Mustafa KOCAMAN
BIRAKIN, KUR’AN HAYATINIZIN DAMARLARINDA DOLAŞSIN!
BIRAKIN, KUR’AN HAYATINIZIN DAMARLARINDA DOLAŞSIN!
Geçenlerde okuduğum bir yazıda geçen iki kıssa dikkatimi çekti. Bunlar, “Yasak meyveyi Adem(a.s.)’in koparmasına Havva(a.s.)’ın neden olduğu”, “Kabil’in, evleneceği kadın yüzünden kardeşini öldürdüğü” şeklinde başlıklar halinde geçiyordu. Biraz düşününce kıssalarla ilgili olarak yapılan vurgularda yanlışlıklar olduğunu fark ettim.
Öncelikle bunlar üzerinde durmak istiyorum. İlki olan Adem kıssası, aşağıda kısaca değinildiği haliyle Tevrat'ta yer almaktadır.
Tekvin 3: 1-8 de olay şu şekildedir:
“Ve RAB Allahın yaptığı bütün kır hayvanlarının en hilekarı (temkinli, dikkatli, gözüaçık anlamında) olan yılandı. Ve kadına dedi. Gerçek, Allah, Bahçenin hiç bir ağacından yemiyeceksiniz dedi mi? Ve kadın yılana dedi: Bahçenin ağaçlarının meyvasından yiyebiliriz, fakat bahçenin ortasında olan ağacın meyvası hakkında Allah: Ondan yemeyin ve ona dokunmayın ki, ölmiyesiniz, dedi. Ve yılan kadına dedi: Katiyen ölmezsiniz; çünkü Allah bilir ki, ondan yediğiniz gün, o vakit gözleriniz açılacak ve iyiyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız. Ve kadın gördü ki, ağaç yemek için iyi ve gözlere hoş ve anlayışlı kılmak için arzu olunur bir ağaçtı; ve onun meyvasından aldı ve yedi ve kendisi ile beraber kocasına da verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı ve kendilerinin çıplak olduklarını bildiler; ve incir yaprakları dikip kendilerine önlükler yaptılar. Ve günün serinliğinde bahçede gezmekte olan RAB Allahın sesini işittiler; ve adamla karısı RAB Allahın yüzünden bahçenin ağaçları arasına gizlendiler.”
Burada gördüğümüz anlatım, şeytanın önce Havva(a.s.)’ ı aldattığı, Havva(a.s.) ın da kocasını bu meyveyi yemeye teşvik ettiği şeklindedir.
Kuran’da ise bu hikaye şöyle geçer(Araf 19-22);
"Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedi kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı. "Şüphesiz ben size öğüt verenlerdenim" diye de onlara yemin etti. Bu sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rableri onlara, "Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?" diye seslendi.”
Gördüğümüz gibi şeytanın kandırmak için sarfettiği sözler ikisini birden hedef almaktadır. Bu günah Adem ve Havva (a.s) ın ortak hatasıdır. Yoksa Tevratta geçtiği gibi şeytanın Hz.Havva' yı aldatıp sonra Hz.Adem'i onun vasıtasıyla yoldan çıkarması gibi bir durum söz konusu değildir. Olayın Tekvin kısmında böyle geçmesi tamamen erkek aklının vahyi olanı tahrif etmesidir.
Habil-Kabil mevzusuna gelince, bu konu ise Maide 27-30 ayetşeri arasında geçmektedir:
"(Ey Muhammed!) Onlara, Adem'in iki oglunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuslardı da, birinden kabul edilmis, ötekinden kabul edilmemisti. Kurbanı kabul edilmeyen, "Andolsun seni mutlaka öldürecegim" demisti. Öteki, "Allah ancak kendisine karsı gelmekten sakınanlardan kabul eder" demisti."Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak degilim. Çünkü benâlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım." "Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İste bu zalimlerin cezasıdır." Derken nefsi onu kardesini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu. "
Ayetlerden de görüldüğü gibi Kabil’in Habil’i öldürmesinin nedeni bir kadını paylaşamamak filan değil, sundukları kurbanla ilgilidir.
Birçok örneğini sıralayabileceğimiz, din anlayışlarındaki bu ve benzeri kirlenmelerin sayısız nedeni var tabii. Ben iki tanesi üzerinde durmak istiyorum:
Birincisi; bizlerin okumamak gibi önemli bir sorunu var. Okumak gibi bir alışkanlığa sahip olmamamız bizleri Kuran metninden uzak tutuyor. Halbuki mealinden düzenli Kuran okumaları (günde bir, iki günde bir) yapmak ya da Kuran dinlemek hayatımızın İlahi programa göre şekillenmesi açısından önemli bir sorumluluk.
Diğer tarafta ise hurafeler büyük bir engel olarak karşımıza çıkıyor. Kuran’ ın kağıttan müteşekkil sayfalarının kutsanması dolasıyla, abdest almadan Kuran’ a dokunmayı günah addetmek gibi. Ya da Kuranı anlaşılmaz bir kitap olarak görüp, insanın kendisini yetersiz olduğuna inandırması gibi. Hal böyle olunca da Kuran bize yaklaşmayıp uzaklaşıyor.
İkinci bir sorunda muharref anlayışların (İsrailiyat ve Hristiyanlık gibi) İslami hafızamız içerisine sızmasıdır. Bu anlayışlara ait birçok sapkın düşünce bir virüs gibi düşünce dünyamız üzerinde dolanıp durmaktadır. Tabii olarak da yukarıda örneğini verdiğimiz şekilde kıssaları okuyup anlamıza neden olan bir hava oluşmaktadır. Aslında problem yine, bizlerin vahyi bir kenara itip ondan uzaklaşmasıyla ilgilidir. Bilginin doğrusu ortada olmayınca, haliyle batıl gelip bu boşluğu doldurmaktadır.
Sonuç olarak şunu diyeceğim; biz en önce Kuran’ ın bilgisine sahip olmakla yükümlüyüz. Ki, Allah’ın kelamı kan gibi damarlarımızda dolaşıp bizleri mütekamil Müslümanlar kılsın.