Said ALİOĞLU
CUMHURİYET'İN İLANINDAN GÜNÜMÜZE...
"Herkesin cumhuriyeti kendisine idi..."
Önce Cumhuriyet Neydi...
Cumhuriyet, Arapça cumhur(sıradan halk), 'çoğunluk' yani 'halkın çoğunluğu' anlamına gelen kelimeden türetilmiş bir terim ve kavram olarak, genelde halkın egemenliğini kendi elinde tuttuğu devlet biçimini tanımlamak için kullanılır. Fransızca karşılığı olarak da, république'e tekabül ederdi...
Cumhuriyet yönetiminde devlet, vatandaşların temsilcileri vasıtasıyla yönetilir. Bu yüzden vatandaşların bizzat yönettiği hükumet biçimi olan “doğrudan demokrasi”den ayrılır. Ancak günümüzde demokrasi ile aynı anlamda da kullanılmaktadır. Genellikle, saltanat ya da hanedanî bir yönetimi içermeyen, toplumun bir krala ya da gruba itaat etmediği, tabi olmadığı yönetimlere verilen ad olarak da önem kazanmış bulunmaktadır.
Cumhuriyet insanlık tarihinde bulunup ortaya çıkarılan bir yönetim biçimi olmuş olsa da, gerek bizdeki ve gerekse de İslam dünyası da dahil olmak üzere dünyanın geri kalanında uygulanagelen cumhuriyet uygulamalarına bakıldığında, bu işin merkezi konumunda bulunan batıdaki gibi uygulanmadığı görülecektir.
Batıda halkın tümden katılımı, ama bizde ise, günümüze kadar 'millet'in yok sayılmasına denk gelecek bir vasatta ve farklı bir içerikle uygulanmıştı. Bundan dolayı da, bu kavramı 'sahipleri' ne kadar allayıp pullasalardı da, bizde yeterince bir karşılık bulmamıştı. Zira onlar, ona uygun bir karşılıkla muhatap olmak istememişlerdi. Hem de, bunun yanında cumhuriyeti demokrasi gibi bir fenomenle 'vazgeçil(e)mez' bir konuma çıkarmaya gayret etmişlerdi.
Cumhuriyetin, "eğer 'iyi' bir yönetim sistemi ise" yanlış ve kasıtlı bir şekilde uygulanmasına bakarak, bu kavramın bizlere uygun olmadığı kanaati düne kadar bilincimizde ve zihinlerimizde yer etmişti.
Bunun yanında, Müslümanlar olarak her ne kadar saltanat türü 'tekli' yönetim biçimlerinden hazzetmesek de, İslam'ın öngördüğü yönetim biçimi şuradır söylemini de, bu kez farklı bir bilinçlilik içerisinde düşünüp ele alamamıştık.
Bunun yerine, sevmeyip nefret etsek de, Kemalistlerin cumhuriyet anlayış ve uygulamalarına çaresiz boyun eğmiştik.
Günümüzde ise, 'karşı taraf' bir bağlamda 2023 hedefi ile birlikte düşünüldüğünde, iktidar üzerinden cumhuriyete sahip çık(ıl)ma söylem ve çabalarına inanmamakta, bu yaklaşımı, kendini onunla müsemma görüp zevahiri kurtarmaya çalıştığı izlenimi vermektedir.
İktidar cephesinden ise bakıldığında, cumhuriyetin esas sahibimin kendileri olduğu ve karşı tarafı, yanlışı ve doğrusuyla bu tür fenomenleri bulup ortaya çıkarmasına, buna bağlı olarak bu kavramları yönetsel olarak kullanma sonucu elde ettiklerine bakıp, işi "Atatürk olsaydı..." türünden muhafazakâr, yanaşmacı bir anlayışla hareket ettikleri görülmektedir.
***
Muktedir muhafazakârlarımız işi "Atatürk olsaydı..." esprisiyle kotarmaya çalışacak olsa da Batının nazarında hasta adam konumunda bulunan Osmanlı topraklarından arta kalan bir bölgede hâkimiyet sağlaması istenen Kemalist kadrolar eliyle, Müslüman çoğunluğun isteğinin zıddına olacak şekilde adına 'cumhuriyet' denen, ama karşılığının daha ne olduğu bilinmeyen bir rejimi kurulmuş oluyordu.
Cumhuriyet yönetimi, şimdilerde muktedir muhafazakârlarımızın iddia ettiğinin aksine, dönemin materyalist pozitivist ve jakoben algısına uyum içerisinde olan bir anlayışla hayata geçirilmişti. Başta ‘ilkesel’ olarak genel anlamda saltanata karşı durmuş olsak da, Batılı ve Batıcı ‘iç’ güçler tarafından her açıdan yıkıma uğratılan bir toplum ve bir ülke olarak, farklılıkların yıkım derecesinde yok edildiği bir vasatta, ‘ölüm-sıtma’ ikilemi içerisinde, hiçbir faydasını görmediğimiz cumhuriyet rejimi ile yaşamak zorunda bırakılmıştık!
Bu meyanda, yüz yılların oluşturduğu koca İslami uygulamalar bir çırpıda ters yüz edilmiş, inancımıza göre yaşayamaz olmuş, ulusçuluk furyası içerisinde kavmi kimliklerimiz iç edilmiş, hepimiz istemesek de batılı bir formatta Türkleştirilip, laik ve seküler kılınmıştık! Buna gayr-i Müslim azınlıklar da dâhil edilmekteydi!
Bunların ikamesi içinde nice katliamlara(Dersim, Şeyh Said) sürgünlere ve envai çeşit, sosyal, siyasal, ekonomik zulümlere uğratılmıştık! Ama buna rağmen cumhuriyet adım adım kendini tahkim ediyordu. (1)
Buda herhalde, cumhur kelimesinde öne çıkan salt çoğunluk, halkın çoğunluğu kavramı işin içerisindeyse, Kemalistlerin cumhuriyeti anlam kazanmış ve yürürlüğe girmiş oluyor ve onlarca yıl sürecek 'kesintisiz' bir işlerlik kazanacaktı!
Biz sözde Sünnilikten sadır olan 'Hilafet teorisi' içerisinde bir yolumuz yöntemimiz vardı, ama İslam'ın öngördüğü çeşitliliğin sağlanmadığından olsa gerek, bir gerileme ve çöküşle karşı karşıya kalmıştık ve hem bir yönetim ve hem de çoğunlukla bize uymadığı halde bir yaşam biçimi olan cumhuriyetle sınanıyorduk.
Bizde olup ta uygulanmayan teori misali Şia'da, özelikle de İran'da da 'Mehdi öncesi' onun gelişine uygun zemin hazırlama adına oluşturulan 'velayet-i fakihlik' kurumu ve o kuruma bağlı olarak ortaya konan 'İslam cumhuriyeti' söyleminin de bir mağlubiyet sonrası ideolojisi olduğu apaçık ortada durmaktadır.
Tek çare olmasa da, Kur'anî altyapısı bulunan ŞURA kavramına işlerlik kazandırılması yönetimsel olarak yolların en anlamlısı ve en güzeli olarak değerlendirilebilirdi. Sadece bu konuda mı? Hayır! Birçok konuda aynı mantık silsilesi söz konusu olabilirdi...
Yine buna rağmen, 'iyisi oluşmadığı sürece' kör topal da kalsa, cumhuriyet türü yönetimler, krallıklardan, saltanat yönetimlerinden daha anlaşılır ve makul olarak karşılanabilirdi...
Birde, İslam dünyası hariç olacak şekilde, batı dışı toplumlarda da(Latin Amerika, Afrika, Asya vs.) aynı terane berdevam etmektedir. Muz cumhuriyeti derken biz neyi anlıyoruz? Bu ülkelerin batı, özellikle de Amerika tarafından sömürülmesini değil mi...
Cumhuriyet'in ilanının öncesi...
Halk arasında "Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur' sözünde anlamını bulan espriye bakıldığında, hiçbir sonucun sebepten bağımsız ele alınamayacağı gerçeğinden hareketle, 1.Meclis'te kararlaştırılıp 29 Ekim 1923'te ilan edildiği bilinen, ya da yaygın bir kanaat olarak kurulduğu düşünülen cumhuriyet'in ilanı öncesi, işin ehlince birtakım düşüncelerin üretildiği, tartışmaların yapıldığı ve sonuçta da, 'günü geldiğinde' bu işin topluma dikte edildiği söylenebilirdi.
Aşağıdaki alıntıda da görüleceği üzere, önce sebebin, sonra ise sonucun doğrusal bir silsile içerisinde yerini bulduğunu söyleyebilirdik; "1 Nisan 1923’de seçimin yenilenmesine karar veren TBMM’si, Cumhuriyeti resmen ilân etmemesine rağmen görevini büyük bir sorumlulukla yapan tarihî meclis olmuştur. Birinci Büyük Millet Meclisi seçimin yenilenmesine karar vererek dağıldıktan sonra Mustafa Kemal Paşa, yeni meclis toplanıncaya kadar yetiştirilmek üzere bir kısım uzman arkadaşlarını yeni bir Anayasa tasarısı hazırlamakla görevlendirmiş ve zaman zaman toplantılara başkanlık ederek bu yoldaki çalışmaları kendi düşünce ve direktifleri ile aydınlatmıştı. Özellikle konuşmalarında, millî hükümetin mahiyetinin Cumhuriyet olduğu halde onu kesin olarak ifade ve ilân etmemenin devlet idaresinde zaaf olduğunu, ilk fırsatta Cumhuriyeti ilân ederek bu zaafı ortadan kaldırmanın gereğini belirtmiştir." (2)
Modern Türkiye tarihinin daha ilk evrelerinde dahi iktidarı kendi hakları olarak gören Kemalist elitlerin darbeciliğine kanıt olarak sunulabilecek olan 1.Meclis'in kapatılması sonucu, rejime ve iktidara yakın duranlardan oluşan 2.Meclis'in, ortaya koyduğu çabalara bakıldığında, bugün yaşadığımız sorunların ve zihin dünyamızda oluşturulan birçok (sosyal, siyasal vb.) algının temelinin de o dönemin şartlarında atıldığı söylenebilirdi. Bunlardan birisi, Lozan hezimeti idi.
İşte aşağıdaki alıntıda da görebileceğimiz üzere oluşturulan algılar neticesinde, bir oldu bittiye getirerek, daha gerek toplum ve dönemin siyasileri vb. bağlamında tartışmaya ciddi bir şekilde açılmadığı kanaatinde olduğumuz cumhuriyetin ilanı mes'elesi bize birçok ipucunu da vermektedir; "İkinci Meclis 11 Ağustos 1923’de toplanmıştı. Cumhuriyetin ilânı bu meclis tarafından gerçekleştirilmekle beraber, Lozan Barış Antlaşmasının imzası ve TBMM’si tarafından onaylanması, Ankara’nın yeni kurulan Devletin İdare Merkezi olması gibi iki önemli kararın alınmasını da öncelikle gerekli kılıyordu. Lozan Barış Antlaşması 24 Temmuz 1923’de imzalanmış ve yeni Meclis Lozan Barış Antlaşması ile eklerini tasdik etmiştir. TBMM’si yeni bekleyişler içerisindedir. Bu arada cereyan eden birkaç olay, Cumhuriyetin ilânı hazırlıklarını belirtmesi bakımından önemlidir." (3)
Cumhuriyet bizim açımızdan ve bizim için 'çok' iyi bir yönetim sistemi olmuş olsa da, temeli ve içeriği açısından, bir kısım doğrulara haiz olduğu halde, onu ilk dönem Kemalistlerinin ele alış durumuna bakıldığında, yine bizim için, meramı gidermek açısından söylersek, Kur'an'ı ve İslam'ı içeren bir konudan daha uzak olduğu görülecektir. Cumhuriyet'i buna örnek olarak verdiğimizde, bu kavram, olgu ve kelime. olsa olsa, bünyeye uygun olsun diye, yakıştırmaya çalışılacaktı. "“Gazi dedi ki” — Cumhuriyet ne demektir? Kamusa baktım, “chose publique” kelimeleriyle tercüme edilmiştir. Bizde manası ne olmalı?
Gazi’nin sözü hangi konu üstüne getirmek istediği belli idi. Kanun-u Esasî’de (Anayasada) hükümet şeklini açıkça göstermek sırası geldiğini söyleyen Sabri Bey: — Mesele bugünkü vaziyetin ifade edilmesinden ibarettir, dedi.
Gazi, kalemini masaya vurarak; — En kuvvetli zamanımız bugündür, dedi.
Sonra yeni Kanun-u Esasî’nin kendi niyetine göre ilk maddesini okudu. “Türkiye Cumhuriyet usulü ile idare olunan bir halk devletidir” (4)
Cumhuriyet'in ilanı...
Mustafa Kemal'in batılı bir proje olarak cumhuriyet rejimini önceden düşündüğü öteden beri bilinmekteydi. "“Gazi dedi ki” — Cumhuriyet ne demektir? Kamusa baktım, “chose publique” kelimeleriyle tercüme edilmiştir. Bizde manası ne olmalı? sorusundan önceki bir tarihte, rejimin olası şeklinin cumhuriyet olacağı, daha Erzurum Kongresi döneminde onun tarafından dile getirildiğini söyleyebilirdik; "Mustafa Kemal Paşa, daha Erzurum Kongresi sırasında, zaferden sonra hükümet şeklinin cumhuriyet olacağını söylemişti. 23 Nisan 1920'den beri Türkiye'yi idare eden Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, millî egemenlik esasına dayanıyordu. Bu, adı konulmamış bir cumhuriyet yönetimiydi. 20 Ocak 1921 tarihli anayasada "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir." deniliyordu. Bu, yeni rejimin ilân edilmemiş bir cumhuriyet olduğunu gösteriyordu." (5)
Mustafa Kemal'in, gerek, yapısı gereği kendisine pek geçit vermeyeceği bilindiği için, onun tarafından feshedilen 1.Meclis ve gerekse de, mevcut bulunan hükümette istediğini elde etme konusunda, kendisine, 'rahat' bir çalışma imkânı sunma taraftarı olmadığı bilinen birçok hükümet üyesinin istifasını cumhuriyetin ilanı için fırsat bilmesi sonucu, cumhuriyet onun tarafından ilan edilmişti; "25 Ekim 1923'te hükümetin istifasıyla bir bunalım ortaya çıktı. Bu olay Mustafa Kemal Paşaya, cumhuriyeti ilân etmek için beklediği fırsatı verdi. 28 Ekim 1923 akşamına kadar hükümetin kurulamaması üzerine, Mustafa Kemal Paşa, Çankaya Köşkü'nde arkadaşlarına "Yarın cumhuriyeti ilân edeceğiz." diyerek fikrini açıkladı. O gece İsmet Paşa ile birlikte 1921 Anayasası'nın bazı maddelerini değiştiren kanun tasarısını hazırladı. "Türkiye Devleti'nin hükümet şekli cumhuriyettir." hükmünün yer aldığı tasarı üzerinde TBMM'de yapılan konuşmalardan sonra cumhuriyetin ilânı kabul edildi. "Yaşasın cumhuriyet!" sesleri arasında alkışlarla cumhuriyet ilân edildi (29 Ekim 1923)" (6)
Cumhuriyet bir metot mu, bir ideoloji miydi...
Günümüzü ve özellikle de öncesi açısından millici, milliyetçi keimleri ve şimdilerde de muhafazakâr kesimleri dikkate aldığımızda, cumhuriyetin bir ideoloji olmayıp, teknik içeriğe sahip bir yönetim şekli olduğu dillendirilmektedir.
Bunun böyle olması için, insana kendi öznelinde, kendine ait bir yaşam biçimi içerisinde kalma, onu sürdürebilme hakkı tanıdığını bildiğimiz ve 'fıtrat dini' olarak vasfedebileceğimiz İslam'ın aksine, temeli modern batı şartlarında atılan seküler paradigmalara bakıldığında, tüm toplumun, 'sahibi açısından' asimile edilmesi öngörülürdü. Bunu çağdaş seküler paradigmalar bütünlüğünde müşahede etmekteydik.
Bu paraigmal öngörüden hareketle, cumhuriyetin de, insanı kendi haline bırakan doğal bir yol, yöntem olmadığı kabulünden hareketle, 'toplucu' bir yaşam biçimi olduğu söylenebilirdi; "Cumhuriyeti bir ideoloji olarak görenler var, bir devrimcilik olarak nitelendirenler var, bir sistem olarak değerlendirenler var. Bizdeki cumhuriyet tartışmalarının önemli bir bölümü bu belirsizlikten kaynaklanıyor. Körün fili tarif etmesi gibi bir yaklaşım hâkim olunca, cumhuriyet yerine göre itilip kakılan, yerine göre kutsanan, tabulaştırılıp, fetişleştirilip, dokunulmazlaştırılan bir "şeye" dönüştürülüyor." ... "Cumhuriyet metottur, cumhuriyetçilik ideoloji. Hele bazı düşünürlerin "çoğunluk diktası" olur diye demokrasiye karşı cumhuriyeti savunduğu anımsanırsa hem cumhuriyetçiliğin tam manasıyla ne olduğu anlaşılır hem de benim söylediklerim en güçlü kanıtını bulur." (7)
Cumhuriyet metot, cumhuriyetçilik ise bir ideoloji ise, bunun böyle olduğu öteden beri bilinmekte ve ilgilisince de görülmekte idi. O halde, yer yer Kemalizmden koptuğu müşahede edilen, yeri geldiğinde de "Atatürk olsaydı..." kabilinden muhafazakârane politik çıkışlar yapan Ak Parti ve iktidarının, 20023 hedefine ulaşmada izleyeceği yol, selefinin yapıp ettiklerine uygunluk içerisinde, cumhuriyeti salt bir metot olarak mı, yoksa, onu, bir ideoloji olarak mı ele alıp değerlendirecekti, diye bir sorunun sorulması, işin geleceğini de büyük oranda belirleyecekti...
Cumhuriyetin ilk yüzyılı birkaç yıl sonra kapanmak üzre, ama beraberinde birçok sorun oluşturduğu gibi, bundan sonraki süreçte de cevapları beklenen birçok soru da sorulabilecektir.
Bir ideoloji ve aynı zamanda bir yaşam biçimi olarak karşımıza çıkan cumhuriyete baktığımızda, bundan mütevellit değişimlerin, zamanla batının çeşitli alanlarda ilerleme kaydetmesine paralel olarak İslam dünyasının ve özelde ise Osmanlının gerilemesini az da olsa durdurma ve olayı çöküşü önleme adına birtakım 'devletlü' çabalar olmuştur.
Bunların kahir ekseriyetinin saray çıkışlı olmasının Osmanlı/Türk toplumunun genel yapısı dikkate alındığında anlaşılır bir tarafı olduğu söylenebilirdi Zira toplum devlet bazlı bir yapıya sahipti. Böylelikle de devletin olası çöküş karşısında çabaları olacaktı. Osmanlı modernleşmesinin bir sonucu olarak okuyabileceğimiz cumhuriyet projesi de baştan beri ideolojik katmanda bir devlet projesi olduğundan ötürü bundan sonraki süreçlerde de bunun böyle gideceği öngörülebilirdi.
***
Ak Parti iktidarı döneminde, çoğunlukla 'o tarafları' meşgul etme ve uğraştırarak zora sokma ve 'siyaseten' çaptan düşürme politikalarının bizzat Erdoğan tarafından uygulandığı görülmektedir. Erdoğan böyle bir politika izlerken, çoğu kez 'eski' sistemin temsilcisi olarak gördüğü CHP'yi hedef alırken, belki de yanlış ve eksik bir okumayla, CHP dışında oluştuğu bilinen solun tamamına, hatta ideolojisi gereği salt özgürlükçü bir söylemde bulunan liberal kesimlerin önemli bir kısmını da aynı kefede değerlendirmektedir.
Ak Parti'nin, özellikle de Erdoğan'ın bu yaklaşımı, kendini cumhuriyete sahip çıkma konusunda da göstermektedir.
Cumhuriyet salt bir yönetim biçimi ve metot ise, bunun üzerinden onu savunma ve karşı çıkışta bulunmak pek de isabetli değildir.
Ama o aynı zamanda batı şartlarında oluşan ve hükmü halen geçerli olan bir yaşam biçimi ise, onu, karşı tarafa yönelik olarak savunmak ne anlam ifade edecekti* kaldı ki, 'onların geldikleri yolu, katetmeye başlamak' ne anlam ifade edecekti oysa...
Anlaşılan o ki, biz Müslümanlar, genetik olarak ataletimizden kaynaklanan donelerden hareketle bizlerin 'ucuz ve kolaycı' kabilden bulduğumuz paradigmalarla yönetilmeyi arzulayacağımıza, bir adım öteye sıçrayıp kendi kavramlarımıza hayatiyet kazandırmamız ve dünyaya böyle bir pencereden bakmamız ve insanlığı da bu konuda bizleri dikkate almasını sağlamamız gerekmez miydi dersiniz...
Hele bir de yüzyıldır paradigmal yanlışların cenderesinde yaşayan Müslümanlar olarak...
______________________________
______________________________ ____________ DİPNOTLAR:
1) Sait alioğlu; http://www.
htm haksozhaber.net/cumhuriyet- rejimi-ve-ulus-devlet-26088yy. 2) http://www.atam.gov.tr/
etinin-ilani-2 dergi/sayi-56/turkiye-cumhuriy 3) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, C. I., s. 181-183.
4) Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Atatürk’ün Doğumundan Ölümüne Kadar, İstanbul, 1969, s. 374-375
5) http://www.meb.gov.tr/belir
siyasi/cumhuriyet.htm ligunler/10kasim/inkilaplari/ 6) http://www.meb.gov.tr/belir
siyasi/cumhuriyet.htm ligunler/10kasim/inkilaplari/