Yunus Emre TOZAL

27 Kasım 2007

MANKURTLAŞTIRILAN KÖRPECİK FİDANLAR

Bizler topraktanız ve ona aitiz. Ey dünya ana, senin üstünde attığımız her adım kutsal biçimde atılmalıdır. Her adım bir dua olmalıdır.
 
Kara Geyik, Sioux Kabilesi
 
Kendi değerlerine, “ben”ine yabancılaştırılma operasyonu. Diğer bir deyişle doğaya, toprağa, öz değerlerine, insana en büyük değer veren yaratıcıya, topluma, ahlaki olana kin nefret besleyerek küçümseyici bir eda takınarak kâinata sahip olmaya çalışmak…
 
İçinde büyüdüğü sisteme, inandığı dine, yetiştiği çevreye düşman olmak…
 
Her şey küçümsemeyle başladı. Yeri gelince hor görüldü Müslümanlar, yeri gelince aşağılandı. Amerika’nın 11 Eylül saldırılarından sonra ortaya attığı “Müslüman terörist” kavramıyla alnına terörist yaftası bile yapıştırıldı.
 
Nezaketiyle, hoşgörüsüyle, kibarlığıyla, yeri geldiğinde dimdik duruşuyla eğilmeyen, tatlı dilli, ağzını bozmayan, ağzı bozuklara ağzı bozukların küfürleriyle cevap vermeyen, gaza gelip de pimi çekilen bomba gibi patlayıp sonra da pasifize edil(e)meyen bir Müslüman perspektifi oluşturmak bu kadar zor mu(ydu)?
 
Nefsimize yenildik, menfaatimize boyun eğdik. Anlayışsız davrandık. Rabbimizin “tezini güzel savun” emrine itaat etmeyip, tezimize ihanet ettik. Tezimize ihaneti idrak edemedik, fildişi kulelerine çıkıp tekfir etme hastalığına tutuştuk…
 
Medeniyet kavramıyla oluşan değerlerimizi çarçur edip gömdük tarihin tozlu sayfalarına… Antikçağdaki yunan filozofları ile başlayıp batılı filozoflarla devam eden düşünme ve sonrasında inkâra kalkışma eylemine büyülendik. Özellikle de Platon’un “devlet” yapısına bağlanarak, insanın devlet için var ola geldiğini, insanın ihtiyaçtan dolayı toplanması gerektiğini ve devletin böyle oluşa geldiğini savunan bir sisteme asimile edildik… Kendimizden uzaklaştık, sistem(ler)e tabi olduk.
 
İnsanoğlu gerçekten çok enteresan... Fiile bakıyor ama faile bakmıyor, resmi görüyor ama ressamı görmüyor, şu muhteşem kâinattaki dengeyi görüyor ama bu dengeyi var edeni yok sayıp, bütün bu dengeyi tesadüfle açıklıyor. İşte gerçek özürlü... Düşünebiliyor musunuz Sultanahmet’teki o muhteşem yapıyı görecek ve tesadüf diyecek...
 
Ortada medeniyetsizlik var. Ortada kişinin aslında fark etmediği/edemediği bir tanrı algılayışı problemi var. Aynen Mekkeli müşrikler gibi inanış şekilleri, aksakallı dede bekleme düşleri var. Hayata müdahale etmeyen, etmemesi gereken bir tanrı algılayışı!
 
İnsan eğer Allah’a karşı sorumluluğunu asarsa eşyaya karşı da sorumluluğunu asar. Eğer bir insan kendini yamuk bir yere yerleştirirse her şeyi ters görür. Orman görse bütün ağaçları ters diye söker. Yani ters dönmüş bir mantık... Peki, Tanrı atama yetkisinin elinde olduğuna inanan bir insan türü ne yapar? Tanrısını kendi tayin eder… Bu insan acıkınca tanrısını yemez mi?... Bu, insanın tanrılık iddiasıdır. Küstahlıktır!
 
Ali Şeriati’nin ifadesiyle “Av avcıya tutkun”… Böyle devam edegeldiği sürede de küçücük fidanların mankurtlaşması gayet normal. Bugün körpecik bedenler köprü altlarında hayal âleminde yüzmeye çalışıyor, küfrü sigara içer gibi içlerine çekiyor, gecesini gündüze karıştırıyor tatlı-zehirli sularda…
 
Camisinden çekiniyor, ezanından utanıyor, Kuran’ı hiçe sayıp okumuyor. Kendisine ihanet ettiğinin farkına varmadan yaşayan, yaşamaya çabalayan, insanı insan yapan erdemlerden uzak bir kitle ile karşı karşıyayız. Karşı karşıya da değil hatta iç içeyiz… Ölümü hatırlamamak üzere kurulu olan bu sistemde, kendisine şahdamarından daha yakın olan Rabb’den “daha nasıl kaçabilirim?”in hesabını yapan bir zihniyet…
 
Kendisinden kendisine nasıl kaçmaya çalışır insanoğlu? Akvaryumda okyanus hayalleri kurup, hayalleri gerçek olmayınca da akvaryumu nasıl okyanus ilan eder?... Her şeyin ölümlü olduğu bir dünyada, elbette ki dünya da ölümlüdür. Şu bir gerçektir ki dünya hiçbir zaman cennet olmayacaktır.
 
Biz, bu dünyaya sahip olmaya değil, şâhit olmaya geldik!
Biz, bu dünyaya eşref-i mahlûkat olmaya geldik!
Biz, bu dünyaya ölümle vuslat yaşamaya geldik!