Yunus Emre TOZAL

20 Ekim 2007

ÇIKIŞ YOLU

La diyerek görünür semalarda çıkış kapısı… İnsanın içindeki tağutu/tağutları çıkarıp yerine sevgiliyi koyarak çıkılır çıkış kapısından… Coğrafyamız kan ağlıyor. Yürekler parça parça olmuş. Sımsıkı tutunmamız gereken Allah’ın ipini bırakıp bölünmüşüz. Yüreğimize sadece tevhid binası dikilerek, akan bunca masum gözyaşı durdurabilir. Anaların feryatları bastırılabilir, mahzenlerde yapılan yakarışlar ile… Eli sapanlı çocukların gözlerindeki umut ışığı, hıçkırıklarla parlar…
 
Medeniyet, yürek fatihleriyle kurulur. Yürek fatihlerinin yüreklerindeki yangınlar birleşir ve ulaşır gökyüzüne. Acıyla, ızdırapla yoğrulan yürekler, ecel kokusu sezilirken savaş alanında sezeryenişlere meydan okur. Sınırlar ötesi sınırlar çizilir kan kırmızı güller ile. Gök kubbede titreyişler; ta süveydalara inen zemheri yağmurlar çoğalınca aralanır çıkış kapısı.
 
Yangınların eşiği olmuş katre katre dökülen gözyaşları. Hasret yaralarının sancılarına ayetler okunuyor: “İnnallahe me’as sabirin”…
 
Alevler gökyüzünü sarıyor ve fetihleri bekliyor. Coğrafyalarda yürek fetihleri gerçekleşiyor art arda. Ve işte o zaman özgürlük türküleri söylenmeye başlıyor alevler etrafında…
 
Tağut her yerde… Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, peygamberimizin “Nefsinin esiri olmayan genci âlim” olarak nitelendirdiği bir dönem… Âlim olabilmenin, Allah’a yakın olabilmenin tek şartı: Nefsimizin esiri olmamak… Küçücük menfaat karşılığında dinimizi satmamak. Yaygın manzara şu: Nefis bizi sarıp sarmalamış, adeta şeytanın esiri olmuşuz. Kula kul olmuşuz, boynumuzu menfaat karşılığı eğer olmuşuz… Ve ardından gafilce sorar olmuşuz: Biz niye bu hale geldik? Bir madalyon gibi taşımamız gereken dinimizi hor görüp utanır olmuşuz!..
 
Tarih ibretlerle dolu… İçinde bulunduğumuz anı tarihe yansıtmalı, geleceğe bakış açımızı tarihi olgularla besleyip yola çıkılmalı. Kuran’ı Kerim in geçmiş ümmetlerin başlarına gelen ibretlik olayları vermesinin sebebi işte bu yüzden. “Hala düşünmeyecek misiniz? , Hala akletmeyecek misiniz?” diyerek kendimize çeki düzen vermeyi ihmal ettiğimizi belirten Kuran’ı, ne zaman hayat düsturu olarak kabul edeceğiz? İmanın en büyük şartı teslimiyet köprüsünden geçmeden çıkış yolunu bulabilir miyiz? Kalbi, ruhi ve zihni bir arınmaya ihtiyacımız var. Vahiy yaşam biçimine dönüşmüyorsa, hayata rengini vermiyorsa, yaşamımızda hiçbir etki yapmıyorsa anlaşılmamış demektir ve bize şahitlik yapmayacaktır mahşerde… Unutmayalım ki arkadan yırtılan gömleklerimiz, mahşerde şahitlik yapacak imanımıza…
 
“Ey insan seni Kerim olan Rabbine karşı aldatan şey nedir?” ( infitar 6)  sorusuna birçok neden bulabiliriz. Gurur ve kibir yüreklerimizi almış cehenneme sürüklerken, şeytan ve dostlarının peşinde nereye kadar gideceğiz? Dünya hayatımızı, ahiret hayatımıza tercih ederek kendimize en büyük haksızlığı, zulmü yapıyoruz. “Gevşemeyin, üzülmeyin eğer iman etmişseniz en üstün sizlersiniz.” (Ali-imran 139) Üstünlük teslimiyetten geçiyor… Adamaktan geçiyor… İbrahimi bir imana sahip olabilmek, Kuran’ı hayatımıza geçirmekten geçiyor…
 
Vakit kendimize gelme vakti… Hesaba çekilmeden hesaba çekme vakti… Hayatımızı Kuran’a açma vakti… Hayati soru: Yürüyen Kuran olabilecek miyiz? Sakın ola ki tefsir okumalarımız, sohbet halkalarımız bizleri oyalıyor olmasın! Bunca okumalardan sonra hayatımız Kuran’ın tefsiri olabiliyor mu? Kuran’ın çağrısı bir diriliş çağrısıdır. Ve sadece ona icabet edenler diridirler, sadece onu hayat şiarı olarak görenler çıkış kapısını bulabilirler…