Mehmet PAMAK
ÇOCUK ZİHİNLERE YÖNELİK İDEOLOJİK İŞGAL SÜRÜYOR
R esmi ideoloji kıskacında “öğütüm” mekanizması, yeni dönem için yine işlemeye başladı. Laik demokratik cahiliye kültürü ve seküler paradigmanın ürettiği şirk dini, tevhid dinine karşı savaşmaya ve zihinleri işgal edip, ruhları kirletmeye, fıtratları bozup insanı kendine ve Rabbine yabancılaştırma işlevi görmeye devam ediyor.
Görece de olsa adalet ve özgürlük vaat ederek iktidar olanlar, yaklaşık on yıldır bu zulmü kaldırmaya yönelik ciddiye alınacak adımlar atmadılar. 28 Şubatla zirveye çıkan ideolojik zulüm, son on yılda da mağdurlarının eliyle hükmünü sürdürdü. Ta ki, Ortadoğu’ya laiklik ihraç etmeye teşebbüs ettiklerinde, bu büyük zulmü kamufle etmek ve Müslümanların muhtemel büyük tepkilerini azaltarak iknada etkili olmak için olsa gerek, geçen yıl kısmi bir değişiklik gerçekleştirdiler. Bu bağlamda, tam okullar açılırken, eğitimin amacı maddesindeki ideolojik vurgularda kimi azaltmalar, Ortadoğu’nun Müslüman halklarına “laiklik dini”nin önerilmesini sevimli kılma karşılığı olsa gerek, aceleyle yürürlüğe konsa da, “Milli Güvenlik Dersi” kaldırılsa da, halen okullarda, “İnkılap Tarihi”nden “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi”, “Türkçe” ve “Edebiyat” derslerinden “Tarih” dersine, “Sosyal Bilgiler”den “Müzik” dersine kadar, neredeyse bütün derslere içirilmiş olarak tam bir ideolojik zulüm hükmünü sürdürmektedir.
Sonuç olarak, çocuklarımız hâlâ resmi ideoloji olan Kemalizm dininin kışlaları ya da laik, seküler şirk dininin tapınakları hüviyetindeki okullarda ideolojik işgal altında kuşatılmaya muhatap kılınıyor ve her sabah Kemalizm dininin amentüsü mahiyetindeki andı tekrarlamaya mecbur bırakılıyorlar. Mesela bu “andımız” saçmalığının kaldırılması gibi, Anayasa ve yasalarda hiçbir değişiklik yapmadan, sadece Bakanlık genelgeleri ya da Talim Terbiye Kururlu kararlarıyla yapılabilecek değişiklikler bile yapılmamaktadır. Ulusal dinin bayrak törenlerinde, putperest ayinlerine benzer ritüeller tekrarlanmaya devam ederken, Müslüman çocukları seküler kutsalların, ideolojik putların önünde tazimde bulunmaya zorlanıyorlar. İlkel başörtüsü yasağı da, üniversitelerde fiili durum olarak kısmen kaldırılırken, ilköğretimde benimsenerek ve sahiplenilerek kalıcı hale getiriliyor.
Tevhid dini İslam’a karşı yürürlüğe konan ve İslami eğitim hakkımızı gasp eden “Tevhidi Tedrisat Kanunu”na dayalı tek tipçi öğütüm sistemi, ideoloji kusan seküler içerikli ders programlarıyla fıtratlardaki tahribatını sürdürüyor. Resmi ideoloji dayatan “öğütüm” sistemi çocuk zihinlerdeki işgaline devam ederken, laikliği, sekülerleşmeyi, artık gönüllü bir biçimde “Müslüman’ım” diyenler savunmaya ve yaygınlaştırmaya çalışıyorlar.
Son çıkarılan “4+4+4” yasasıyla bir yandan sözüm ona 8 yıllık kesintisiz öğütümün kimi sakıncaları giderilmeye çalışılırken, sonuçta resmi ideolojinin işgal ve kuşatmasına son verilmeden, zorunlu eğitim 12 yıla çıkarılarak, bu işgal ve kuşatmanın 8 yıldan 12 yıla çıkarılması sağlanmak suretiyle, bu zulmün daha uzun yıllar çocuklarımıza zarar vermesine yol açılmıştır. Bir yandan da, bütün bu zulmün gözden kaçırılmasına ve kanıksanmasına sebep olacak bir değişiklik olarak, “Kur’an ve siyer” derslerine seçmeli dersler arasında yer verilmiştir. Bu derslerin içeriği ve eğitim verecek kadroların ne yapacakları henüz belli olmamakla beraber, sistem içi görece olumluluk olarak değerlendirilebilecek bu değişimlerin, bir çok Müslüman’ın iktidarın seküler politikalarının destekçisi konumuna kaymasına ve yeni statükodan razı hale gelmesine önemli katkısı olduğu şüphesizdir. Nitekim, Başbakan Tayyip Erdoğan da, bu yasadan sonra yaptığı konuşmalarda, seçmeli Kur’an ve siyer dersleri ihdasını Menderes’in ezanı Arapça okutmayı başlatmasıyla da benzeştirerek büyük bir devrim olarak takdim etmiş, Arapça ezan uğruna geniş kitlelerin nasıl sisteme eklemlendikleri vakıasını hatırlatacak beyanlarda bulunabilmiştir.
Tüm tarih boyunca statükolar, halktaki dini duyarlılıkların yükselişine paralel biçimde din algılarını yenileyip, var olan resmi ideolojide kimi rötuşlar yaparak ve halkı memnun edecek ilave İslami unsurları katarak, yeni statükonun din algısını oluşturmaktadırlar. Ve böylece bir yandan tıkanmış, çürümüş olan sistemi reforme edip yeniden üretirken, diğer yandan da eski statükoya muhalif kitleleri hak oranı yükseltilmiş olan hak-batıl karışımı bu yeni statüko dini ile cezp edip sisteme eklemlemeyi başarmaktadırlar. Bu sonucun elde edilmesinde, Müslümanların talep çıtalarının yerlerde sürünmesinin, sadece sistem içi talepleri gündemleştirmelerinin de payı büyüktür. Siz insanların adaletle yönetilebilmeleri ve kurtuluşları için Allah’ın hükmüyle hükmedilmesi gerektiği iddianızı sürekli gündemde tutmaz ve sadece sistem içi verilmesi kolay taleplerle yetinirseniz, sistem içi siyaset kadrolarından bazıları bu taleplerinizi karşıladığında, bu siyasi kadrolar üzerinden sisteme eklemlenmekten kurtulamazsınız.
Mesela ilahi vahyi esas alan bir adalet sistemi kurulmadan ve Allah’ın kullarına O’nun hükmüyle hükmedilmesi sağlanmadan gerçek adaletin ve fıtrata uygun insanca yaşama vasatının oluşmayacağını bütün etkinliklerinizde tekrarlamazsanız. Üstelik, taleplerinizi de sadece “andımız, milli güvenlik dersleri kalksın, eğitimde ideoloji dayatılmasın, seküler eğitim veren okullara başörtüsüyle girebilelim” seviyesinde tutarsanız. Bu talepleriniz kendisini İslam’a nispet eden ve eski statükoyu değiştirmeye çalışan siyasi kadrolarca karşılandıkça sisteme eklemlenmeyi engelleyemezsiniz. Hele de talepleriniz içinde, gasp edilmiş “İslami eğitim” hakkınızı gündemleştirmek gibi sistemin vermesi kolay olmayan talepler bile yer almıyorsa, sistemi görece değiştirip statükoyu yeniden inşa etmeye çalışan kendinize yakın bulduğunuz kadrolarca verilmesi daha kolay talepler seviyesinde gündem oluşturuyorsanız bu eklemlenme çok daha kolay gerçekleşebilecektir.
Şurası iyi bilinmelidir ki, eski yada yeni statüko farkı olmaksızın seküler ulus devletlerde egemenler, iktidarlarını ve sömürü düzenlerini ayakta tutmak için, bu sistemin mağdurlarını kendi çıkarlarını koruyacak biçimde yetiştirmek için ideolojik zorunlu eğitimi bir araç olarak kullanırlar. Sonuçta da, mazlumları zalimlerini ayakta tutan payandalar haline dönüştürürler. Bu tuzaktan kurtulup, özgürleşmenin yolu, bütün insanların yaratıcısı olarak, bütün insanların hukukunu en adil bir biçimde gözeten Allah’ın hükümlerini ve fıtri insani erdemleri belirleyici kılan bir adalet sistemini kurmaktan geçer. Ancak böyle adil bir sisteme müstahak olmak için de, bir yandan tavizsiz bir tevhidi davet ve şahidlikte ısrarcı olmak, diğer yandan da zulme rıza göstermeden, elindeki imkânları ve var olan potansiyeli, zulümatın koyu ve gri tonlarıyla tüm taguti statükoları ve zulümlerini geriletmek için seferber eden bir direniş bilincini kuşanmak icap eder. Ve bu bilinci sosyalleştirecek, halkın bu zulümleri fark etmesine ve muhalefet bilincinin oluşup yaygınlaşmasına yönelik hikmetli çabalar ortaya koymak gerekir.
Biliyor ve inanıyoruz ki, insan, ancak fıtri/insani erdemlerin korunup vahiyle geliştirildiği, Allah’ın kullarına merhametin esas alındığı ilahi adalet yönetimi altında, farklılıkları olan bütün kesimlere kendilerini özgürce gerçekleştirebilecekleri adalet ve özgürlük vasatı sağlandığında gerçek huzur ve barışa ulaşabilir. Evet, “yaratmanın da emretmenin de Allah’a ait olduğu” bilinciyle, ancak fıtratla vahyin yeryüzünde buluşmasıyla, fıtrat, evren ve hayat arasında bir uyum sağlanabilir. Bütün insanların Yaratıcısının, bütün kullarının hukukunu gözeten hükümlerinin hâkimiyetiyle, insanlığa onur kazandıracak gerçek anlamda bir adalet sistemi, hakiki barış ve huzur ortamı oluşabilir.
Bu sebeple, biz Müslümanlar, sadece Allah’ı razı etmeyi esas alarak, tevhidi ilke ve sorumluluklarımızın gereğini yerine getirmekte ısrarcı olmalı, her şartta, cahiliye hükmünü reddedip Allah’ın hükmünü esas almak suretiyle, hayatın bütününü ibadet kılmak üzere seferber olma duyarlılığımızı sürekli diri tutmalıyız. Sistem içi taleplerle yetinmemeli ve sistem içi demokratikleşme yanlısı siyasi kadrolarca bunlar karşılandıkça da sisteme eklemlenme savrulmalarına karşı tedbirli olmalıyız. Bizi ve çocuklarımızı kuşatan laik seküler zincirleri parçalamaya, zulümatın zindan duvarlarını yıkmaya, cahiliye karanlıklarından, İslam’ın aydınlığına çıkaracak Kur’ani inkılabı gerçekleştirmeye odaklanmalıyız. Öncelikle ailelerimizi ve çocuklarımızı, cahiliye kirlerinden arındıracak, ateşten koruyacak tedbirleri almak üzere hemen harekete geçmeliyiz. Evlerimizi, dernek yada vakıflarımızı, cahiliyeye karşı anti virüs programı uygulayan Kur’an mektepleri, batıldan gelen kirli kanı arındıran diyaliz merkezleri gibi çalıştırmalı, arınma, korunma ve vahiyle yeniden inşa merkezleri haline dönüştürmeliyiz.
“Ilımlı laiklik”le, “ılmlı İslam”ın örtüştürülüp uzlaştırılmasıyla üretilen yeni Türkiye modelinde, artık “Müslümanlar” tarafından yürütülen “gönüllü sekülerleşme/modernleşme” sürecinde yeni dönemin, sonuç alma ve yozlaştırma etkisi bakımından, şiddete dayalı politikaları esas alan jakoben baskıcı döneme nazaran daha tehlikeli ve daha çözücü, daha yozlaştırıcı olduğunu unutmamalıyız. Hiçbir baskı ve yasaktan yılmadan direnmemiz gerektiği gibi, yeni dönemde dünyevileşmeye yönlendiren etkilere de kapılmadan, kredi, ihale, makam, mevki ve imkan devşirme uğruna tavize, uzlaşmaya da prim vermeden, tevhidi stratejik yürüyüşümüzü tavizsiz bir adanmışlıkla sürdürmeliyiz.
Allah yoluna adanarak, tevhidi daveti her şartta yaymak için çırpınmalı, çağımızın Kur’an neslini, Kur’an toplumu nüvesini oluşturarak, eğitim, tebliğ ve vahye şahidlik çabalarımızı arttırarak, niteliğini yükselterek, Allah’ı razı edecek söz, fiil ve amelleri çoğaltıp yaygınlaştırarak, imanı, şahsiyeti, hayatı, toplumu ve ümmeti vahiy ekseninde yeniden inşa etmenin onurunu kuşanmalıyız.