Yakup DÖĞER

03 Mayıs 2013

CAMİLER DEVLETİN KAMUSAL ALANI MI?

 

Geçtiğimiz günlerde yaşadığımız bir tecrübe bizleri bu düşünceye sevk etti, yaşadığımız olaydan önce böyle bir durumun olabileceğini ise hiç aklımıza getirmemiştik. Camileri Allah’ın evi ve Müslümanların kendi mekanalrı olarak bildiğimiz gerçeği, minber görevlisinin tepkisiyle devletin kamusal alanı statüsüne dönüştü kafamızda. Cami görevlisi olanlar cemaatin önüne kendisinden başkasını geçirip namaz kıldırmaz düşüncesi, bağlı oldukları laik devletin bir gerçeği olarak her zaman kanıksadığımız bir gerçekti, böyleydi de. Onlar yani minber görevlisi olan devlet memurları, (imam demek gelmiyor içimden) laik devletin dini kontrol altına almak için kurulan Diyanet Teşkilatının birer görevlisiydi. Cami içi kendi görev alanlarıydı, dışardan biri gelip namaz için kendiliğinde öne geçemez, ancak görevli olan izin verirse geçip kıldırabilir. Bunu biliyoruz. Peki,  halktan birinin cenazesi olunca, cenaze namazını cenaze sahibi kıldıramaz mı, bunu içinde cami görevlisinin iznimi gerekmektedir, izin verilmezse cenaze sahibi metazori kullanabilir mi?

Çok değerli kardeşimiz Harun’un geçtiğimiz günlerde annesi vefat etti, Allah’a döndü. Müslüman bir Anadolu hanımefendisiydi, gavur harfleri diye yeni yazıyı bile okumamış, kabullenmemiş bir dönemin son tanıklarından. Kemalist zulmün yakinen şahitlerinden, ezanın Türkçe okunmasını duyanlardan bir annemizdi.

Cenazemizi kendimiz kaldırmak, kendimiz ilgilenmek, namazını kendimiz kıldırmak istiyorduk. Resmi ideolojinin camilerimizi gasp ettiğini bildiğimiz , bizlere camilerde konuşma, namaz kıldırma, tebliğ yapma izni vermedikleri ve vermeyeceklerini de bildiğimiz için hiç olmazsa cenaze namazımızı kendimiz kıldırabileceğimizi düşünerek, arkadaşlığına, bize yakınlığına güvendiğimiz bir cami görevlisinin görevli olduğu camiden kaldırmak istedik cenazemizi. Öğlen vakti namaza müteakip cenaze namazını kıldırıp defnetmek istiyorduk. Cenaze hazırlandı, camiye getirdik cenazemizi. Namazdan önce minber görevlisi ile görüşüp cenaze namazını kendimizin kıldıracağımızı söyleyelim dedik, görevlinin gelmesini bekledik. Namaza yakın geldi minber görevlisi, yanımıza yaklaşarak baş sağlığı sabır diledi. Cenaze sahibi kardeşimiz, görevliye cenaze namazını kendimiz kıldırmak istiyoruz diye belirtti. Görevlinin cevabı ise gerçekten bizi çok şaşırttı ve düşündürdü. Görevli, cenaze bile olsa camide kendisinden başkasının herhangi bir ibadette öne geçemeyeceğini, bunun yasak olduğunu, izin veremeyeceğini söyledi. Adeta, “Sizin cenazelerinizi bile Laik Devletin görevlileri kaldıracak”  demek istedi. Kendimiz kıldırmak istiyoruz diye ısrar etmemize rağmen, mezarlıkta kıldırabileceğimizi, camide sadece kendisinin görevli olduğunu başkasına müsaade edemeyeceğini tekrarlayarak yanımızdan ayrıldı. Ne yapabilirdik? Ortam gerildi,  sinirler bozuldu, her şeyiyle ret ettiğimiz bir düzenin, ümmetin evi olan camilerimizi bile nasıl gasp ettiğini aynelyakin olarak şahit olduk. Kıldırdı memur namazı. 

Kuşatılmışlığımızın bunca barizliğiyle yüzümüze vurulması, her türlü özgürlük söylemlerinin ayyuka çıktığı bir zamanda, kendi cenazemizin namazını kendimizin kıldırma özgürlüğü yoktu. Bize en yakın zannettiğimiz bir diyanet görevlisi, tağuti sistemin amansız savunucusu olmuş, zorla cenazemizin namazını kıldırmıştı. Her gün okuduğu ezanda “Allah-u Ekber”, “La ilahe İlallah” diyen bir şahsın, aslında dinin aslından ne kadar uzak olduğunu, ne kadar korkak olduğunu, ne kadar düzenci olduğunu, dini dünyaya ait bir ekmek kapısı olarak gördüğünü, okuduğu Kur’an’la, Peygamber(as)’in getirdiği dinle, devletin dini arasında tercihini resmi ideolojinin dininden yana kullandığını gördük. Bu adamların arkasında namaz kılmıyorduk, kılmama gerekçemizin aslında ne kadar da isabetli olduğunu bir kez daha anladık.

Her şeyimizle kuşatılmışız, camilerimizde bunların içinde. İllaki kendileri gibi olmamızı istiyorlar, illa devletin dinine iman etmemizi, kendilerine itibar ve değer vermemizi, Kur’an’ı okuyup geçmemizi, Peygamberi(as) sadece kutlu doğum etkinliklerinde anmamızı, hayatımıza müdahil olmaktan çıkarmamızı, kendi yaşantılarındaki bir iman algısıyla iman etmemizi istiyorlar. Kendi arkalarında durmadığımız, kendilerine itibar etmediğimiz, dini yanlış anlattıklarını söylediğimiz, eleştirdiğimiz için bize tavır alıyorlar, ama kendi çizgilerinde biri olduğunda, arkalarında namaza duran şahısları cemaatlerinin önünde geçiriyorlar.

Bunlar Haktan gafil mi, bilmiyorlar mı, anlamıyorlar mı, gerçekten bilerek mi böyle yapıyorlar yoksa yaptıkları işgüzarlık mı? Kamusal alanın tarifi nedir, ümmete ait mekanlar kamusal anlayışına tabimidir?Bütün minber görevlileri bize rastlayan kadar korkak birer düzenci midir? Allah’tan daha çok müftüden korkan, Allah’ın kulu değil demüftünün kulumudur? Bir insan,  Kur’an’dan haberdar, Peygamberden(sav) haberdar iken, kendisine ilim geldikten sonra nasıl bu kadar cahili bir düzenin bekçiliğini yapabilir? Kendisine hiçbir eksisi olmayacak, kınama bile almayacak bir davranıştan bile insanı kaçındıracak korkutacak duygu nasıl bir duygudur? Ya da, bu nasıl bir kindir Tevhidi Çizgisini koruyanlara, Allah’tan başka Rab tanımayanlara, cahiliyeye tavır koyanlara karşı? Nasıl bir kin duyuyorlar Allah’ın dinini savunanlara, nasıl bir kin ki bu, cahili düzenin en tepe noktasındaki bir görevlisinde, en alt kademesindekine kadar sirayet etmiş? Allah’ın dinini saptıran, yanlış anlatan, eğip büken, gerçeğini anlatmayan, saklayan dünya menfaatini ahirete tercih eden işgüzarlar, nasıl böyle bir noktaya gelir ki, nasıl bir yoğunluk bir insanı böyle korkak yapar ki? Oysa onlar değilmiydi daha rahat konuşmak, daha çok özgürleşmek için cahili akılla yapılan referandumu destekleyenler, konuşmanın suç olmaktan çıkmasını isteyenler? Nasılda dönüşüyor insanlar, nasılda aldanıyorlar, selefleri yetmiş yıl önce darağaçlarında can verenlerin halefleri, şimdilerde taguti düzenin nasılda muhafızlığını yapıyorlar.

Şimdi bir daha soralım: “Camiler devletin kamusal alanı mıdır?"