peydahlamakta pek mahir. Mücadele alanını sadece Kemalizmle sınırlandıran kısır bakış açısı ise, kendi altının oyulduğunu fark edememektedir. Her seçim öncesi olasılıklı ‘beklentiler’ seçim sonrası ‘taleplere’ dönüşmektedir.

‘Talep etmek’, kazanma, elde etme ve en önemlisi satın alma gücünü içerisinde barındırır. İslami camiadaki bazı dostların yaptığı gibi talepte bulunmak için, gücünü ve kazanma arzunu göstermelisin. Sosyal alanda ideolojik kazanımlar elde etmek için ‘talep’ söz konusu olamaz. Hak talep edilmez gasp varsa, mücadeleyi, cedeli göze almadan kazanım olmaz. Talep edersen ‘diyet’ ödemeyi de baştan kabul etmiş olursun. Talep, hakim ideoloji ve sınıfın merhametine bırakılmış olur. Talep ettiğin şey, gün geldiğinde tekrar geri alınır. Bu bir hak ediş olmayacağına göre sadece ‘dilenme’ olabilir.

Dokuz yıllık iktidarının ilk dönemine oranla devletle arasındaki mesafeyi sıfırlamış olan hükümet, artık DEVLETLEŞMİŞ bir yapı olarak karşımızda. Hala devlet politikalarını AKP’den ayrı ve bağımsız ilan etmek, klasik muhafazakar refleks sahibi olunduğunu gösterir. Bunu görmezden gelmek ancak körlüktür, muhafazakarlaşmaktır.

Son balkon konuşmasında hedefini ‘Gazi Mustafa Kemal’ üzerinden muasır medeniyet seviyesiyle örtüştüren, bir önceki referandum sonrası balkon konuşmasında DSİP’e dahi teşekkür edip, “aktif destekçiler”i görmezden gelen başbakandan ‘talep’te bulunmak ancak dilencilik olacaktır. Başbakan da daha ne istiyorsunuz edası ile ‘lütufta’ bulunarak aktif desteğin sürmesini sağlayacaktır. Bu düşünce tarzı aksiyoner değil, reaksiyonerdir. Dolayısıyla sahip olunan hareketin, mevcut iktidarın kontrolüne verilmesidir. Tabii sonuç olarak İslamcılık sistemin kırmızı kitaplarından ‘tehdit’ unsuru olmaktan çıkacaktır. Bu çok sevinç mi uyandırmalı acaba? Zalimler için ‘tehdit’ değil iseniz neden varsınız?

Kürt politikalarının değişiminin gerekçesi nedir? Kürt muhalif hareketi midir? Yoksa iktidarın farklı olması mıdır? Mevcut olan kazanımlar devletin merhamete geldiğini mi gösterir yoksa? İktidar bu kazanımları kendisinin bir lütfu imiş gibi sunma aymazlığını gösterebiliyor ve Kürt halkından da bunun diyetini kendisine rey vererek ödemesini istiyor. Mesaj aynı, özgürlük gelecekse onu biz getiririz.

İslamcıların, “yeni anayasadan şu beklentim var”, “şu madde değişmelidir”, “bunu talep ediyorum” demeleri ‘ucuzluğun’ dik alasıdır. Kendi siyasi paradigmanızı oluşturamamış, direnen bir hat çizememiş olarak ‘talepler’iniz ciddiye alınmadığında ne yaptırımınız olabilir ki?

İslami hareket, talepte bulunamaz. İktidara ‘yaptırım’ olabilir ancak. İslami hareketin böyle bir gücü var mı? El cevap; yok. O zaman talepler ‘dilenciliğin’, sığınmacılığın ambalajı olacaktır ancak. Talepte bulunduğun kadar ‘başın okşanır’, o kadar sevilirsin. Çünkü talep ettiğin kadar içselleştirirsin sistemi. Pes etmişliğin ilanıdır bu. Siyasal alanda iktidarın yanında saf tutarak ‘adalet’ merkezli duruşunu ‘muhafazakarlığa’ devşirmiş olursun.

12 Haziran seçimleri, Kürt sorunu ve yeni anayasa etrafında cereyan etti diyebiliriz. Atladığımız sosyal vaka şudur ki; bir devlet kuruluşundaki hakim sınıf ve ideoloji / felsefe üzerinden gelişimini sürdürür. Yeni anayasayı hazırlayanların üniformasız olması anayasayı ‘sivil’ yapmaz. Hatta bazen asker biri dahi bir sivilden daha demokrat da olabilir. Şimdiye dek 177 maddelik 1982 anayasasında  119 madde değiştirildi. Bu değişiklikler anayasayı Müslüman vicdanda meşrulaştırdı mı?

Müslüman paradigmanın siyaset algısı adalet merkezlidir. Bu ilke üzerine adaleti merkez alıp, siyaseti manivela olarak kullanıp, hayatı şekillendirmeleri gerekir. Müslümanlar, bu sayede vahye şahit olurken, halkın da hakkını arayıp onların savunuculuğu yapar olmalıdırlar. Bunun yerine sistemden talepte bulunup durmak, adaleti taleplere kurban etmek demektir.

12 Eylül anayasasındaki revizyonun, sert  bir içkiyi yumuşatmak için ona su katmaktan farksız olduğunu unutarak sevinmek ne kadar İslami bir duruş ise, eski şarabı yeni şişede sunmak olacak olan yeni anayasadan talepte bulunmak da muhafazakarlığın farklı bir boyutu olsa gerek.

Anayasalar halkı nasıl yönetiriz, nasıl aldatır, oyalarız ve nasıl hükmederizin cevaplarını oluşturur. Müslümanlar nasıl yönetileceklerini hakim sınıfların, kapitalist, muhafazakar iktidarın merhametine ve onların vereceği ‘lütuf’lara bırakabilecek kadar değişti mi? Talepte bulunmak, baştan yönetilmeyi kabul etmek değil midir?