Mustafa BOZACIOĞLU
ALIN SİZE DEĞİŞİM FIRSATI
Allah günleri aramızda döndürüp duruyor… Fırsat üstüne fırsat sunuyor. Yok, biz illa da özel bir fırsat isteriz, her gün olmaz, buna gelemeyiz, özel bir şeyler olsun derseniz- ki genellikle söylenen ve genelin söylediği budur- işte o da önünüzde. Yakınınızda, elinizin altında…
‘Değişim’ söylemlerini hatırlayınız. Ne oldu; üzerinde durup düşünmeye, olurunu olmazını hesap etmeye bile fırsat bırakılmadan, bir test vesilesi olarak kullanıldı ve tüketildi… Dağ fare doğurdu! Kimin işine yaradı? Elimize ne geçti, geriye ne kaldı?
Daha dün birbirine hırlayıp tıslayanlar bir araya gelip ‘cemaat’ olamasalar da cem oldular. Bir savunma hattı oluşturup tahkim ettiler. Acaba amaçlanan da bu muydu? Bir taşla birkaç kuşu ve derenin tatlı su balıklarını da vuranlar bir kez daha her vesileyle ‘vurgun’ işini kotarabileceklerini sahada canlı bir tatbikatla test edip görmüş, göstermiş oldular. Bu vurgun illa da ekonomik olacak değil ya; siyaseten olur, sosyal olarak olur, oya tahville olur, dikkatleri başka alana çekmek için olur… Olur da olur!
Birileri suyu bulandırıp balık avlamayı çok iyi biliyor, uyguluyor… Ne kadar istenmese de belki bir farklı yere evrilebilirdi mesele. Lakin el çabukluğu marifet; birkaç çevreden cılızca ve devletlûlarını ürkütmeden ve çok altı çizilmeden ve tekrarlanmadan mesele geçiştirildi… Görülen o ki, aynı havuzdan beslenip aralarında ton farkı olmaktan öte bariz bir fark bulunmayan camialar, gardlarını alıp, içe kapanıp bir dayanışma örneği de sergileyerek ve fakat sözün ve tavrın devamına gönüllü olmadan, kendilerinden bilip kendilerine belli kulvarlarda oynama fırsatı sunanlara ‘küfranı nimet’ etmekten imtina ettiler! Bu bir kazanım mıdır, geri adım mıdır bilemem! Değişim olgusu ise başka baharlara kaldı! Ertelendi! Buna sevinelim mi, üzülelim mi, bunu da bilmiyorum!
Şimdi bir iyi niyet testi fırsatı: Şu kandil olgusunu, bırakın alaylıları (irapta mahalli yok denilip dikkate alınmayanları), diyanet ve ilahiyat otoritelerinin mürekkep yalamışları, apoletlileri bir ele alsınlar, değerlendirsinler… Değişecek, gelişecek, kalacak kısımlarını, nasılını niçinini bize bir sunsunlar. Biz de istifade edip ayıkalım! Pirincin içindeki beyaz taşları ayıklayalım! Bakalım kimlerden ne sesler çıkacak!
En zor işin oluşmuş algıları, ön yargıları değiştirmek olduğunu bilenler biliyor. Bu birilerinin de işine geliyor. İşi biliyor işe gitmiyorlar! İşleri iş vermek! İşletmek!
Söz sahibini bağlar! Önce bu deklarasyon, önü arkası, boyutları, kapsamı, sınırları, amacı hedefi, içeriği, niyeti, alanı gibi hususlarda kafalarda şek ve şüphe bırakmayacak şekilde açıklanmalı ve kamu oyuyla öyle paylaşılmalıydı. Ortaya bir kılçık atıp çık işin içinden çıkabilirsen! Şimdi mesele fıkhi ayrıntılarla kalmayacak, geçiştirilemeyecek boyutları haizdir. Birileri ‘ifrat tefrit’ uyuşmazlığında meseleyi kullanıp, suistimal edebilir. Bu istemesek de olacak ve bu öyle kolay engellenebilir bir olgu da değil! Ahlakına, ahkâmına, hadlere hatta akidesine kadar çekip uzatanlar; tarihsellik everensellik boyutlarında tüketenler; kaynak sorununa indirgeyenler elbette olacaktır. Varsın olsun! Lakin niyeti ‘üzüm yemek olanlar’ bir adım öne çıkıp efradını cami uyarı ve ikazlarını, tekliflerini, örnek verileri açıkça ve delilli ispatlı sunmalı, paylaşmalıdırlar. Yoksa birileri bizi paylamaya, payanda kılmaya, parya yapmaya devam edecekler!
Değişimse, buyurun kendinizden başlayın! İstendik değişiklikleri bir an önce gerçekleştiriniz! Kınayıcılara da aldırmayınız! Lakin ‘istendik değişikliklerin’ sizin nefsinizden mi, ‘mahalle baskısından mı’, ‘otoriter vicdandan’dan mı, klişelerin tahakkümünden mi, ‘verili olanın’ mecbur kıldıklarından mı, birilerinin (gelenekçilik ve modern algıların dezenformeleri) bize dayatıp ezberlettikleri mi yoksa bizleri yaratan, imtihan için yarattığını ve sonuçta her şeyden hesaba çekeceğini bildiren, yolu hidayet etmek ve kılavuzlamak için vahiy ve elçiler gönderen ‘hükmün ve emrin’ de yegâne sahibi İlahımız ve Rabbimizi olan Allah’ın buyrukları mı olduklarına bakmak, buna göre konum almak çoktan daha çok, olmazsa olmaz zorunluluğumuzdur.
Değişim derken siz, İslam’ın değişimi, İslam’da olanın değişimi her ne derseniz deyin, neyi kastederseniz kastedin öncelikle kendiniz ‘İslam’la değişmeye’ hazır mısınız? Sizdekileri, size her ne kadar rengi ve tonları yakınmış gibi de gelse İslam’da olanlarla değiştirmeye, bu değişime talip misiniz?
İslamî olan siyaseti, İslamî olan ekonomiyi, İslamî olan eğitimi, İslamî olan düzeni ve sistemi istiyor musunuz, istemiyor musunuz; kimler istiyor, kimler karşı; kimler ‘ama, fakat, şimdi mi, bu çağda mı, hemen mi, hepsi mi..’ diyor, kekelemeye başlıyor, yutkunuyor; kimler şeffaf, olduğu gibi, başkalarına söylerken kendini unutmadan ‘yüzde yüzüne’ eksiltmeden/iskonto ve ekleme/zam yapmadan, aynıyla ‘evet/baş göz üstüne/amenna ve saddakna’ diyor; bunu deklare edelim önce! Her birimiz, her kesim, hem de hemen! Dindar olanla, dini dar olup dindar geçinenler, dinden ve dindarlardan geçinenler belli olsun! Herkes maskeyi, peruğu, makyajı, ‘miş gibi’ yapmayı bıraksın, aslî rengine bürünsün! Takiyyeyi, gizli –kime hizmet ettiği belli olmayan(!)- ajandaları bıraksın!
İslam’ın hiç birimize ihtiyacı yok müdahanesi de olmaz! Biz O’na muhtacız! Şeref, izzet O’nda! Talip olanlar İslam’daki izzet ve şerefe talip olsunlar. O’ndakilerle değişime de hazır ve nazır olsunlar. Pazarlık ve hazımsızlık yapmadan, tamamına… Burada ana, kurucu ve tek şek ve şüphe barındırmayan müracaat kaynağı, ölçüt, norm olarak Kur’anı ve kurucu örneklik olarak sahih sünneti mihver edinmek tek yoldur, tek çaredir..