Mehmet PAMAK
ALLAH’IN RAHMETİNE VE KURTULUŞA, ANCAK KUR’AN’A UYGUN YAŞAYIP TAKVAYI KUŞANANLAR ULAŞABİLİR
Bismillahirrahmanirrahim
Vahyin belirlediği ve Rasûlün (s) sünnetinin güzel örneğini oluşturduğu sahih İslam anlayışıyla bağdaşmayan ve yüzyıllara sâri yozlaşma sürecinde üretilen birçok bid’at ve hurafelerle kuşatılmış geleneksel din anlayışında, yaşantısına bakılmaksızın lâfzen “kelime-i şahadet”i söyleyen ve “müslümanım” diyen herkesin Allah’ın rahmetine müstahak olduğu ve kurtuluşa ereceği zannedilir. Ve ölen herkese kolayca “rahmet ve mağfiret” duası yapılır. Hâlbuki Kur’an’daki birçok âyet, Allah’ın rahmetine ve kurtuluşa erebilmek için, kişinin Allah’ın azabından korkup sakınarak O’nun emir ve yasaklarına uyma sorumluluk bilinciyle Kur’an’a uygun takvalı bir hayat yaşaması gerektiğini ortaya koymaktadır. Allah’ın, ancak böyle bir hayatı yaşayarak kurtuluşu hak edenlere rahmet edeceği bildirilmektedir.
Allah’ın Rahmetine ve Kurtuluşa Ulaşabilmek İçin Kitaba Uygun Yaşamak ve Takvayı Kuşanmak Şarttır
Allah’ın rahmetine müstahak olmak, kurtuluşa erebilmek, ahirette cennetle mükâfatlandırılmak ve iman etmiş sayılmak için Kur’an’a uymak, takvayı kuşanmak gerekmektedir. Kur’an’da birçok âyette, Kitabı hakkıyla okuyup onunla amel etmeyenlerin, hayatlarını Allah’a rükû ve secde ettirmeyenlerin, Allah’ın rahmetine mazhar olamayacakları açık biçimde ifade edilmiştir.
Rabbimiz, En’âm Suresi 155. âyette indirmiş olduğu mübarek Kitaba uymaya ve Allah’ın azabından korkup sakınarak, Allah’ın emir ve yasaklarına uyma sorumluluk bilinciyle takvayı kuşanmaya çağırmaktadır. Ancak Kitabın hükümlerine uyup takvalı davrananlara rahmet edeceğini bildirmektedir: “Bu (Kur’an) da bizim indirdiğimiz bereket kaynağı bir kitaptır. Artık ona uyun ve Allah’a karşı gelmekten sakının (takvalı olun) (umulur) ki size rahmet edilsin.”
Hac Suresi 77. âyette de, kurtuluşa erebilmek için, iman ettikten sonra hayatı Allah’a rükû, secde ettirip ibadet kılmak ve hayırlı işler yapmak gerektiği ifade edilmiştir: “Ey iman edenler, rükû edin, secdeye varın, Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.”. Kurtuluşa ve rahmete ulaştıracak yolun gösterildiği bu âyetlerde dikkat çeken önemli bir husus da, “siz imandan sonra bu amelleri yaparsanız, kesin olarak size rahmet edilir ve kurtuluşa erersiniz” denmek yerine “ancak o zaman size rahmet edilmesi ve kurtuluşa ermeniz umulur” denilmiş olmasıdır.
Âl-i İmran Suresi 102. âyette de; “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa, öylece sakının (Allah’ın emir ve yasaklarına uyma sorumluluk bilincini kuşanın) ve siz ancak müslimler/müslümanlar olarak ölün.” buyrulmuştur. “Ey iman edenler!” hitabından sonra takvayı kuşanıp Kur’an’a uygun yaşayarak “müslim” olmaya ve ölene kadar müslimce yaşayıp böyle ölmeye çağrı yapılmıştır. “İman ettiğini” söylediği hâlde, takvayı kuşanmayanlar, Allah’ın emir ve yasaklarına uyma sorumluluk bilincini taşımayanlar, yâni Kur’an’a uygun bir hayat yaşamayanlar “müslim” olmamakla nitelendirilmektedir. Sonuçta bunların kaybedecekleri, hüsranda oldukları başka birçok âyette vurgulanmıştır.
Nur Suresi 51. âyette; “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin sözü ancak ‘İşittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.” hükmü yer almaktadır. 52. âyette ise; “Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse ve Allah’tan korkup O’ndan sakınırsa (takvalı olursa), işte ‘kurtuluşa ve mutluluğa’ erenler bunlardır.” buyrulmaktadır. Görüldüğü üzere, bu âyetlerde uhrevî kurtuluş ve mutluluğa ulaşmanın yolunun, Allah ve Rasûlünün verdiği hükmün karşısında “işittik ve iman ettik” demekten değil de “işittik ve itaat ettik” demekten geçtiği ifade edilmektedir. Anlaşılmaktadır ki, kim “işittiği vahyî bilgiye imandan sonra bu bilgi gereğince Allah’a ve Rasûlüne itaat edip takvalı (Allah’ın azabından sakınıp O’nun emir ve yasaklarına uyma sorumluluğuna uygun) davranırsa, işte ancak onlar kurtuluşu ve mutluluğu hak edeceklerdir.
Mü’min ve müslim olmak, sonuçta da kurtuluşu ve rahmeti hak etmek için, birçok âyette sevgi ve velayet (dostluk) bağlarının bile vahye uygun biçimde kurulması şartı getirilmektedir. Mü’minlerin, küfrü imana tercih etmiş ve Allah ve Rasûlüne isyan hâlinde olanları, “anne-baba, kardeş, evlat, zevce ve aşiretleri bile olsalar veli edinmemeleri ve kendilerine sevgi beslememeleri gerektiği”, “bunları Allah’tan, Rasûlünden ve Allah yolunda cihaddan daha fazla sevenlerin ya da mü’min olmayanları veli/dost/sırdaş edinenlerin, Allah’ın hidayet etmeyeceği zalimler ve fasıklar olduğu” birçok ayette vurgulanır. (Örnek: Tevbe, 9/23-24, Mücadele, 58/22, Maide, 5/51, Mümtehine, 60/1). Ancak sevgi ve velayet (sırdaşlık, dostluk) konusundaki Kur’anî ölçüye uygun davrananların, sadece “Allah’ı, Rasûlünü ve mü’minleri veli edinenlerin ve Allah yolunda vahyî ölçülere uygun bir mücadeleyi sürdürenlerin imanını koruyabileceği, Allah taraftarı/Hizbullah olacağı (Maide, 5/56) ve kurtuluşa ereceği (Mücadele, 58/22) bildirilir. “Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri ve Allah’tan ve Rasûlü’nden ve mü’minlerden başkalarını veli/sırdostu edinmeyenleri, ‘bilip (ortaya) çıkarmadan’ bırakılıvereceğinizi mi sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Tevbe, 9/16).
Bakara Suresi 214. âyette, iman ettikten sonra imanın imtihanını verip bu uğurda mücadele etmek ve sıkıntılara, zorluklara katlanıp bedel ödemek söz konusu olmadan kurtuluşa ulaşmanın ve cennetle mükâfatlandırılmanın mümkün olmadığı vurgulanır: “Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Rasûl ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı…”. Kurtuluşa ve mutluluğa ulaşanların, iman ettikten sonra Allah yolunda hicret edip mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler olacağı bildirilir: “İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte ‘kurtuluşa ve mutluluğa’ erenler bunlardır.” (Tevbe, 9/20). “Yoksa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?”(Âl-i İmran, 3/142).
Ahiretteki Mükâfat ve Ceza Da, Dünyadaki Hayat Tarzı ve Amellerin Doğrudan Belirlediği Bir Sonuçtur
Mürselat Suresi 41-44. âyetlerde, ancak, dünyadayken Allah’ın indirdiği kitaba uyup takvalı davrananların, iyi davranışlarda bulunanların, ahiret hayatında cennet ve nimetleriyle mükâfatlandırılacağı bildirilmektedir. Dikkat edilmesi gereken nokta, bu mükâfatların, “iman ettik” demelerinin karşılığı değil, dünyadayken yaptıklarının karşılığı olduğunun vurgulanmış olmasıdır. “İyilik yapanların, iyi ve güzel davranış sahiplerinin böyle mükâfatlandırıldığı” bildirilmektedir: “Şüphesiz (o gün) takvâ sahipleri (Allah’ın azabından sakınıp emir ve yasaklarına uyanlar), gölgeliklerde ve pınar başlarında, canlarının çektiğinden çeşit çeşit meyveler arasında olacaklardır. (Kendilerine:) «İşlediklerinizin karşılığı olarak şimdi âfiyetle yeyin için» (denir). İşte, biz iyilik yapanları (muhsinleri) böyle mükâfatlandırırız.”
Mürselat Suresi 47 ilâ 50. âyetlerde ise, kendilerine hayatınızı Allah’a rükû ettirin/boyun eğdirin denildiği hâlde rükû etmeyenlerin, hayatlarını Allah’a boyun eğdirmeyenlerin, Allah’ın hükümlerine uygun bir hayat yaşamayıp hevalarına uyanların, “yalanlayanlar, inkâr edenler” oldukları ifade ediliyor: 47- “O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!” 48 – “Onlara: ‘Rükû’ edin’ dendiği zaman rükû’ etmezler.” 49- “O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!” 50 – “Artık bundan (Kur’an’dan) sonra hangi söze inanacaklar?” Bu âyetlerden de anlaşılıyor ki, Kur’an’a imanın gereği rükû etmek, Allah’ın Kur’an’da yer alan hükümlerine/emirlerine boyun eğmektir. İman iddiasında bulunduğu hâlde rükû etmeyenler, Kur’an’a uygun bir hayat yaşamayanlar ise, “onların vay hâline” denecek bir hüsranla karşılaşıp kaybedenlerden olacaklardır.
İnşikak Suresi 20-21. âyetlerde de “…Onlara ne oluyor da iman etmiyorlar? Onlara Kur’an okunduğu zaman secde etmiyorlar?” denilerek aynı şey söylenmiş oluyor. Mürselât Suresi âyetlerinde hayatı Allah’a rükû ettirmeyenlerin/boyun eğdirmeyenlerin, Kur’an’a tâbi kılmayanların “hakikati yalanlayanlar” olduğu ifade edilmişti. İnşikak Suresi ayetinde de, Allah’a ve inzal ettiği Kur’an’a iman etmenin gereğinin, Kur’an okunduğunda onun hükümlerini hayata hâkim kılarak hayatı Allah’a secde/itaat ettirmek olduğu ifade ediliyor. İnşikak Suresi 20-24. âyetlerde kendilerine Kur’an okunduğu halde ona uymayanların, onunla amel etmeyenlerin, secde/itaat etmeyenlerin iman etmeyenler, inkârcılar olduğu ve bunların “elem dolu bir azaba” muhatap olacakları haber veriliyor. 25. âyette ise, “Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka; onlar için kesintisi olmayan bir ecir (mükafaat) vardır.” hükmüyle, sadece iman edip secde/itaat edenlerin, iman ettiği Kitaba uyup sâlih amel işleyenlerin kurtuluşa erecekleri ve kesintisiz bir ecirle mükâfatlandırılacakları bildiriliyor.
Karia Suresi 6 ilâ 11. âyetlerde de, ahiretteki hesap sırasında cennet ve cehenneme gideceklerin tespitinde yine hiç imandan bahsedilmeden, doğrudan imanın ispatı olan amellerden bahsedilmekte ve tartıda iyi amelleri ağır gelenlerin cennetle mükâfatlandırılacağı, tartısı hafif gelenlerin ise cehennem azabına muhatap olacağı haber verilmektedir: 6-7: “O gün kimin tartılan ameli ağır gelirse işte o, hoşnut edici bir yaşayış içinde olur.” 8-9: “Kimin tartıları hafif gelirse, onun anası da (varacağı yer, sığınacağı durağı) hâviye’dir.” 10-11: Nedir o (Hâviye) bilir misin? Kızgın ateş!”
Anlaşılmaktadır ki, dünya imtihanının temel ekseni, imtihan kitabı ve hidayet rehberi olan Kur’an’a uygun bir hayatın yaşanıp yaşanmamasıdır. Ahiretteki akîbeti belirleyen de, dünyadayken olumlu veya olumsuz manada yapılan ya da yapılması gerektiği halde yapılmayan amellerdir. Nitekim Rabbimiz, Âraf Suresi 147. âyette de insanların “yapmakta oldukları amellerden başka bir şey için cezalandırılmayacakları“nı bildirmektedir. Bakara Suresi 281. âyette de, ahirette, dünyadayken yapılan ya da yapılmayan ameller üzerinden hesabın görüleceği ve mükâfat ya da ceza nevinden karşılıkların da bu amellere göre takdir edileceği bildirilmektedir: “Öyle bir günden sakının ki, o gün hepiniz Allah’a döndürülüp götürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı amellerin karşılığı verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır”.
Allah’ın rahmetine ve kurtuluşa ulaşabilmek; ancak Kur’an’a uygun bir hayatı yaşamak için gücü yettiğince çaba gösterip hayatı ibadet kılmakla, Allah’ın emir ve yasaklarına uyma sorumluluk bilincini, yani takvayı kuşanıp müslimce bir hayatı yaşamakla mümkündür. Rabbimiz hepimize, rahmetine ve kurtuluşa müstahak olmayı ve bunun için müslimce bir hayatı yaşayıp müslim olarak ölmeyi nasip etsin inşaAllah.