Mustafa BOZACIOĞLU

22 Şubat 2017

BİR BULUŞMANIN ARDINDAN

Bursa’dan Kürşat kardeşin daveti üzerine epeydir özlediğimiz buluşmalardan birini Ankara Kızılcahamam’da gerçekleştirme fırsatı bulduk bu hafta sonu… Atasoy Müftüoğlu ağabeyin tavsiye ettiği kitapların okunması ve kritiğinin yapıldığı bir çalışma grubunun organize ettiği bu çağrıya yurdun değişik bölgelerinden ‘bilgi-bilinç-kardeşlik’ sevdalısı/talibi hayli kişinin katıldığı görüldü.

Ne kadar teşekkür etsek azdır programa emeği geçen kardeşlerimize ve ne kadar da şükretsek yine azdır, bize bu fırsatı sunan, nasip eden, Müslümanlardan ve Müslümanlarla beraber kılan Rabbimize… Yine teşekkürlerimizin bir bölümünü de programda konuşmacı olarak yer alan Atasoy Müftüoğlu ve Abdurrahman Arslan ağabeylere/üstadlara ve konuşması bizlere tercüme ile aktarılan, misafir, Hibe Rauf İzzet Hanımefendi’ye sunuyoruz tercümeleri yapan bayan kardeşimizi de unutmadan… Ben affınıza sığınarak teşekkürlerimin büyüğünü/çoğunu da katılımcılara ayırmak istiyorum; ne de olsa büyük kitle/çoğunluk onlarda idi değil mi? Hele şu son zamane zamanların ‘çoğulculuk’ sevdasını hatırlayıp gördüğümüzde! ‘Niye?’ derseniz; işin içinde her ne kadar cazip yan unsurlar olsa da az fedakârlık değil onlarınki… Maddi manevi… Hele daha popüler meşguliyetler, daha kolay ve ucuz beraberlikler düşünüldüğünde…

Yeri gelmişken şunu da ekleyelim; nicelik sevdasına kapılıp bu kalabalıkları olmazsa olmaz değer zannederek, meşguliyetleri buna hasretme kolaycılığına kapılmadan ve fakat çok da gereksiz, önemsiz, hesap dışı görecek bir yanılgıdan da uzak durmak gerek. Düşünün bir arabayı ki hangi parçasını değersiz ve gereksiz diyerek çıkarıp atabilirsiniz?! Tabi bu bir plan ve program işidir; sürece ve karşılıklı iletişimle/etkileşimle arz ve talebe bağlıdır

Bilirsiniz insanla uğraşmak zordur. Hem de çok zor. ‘Zer’ işlerdendir bu! Her kişinin değil ‘er kişinin’ harcıdır. Her şeyin tüketildiği şu çağda, insan ilişkileri de tüketilip sömürülüyor biliyorsunuz! Dizi arası reklam, hatta şimdilerde olduğu gibi reklam arası dizi formatına indirgenmiş ve de çoğunlukla yapay, çıkar ilişkileri ile kirletilmiş, ekseriyetle tek taraflı yürütülmeye çabalanan, nicelik eksenli birliktelikler söz konusu… Tevhid ve adaletin esnetilmeyeceği, dostluk ve kardeşlik eksenli olmadıkça, bu beraberliklerin bir bir’lik oluşturmayacağı, dirlik ve diriliş getirmediği/getirmeyeceği izahtan varestedir. Daha uzağa gitmeye gerek yok; yakın geçmişimizin örnekleri bol ve tüm coğrafyalarımızda yaşanan ve yaşanmış, kötü tekrarlarına/taklitlerine bakmak yeterli.  Tabi, görmek için bakmak gerekli de, doğru görebilmek için doğru yerde durup doğru açıdan ve uygun/sahte olmayan/sahici/hakiki ışık altında bakmak gerek!

Gelenlerin memnuniyetini gözlerinden, duruşlarından anlamak pekâlâ mümkündü. Gelmeyenlerin, ufak tefek, sun’i mazeretlerle gelemeyenlerin çok şeyler kaçırdıkları, pişman olacakları bir fırsatı elleri ile teptiklerini söylemek, belki ileriki çağrılara kulak kabartmaları anlamında, hem de teşvik sadedinde yadırganmaz umarım! Davetten haberi olmayanların ise durumları ise konuşulmaya, düşünülmeye değer. Bu da içe dönük eleştirimiz olsun! Tüm herkese ulaşabilmek, aynı ortamda toplayabilmek pek mümkün olmasa da bu durumun farklı telafi imkânları bulunabilirdi elbette. Bir çözüm ve çıkış noktası yakalanabilir imkânlar zorlanarak! Neyse, bu da sonraları için kulağımıza küpe olsun!

Ben aslında şunu da eklemek isterim ki, ‘Burada bulunanlar bulunmayanlara anlatsınlar..’ buyuran Hz Peygamberin amaçladığı gibi, bu iki güne sıkıştırılan program yeterli ve yetkin emek verildiğinde gündem oluşturabilir ve hayli zaman konuşulmaya devam edebilir. Yine sonrakilere ışık tutması adına, teşekkürün çoğunu ayırıp atfettiğimiz katılımcılar durumdan vazife çıkarıp meseleyi işi edinseler(k), sorumluluk alsalar(k) bir o kadar kişiye, belki daha fazlasına ulaşmak mümkün olabilirdi. Bir kişi gerekli argümanlarla, karşılıklı ilişkilerle halkayı genişletecek birkaç kişiye ulaşabilirdi pekâlâ! Olması gereken de belki buydu/budur!

Bunu da bir kenara kayıt edelim! Cisimlerle beraber isimlerle de tanışıklık gerçekleştirilmeye çalışıldı. Orada da dediğimiz gibi; isimler unutuluyor zamanla; hemen, anında! Hele serde yaşlılık varsa ve de bu isimler çeşitli vesilelerle tekrarlanmazsa! Bu sebeple her ne adına ve nerede, ne süre ile olursa olsun bu vesileleri çoğaltmak lazım! Ne de olsa ‘gözden ırak olan gönülden de ırak oluyor’ değil mi zamanla?! Rezerv koymanın, sınırları daraltmanın, şartlar ve kurallarla baskılamanın bir anlamı yok, getirisi de! Lakin yanlış anlaşılmasın, bu; ‘ne olsa geçer’ anlamına alınamayacağı gibi, ilkesizlik anlamına da gelmez.

Değil mi ki bizler, ‘..sözü dinleyen ve en güzeline uyan’ bir nitelikle vasfedilmişiz. Hâsılı ‘insanlığa bir sözü olanlarla ve dahi sözü olana verilecek kulağı olanlarla bu ve benzeri birliktelikler, saflıktan kurtulmak ve safları sıklaştırmak adına, tüm şartlar zorlanıp aşılma bilinciyle tekrarlanmalıdır.

Son yaşadıklarımız gösterdi ki ‘cemaatle de olmuyor, cemaatsiz de’! Bırakınız sürüden ayrılanı, sürüleri bile kurt kapıyor şimdilerde! Sürü olup sürülmeye/güdülmeye razı olunca! Hele aklı iptal veya en azından birilerinin eline emanet edince! O halde ilkin yapılacak iş, kapsamlı, kuşatıcı, doğru, ‘etrafını cami, ağyarını mani’ bir cemaat tanımının, nesnel bir tarifinin yapılması olsa gerektir. Ne tür yapılanmaların, birlikteliklerin cemaat olamayacakları, niçin’i ile birlikte ortaya konulmalıdır. Asgari müştereklerin en asgarisi belirlenip öylece ilk adımları atmış olmak gerekmektedir. Yoksa ne geleneğin sarmalından ve ne de modernizmin iğdiş edici dürtülerinden yalnız başına kurtulmak çok kolay bir iş değil! Bu ‘tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan’ paradoksuna düşülmeden, bütüncül bir bakış ve keskin bir bilinçle acilen gerçekleştirilmelidir. (Bu davetin sahibi arkadaşların ‘okuma’ çabaları da bu manada önemsenmelidir.)

Tek başına gelenek veya tek başına modernizm eleştirisi/reddiyesi bu anlamda eksik kalacaktır. Hele Malik bin Nebi’nin dediği ‘Sömürüye müsait olma hali..’ sürer vaziyette iken… Burada da nitelik nicelik olgularında olduğu gibi ifrat-tefritten uzak bir itidal/denge gözetilmelidir.

Bu buluşmadaki bir müşahedemiz de odur ki, daha önceki bozacı-şıracı mutad seyahatlerimizin de tespiti olduğu üzre, yurdun en ücra köşelerinde, merkezinde taşrasında, köyünde kentinde nice ‘kendinde/aklı başında’, sözü dinlenir, uyarısı kale alınır, hatırı gözetilir, alaylı/mektepli, birlik ve beraberlik için aranır değer mevcuttur; en az bilinenler kadar bilinmesi, tanınması gereken… Kitleye oranla az da olsalar! Sorun zaten onların oransal azlığında da değil!

Azlığa ters oranda azim işler onları beklemektedir, genelin sorumluluklarını azaltmadan! Nitelikli işler için öne geçmeleri, ‘ses vermeleri’, ‘cem olmaları’ beklenmektedir! İşte eksikliklerimizden biri de bu ‘cem olma’ olgusundadır! Tabandan ziyade tavanın sorumluluğu daha fazladır bu işte! Sonra; zaten mevcut ‘kıtlık/kısırlık ve kuraklıkta/çoraklıkta hazırının kadr-ü kıymetini bilmediğimiz yetmezmiş, hazırını tüketme sevdası, tecrübeleri biriktirme ve dikkate alma çabası gereksizmiş, maharetmiş gibi bir de bu değerleri değerlendirmekten, arayıp bulmaktan, bir araya getirip tanışık, barışık ve de danışmak için hatırda tutmaktan da imtina eder bir hal üzereyiz! Ufak meselelerden büyük sorunlar, iki kişiden üç faklı yapı çıkaracak maharetimiz de yok değil hani!

Un var, yağ, şeker var; ortada helva yok! ‘Kaht-ı ricale’ bir de kadr-ü kıymet bilmemek eklendi mi, başka sonuç mu çıkar, bugünkünden gayrı, mevcut ricalin hali pür melalleri de ayrı paranteze alınmak kaydıyla! Bu un, yağ meselesi, bana, Cevdet Said’in ‘İrade-kudret-eylem’ konularını işlediği aynı isimli kitabını hatırlattı…  Acaba, yoklar da bize mi varmış gibi geliyor/gösteriliyor! Neyse…

‘‘İstanbul’un en çok neyini seviyorsunuz?’’ diye sorulduğunda ‘Geri dönüşünü!’ demiş ya birisi, ben de bu tür organizasyonların bitmesini, oradan dönmesini sevmiyorum! Programın sonunda İktibas camiasından Zafer Çam’ın, kendi inisiyatifi ile olsa katılımcıları Kırşehir veya civarında benzer bir birlikteliğe davet etmesi de takdire şayan ve dört gözle bekleyeceğimiz bir armağan/müjde oldu. Ve de ‘hitamuhu misk’ tadında… Söylenecek başka şeyler var daha da, şimdilik kısa keselim katılımcı ve okuyucuların dönütlerini bekleyelim, teatiyle yeni pencereler, kapılar, dahası ufuklar açılsın. Bakınız hem yediğimiz içtiklerimiz, havuzu kaplıcası, çay sohbetleri bize kaldı üstelik… Kısacası,az zaman da çok ve iyi bir iş çıkartıldı, vesselam!