Said ALİOĞLU

17 Haziran 2010

GAZZE’YE KARŞI ‘YENİ’ DÜŞMANLIĞIN DİLİ

Bir giriş…

Şu bilinen bir gerçektir ki; binlerce yıldır süregelen insanlığın hayat yürüyüşü iyice tahlil edilip incelendiğinde, tarihi gerçekliğe zıt bir paralellikte neredeyse varlık sebebi orta kalkmış bulunan ve Kur’an’da da vurgulandığı üzre sürgünlerle dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış bulunan Yahudi kavminin, emperyalizm çağında her ne hikmetse, yok olduğunu ya da başka topraklara yerleşip dağılmış olan diğer insan topluluklarından ziyade; Siyon protokolleriyle adeta yeniden yaratılıp emperyalizme bölgesel bazda hizmet için ‘Siyonist temelli İsrail Devleti’ adı altında koşulmalarının günümüzü okuduğumuzda ne kadar manidar olduğunu hep birlikte izlemekteyiz. İşte 1900’lü yıllar ve özellikle de 1947-48’den bu yana Ortadoğu kanayan bir yara, Filistinliler kendi topraklarında sürgün ve buna bağlı olarak İslam alemi ve Müslümanlar adeta esir, yöneticileri ise neredeyse silme kukla ve emperyalizmde dört köşe…

Dahası dünyayı ikinci paylaşım savaşı sonrası oluşturulan yeni durumlar için uluslar arası kurumlar bağlamında(NATO, BM vs.)başta Filistinlilere ve tüm Müslümanlara yönelik çağdaş hukuksuzluklar, haliyle emperyalizmin Ortadoğu’daki jandarması hükmündeki Siyonist İsrail terör çetesi’nin elini daha da güçlendiriyordu. Bu uzun ve dağdağalı süreçte başta ülkemiz olmak üzere uzak/yakın çevremizde İslam unutturulmaya, Müslümanlar sindirilmeye/ulusalcılaştırılmaya zorlanınca ve birde batılı değerleri havi envai çeşit ideolojik akımlar, kendilerine biraz da soğuk savaş döneminin kutupları olan ABD ve Sovyetlerin bir nevi peyki olarak ortaya çıkınca Filistin de mücadele ekseni haliyle Müslümanların elinden çıkmış oldu! O dönemler incelendiğinde Ortadoğu’da var olan Sovyet ağırlığı Filistin meselesini Müslümanların esaslı bir meselesi olmaktan soyutlamış, salt sol/sosyalist bir eksene yerleştirmişti. Ve bu sayede de kendi ülkelerinde temel bulamadıklarından ötürü yer edinemeyen bilumum örgütler, akımlar Bekaa Vadisi özelinde adeta kahramanlaştırılmışlardı. Bu yüzün Türkiye cephesi de hemen hemen aynıydı. 12 Eylül askeri darbesi akabinde yolları bir açıdan Bekaa’da çakışan sol güçler FKÖ’nün 82 Tunus sürgünü ve dünya konjönktürünün ani değişimiyle ciddi bir başarı elde edemeden marjinalleştiler…

Seksen dönemi…

80 döneminde kısmi özgürlüğüne kavuşan Batı Şeria ve Gazze’de El-Fetih’inde içerisinde bulunduğu  FKÖ iktidara geldi. FKÖ Hamas’a oranla seküler, büyük oranda da iddiasız ve alabildiğince uzlaşmacı idi. Buna rağmen uzlaşmacılığı İsrail’in, ABD’nin, BM’nin vs. güçlerin elinde bir zaaf noktası olarak değerlendirildi. 83’te ise Hamas kuruldu. O Müslüman Kardeşlerin bir parçasıydı ve İslami ilkeleri önceliyordu. Ve Müslüman Filistin halkının yaşadığı mülteci kamplarında boy atmıştı. Öyle zan ve empoze edildiği gibi FKÖ’yü köşeye sıkıştırmak için İsrail tarafından da kurulmamıştı! Zaten İsrail Yaser Arafatlı FKÖ’yü seküler oluşunu kullanarak elinde oynatıyordu. Bu dururken Hamas gibi İslamcı temeli olan bir örgüt niye kursundu! İsrail’e en büyük kozları tek lider konumundaki Arafat fazlasıyla sağlıyordu zaten…

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Türkiyeli sol örgütler Filistin’deki kamplarda kaldılar. Bunlar Filistin sorununu çözümü ve aynı zamanda da Müslümanlar için Kutsal yerler olan Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın kurtuluşu için değil de Türkiye’ye dönüp silahlı mücadele verebilmek için oralarda kaldılar… Öyle zan edildiği gibi pür insani kaygılarla orada kalıp Filistin halkının özgürlük mücadelesine katkı sunmadılar… Hatta bir kısmı liberalleşti ve reklamcı oldu… Bu konu son günlerde bazı tv kanallarında çarpıtılarak ilgilisinde anlatılıp duruyor… Sadece öyle olmadığını bir hatırlatmak istedik…

Bir de FKÖ’nün başta Gazze olmak üzere Batı Şeria’da da işin ucu yolsuzluklara dayanan kötü yönetimi eklenince Müslüman Filistin halkının sabrı tükenmiş oldu. Birkaç yıllık deneme ve boykot şeklinde geçen seçimler sonrasında Hamas en son katıldığı 2006 başlarındaki seçimde Gazze şeridinde iktidara geldi. Elbette buna da FKÖ yanlısı ve hamas karşıtı bilumum güçler “Ah ki ne ah! FKÖ kadroları yolsuzluk yapmasa imişler; Hamas iktidara nedir gelemezdi(!)” dediler… Biz bu bayat ve bayat oldu kadar da gayrı ahlaki serzenişleri ülkemizden de biliyoruz! Nedense bir hikmete binaen seküler kadrolar şaşıyor ve sonradan da  şeytana kanıp yolsuzluklar yapıyorlar! Yapmasınlar! Ellerinde değil mi? Ama ya tıpkı, halkı adam yerine koymaz, onları tepe tepe kullanmayı düşünürsün, oryantalist ve yerli işbirlikçi bir mantıkla! Amma velakin Mehmet Akif’inde vurguladığı gibi “…bir uysal koyunum, amma çekmeye gelmez boynum!” kabilinden de Müslüman halkın hışmına uğrayınca da soluğu efendilerinin yanında alırsın, tarih boyuca senin gibi davranan işbirlikçilerin yaptığı gibi… Ki Filistin’in mazlum Müslüman halkı çadırdan, barakadan mülteci kamplarında sıradan hayatlar yaşarken örgütün başta politbüro üyeleri Akdeniz sahillerinde dünyanın çeşitli bölgelerinden gelen yardım paralarıyla kendine villalar inşa edip, tiksindirici bir şekilde bohem hayat sürdürmeyi mücadeleye tercih ettiler… Tabii ki bunun aksini icra edip mücadeleyi seçip halkının yanında durup cezaevlerini dolduranlarda oldu bu süreçte. Ör. Mervan Barguti vb.

Ak Parti hükümeti eksen kaymasını mı meşrulaştırıyor…

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun adına ‘Ritmik Diplomasi’ dediği olay, aslında Türkiye dış politikasının yerine yenisini ve farklısını ikame etmekten ziyade eski eksen üzerine yeni yollar inşa edip, bölgeden dünyaya sıfır sorunlu bir ilişki ağı kurmayı hedefleyen yepyeni bir olaydır. Özellikle eskiden hareketle yeni ilişkiler kurmak, gerek Osmanlı ve gerekse de T.C. döneminde teamülen oluşan dış politikaya değişen çağın diliyle cevaplar aramak ve olası bu cevaplarla da dünya barışına katkılar sunmak… Herkes tarafından bu böyle anlaşılsa da, işin içerisinde büyük bir umarsızlık ve koyu cehaletle ‘Filistin, Kudüs ve Ortadoğu bizim neyimiz olur; bize ne onlardan?! Biz laik ve ulus bir devletiz!” safsatasıyla ve kısırlığıyla karşı çıkıldığından en milliyetçisinden, şoveninden, en liberaline kadar bir yığın insan müsveddesi grup ve kişi bu ülkenin mayasının İslam’la yoğrulduğu gerçeğini inanın bir batılı oryantalist kadar bilemeyecek oranda kültür ve tarih fukaralığı sergiler dururlar! Ona ne ya; Filistin, milistin!!! İşte kendileri yolsuzluk yaptıkları için halkın al aşağı ettiği kadrolar Filistin/Gazze’de İslamcı Hamas’ı ve Türkiye’de de dış politikayı eksen kaymasına nedir uğratmadan, aksine eldeki imkånlarla derin devleti gün yüzüne çıkarmaya çalışan muhafazakår eğilimli Ak Partiyi   iktidara taşıdığından ‘vur patlasın, çal oynasın’ oyunları, yolsuzlukları ve diz boyu ahlaksızlıkları elden gittiğinden azgınlaşmakta ve halka ontolojik anlamda düşmanlıkları su yüzüne çıkmaktadır!

Nihayetinde bazı emelleri, idealleri ve de zaafları olabilen insanlardan oluştuğundan elbette ki Hamas’ta da Ak Parti’de de bazı yanlışlıklar olabilir, olmuştur da! Bunları hakikat ortaya çıksın diye bir hakkaniyete binaen ele alıp soruşturmak bir tarafa, sadece İslam’a yaslanıyorlar zehabıyla düşmanca hareket etmek pek ahlaki olmasa gerek! Kaldı ki bunlar da bir tarafa Ayşe Hür’ün de yaptığı gibi terör kıskacında evlere şenlik bir ‘Hamas-PKK’ paralelliği kurup ve onun üzerinden Filistin İslami direnişini mahkum etmek ancak sonuçta ABD’ye, İsrail’e vs. güçlere yamanmaya çalışan liberallere ve bilumum işbirlikçilerine yarar… Şuna cevap verilsin bakalım; Hamas diğer Ortadoğu kökenli silahlı güçlerin yapıp ettikleri gibi, kendi insanını öldürdüğü, köyünü, kasabasını yaktığı gibi Filistin’in herhangi bir yerinde masum bir insanı öldürdü, köyünü kentini yaktı mı Allah aşkına?! O  yani Hamas sadece ve sadece Filistin davasını emperyalist güçlere satan Mahmut Abbas yönetimine bağlı ve aynı zamanda da İsrail lehine ajanlık yapıp Müslüman halka ihanet eden aşağılık adamları(Muhammed Dahlan vs.) sigaya çekip sorgulamışsa bunun adı terör olur mu ey liberal beyinler?! Böylesi bir sorgulamaya bırakın Müslüman olmayı hak, adalet ve insanca bir dünya kurma duygusu içerisinde yaşamaya çalışan laik, sosyalist, milliyetçi vs. çeşitli çevrelerde mazlum halkın zararına iş tutan kendi yandaşlarını da pek ala dahil edebilirler! İnsanlık tarihi böyle örneklerle doludur! Ama İş Müslümana gelince ‘PKK teröristse Hamas’ta teröristtir!’ ikilemi iflah olmaz İslam karşıtı bir söylemdir. Bırakın devleti, orduyu, bu ülkede kendine ‘terörist’ denen bir insanda ölse bunun kahredici olduğunu ve akan kanın durdurulmasını inancı gereği istememekte midir acaba?! Bunun aksini kim iddia edebilir. Kaldı ki PKK’yı terörist kategorisine sokan olgunun kendisi, bizzat PKK’nın görünürde T.C. Devleti’ne yönelik eylemlilikleri değil mi? Bu kategori baştan beri içerisinde hayli miktarda Kürtlerinde bulunduğu Türkiyeli Müslümanların fantezileri mi ki; çok rahat davranılıyor?!!! Oluşan bu tabloyu okuyamayanlar olayı saptırıp ‘madem PKK teröristse, o halde Hamas’da teröristtir’e getirmeye çalışmaktadırlar. Tabii ki iyi biliyoruz bu arkadaşlar aslına PKK’yı sevmeseler de onun adını kullanarak Filistin İslami hareketini yok saymak istemektedirler. Unutmayalım ki, elmalarla armutları bir arada saymak sonucu sağlam olan bir matematiksel işleme dönüşmez! Nihayetinde Hamas ayrı, PKK ayrıdır… Her ikisinin de belki bir tek ortak özelliğinden bahsedilebilir; o da emperyalizmin iştahasını kabartan büyük bir coğrafyada kendi halkları adına ve kendilerince bir mücadele vermeleridir belki… Ve  bu saiklerden dolayı da gereksiz ve yakışıksız bir yığın kel alaka örnekler getirip hem Hamas’ı kötülemek ve hem de Müslüman halkın maalesef var olan bazı cehaletinden esinlenip bırakın İslamcıları, Müslümanları düpedüz Kur’an’dan yola çıkıp nerdeyse Allah’ı Yahudilere karşı düşman konumuna oturtma seviyesizliğini serdedip, akabinde de ucu bir nevi sivri oklarla bizlere ahiretlik sorular yöneltip, liberal tarzda kotardıkları samimiyet testlerine tabi tutmaya çalışmaktadırlar. Ör. Ayşe Hür anlamadığı, anlayamadığı ve aynı zamanda da inanmadığından olsa gerek Kur’an’ın evrensel mesajını ‘ipliği pazara çıksın’ dercesine kendince lime, lime etmeye çalışmakta ve alakasız bir duruma düşmekten de kurtulamamaktadır… Unutmamalı ki düpedüz tosladıkları duvar, tabiri caizse Allah’ın duvarıdır… 

Herkes haddini bilse daha iyi olur, değil mi dostlar!

Laf ola beri gele…

“Kur’an /dolayısıyla Allah/ Yahudiler için hiçte hoş olmayan ifadeler kullanır!” diyor Ayşe Hür. O hoş olmayan dil nedir diye baktığımızda günümüzün ha bire tahkim edilmeye çalışılan seküler dile oranla olmazsa olmaz bir ‘İnsan, Allah ve çevre ilişkisi’ içerisinde insanlara yaradılış hakikatini hatırlatmak, Allah’ı inkårı zarar verici bir unsur olarak değerlendirmelerini sağlamak, yine dinin hikmetine binaen ontolojik bağlamda unutulanı hatırlatmak ve verilen sözlere devamlılığı sağlamak ve aynı zamanda da Lut kavminin yapa geldikleri o meşum fiilin iğrenç ve ifsad edici olduğunu vurgulamak! Sen kalk Allah’a kafa tut, bu liberal çağda(!)ona yön vermeye çalış! Pes doğrusu! Anlayabiliriz; siz bir Müslümanı insanlık ahlakına uymadığından ötürü eleştirebilirsiniz, ama ya Allah’ı ve kitabını nasıl eleştiriye tabi tutarsınız; üstelik Müslüman bir ülkede?! İnanın bu basitliği ‘haktan, adaletten,insanlıktan ve emekten yana’ hiçbir sosyalist yapmaz. Ama ABD’nin trenine binen bir liberal bu gereksizliği sergileyebiliyor; ma esefa!

Israrla  ‘Yok Gazze turnusol kağıdı imiş; yok Müslümanlar Saddam döneminde Enfal katliamında nerede imişler! Siz Kemalist karakterli askeri rejimden başını kaldırıp Müslüman olmanın ayırdına varan insanların başına neler geldiğini, getirildiğini, demokratik bazlı rejim karşıtı sivil mücadelelerine bile uzun onlarca yıllar içerisinde şahit olmadınız galiba(!) Hayret ki, ne hayret! Müslümanların ‘Ya inancını bırakıp Türkleşip laikleşmesi, ya da rededip rejim ve onun ilerici borazanları tarafından her zemin ve zamanda gericilik yaftasıyla yaftalanıp toplum dışına(!) atıldıkları süreçleri bir tarihçi olarak sanki hiç okumadınız; ma esefa!

Enfal katliamı ile ilgili suçlu aranacaksa eğer suçluyu söyleyelim; Türkiye’de Kemalist kadroların içerisinden gelip devlet adamlığı ve hükümet başkanlığı da yapan ‘Ortanın Solu’nun naif mimarı Bülent Ecevit ve onunla sözde Amerika’ya karşı olduğunu söyleyen zevat… Ki, Bülent Ecevit vakt-i ikballerinde ta Bağdad’a kadar gidip Amerikancı Saddam’ı sarayında ziyaret edip kanlı ellerini sıkmadı mı?! Ve bununla birlikte bu ülkede nice solcu zat zalim ve aynı zamanda da Kürt halkının katili olmasına rağmen Saddam’a imrenerek sözde Amerika’ya karşı direniş hülyalarına kapılmadılar mı… Ki o Ecevit Beyazsaray’a kadar gidip başkan bush’un makamında başkan koltuğunda oturduğu halde elleri önde kenetli bir şekilde ayakta onun karşısında bir ilköğretim okulu öğrencisi gibi durmadı mı?!! Bu da mı yalan, yani?!! Hani o solculuk, hani anti Amerikancılık?! Bir parça nimet(!) uğruna berhava olmadı mı?!!!

Mısır üzerinden Müslümanları vurmaya devam ediyorsunuz; Diyorsunuz ki, Mısır Refah kapısını açmadığında Müslümanlar neden İsrail’e gösterdikleri tepkileri Mısır’a göstermediler bile! Bir defa unuttuğunu bir şey var o da şu; Mısır, halkı Müslüman bir ülke olsa da sizin ideolojik anlamda nemalandığınız ABD’nin bölgede bir kuklası ve halkın karşı Firavun zulmünü icra etmekte! Esas tepkinizi siz hiç şaşmadan Mısır’ın Firavuni yönetimine karşı gösterebilirsiniz. Kaldı ki rejime rağmen Mısır halkı Müslüman ve Filistin dostu… Sadece elleri, kolları bağlı olduğundan bir şeyler yapamıyorlar, o kadar! Birde İsrail vatandaşı Siyonist güruhlar gibi İsrail tarafından 2009 başlarında Gazze’ye atılan salkım bombalarının patlamasını, Gazzelilerin göz göre göre ölümlerini tepe yerlere çıkıp çekirdek yeyip, kola içerek kutlamadılar!!!  Şimdi hangi halk daha makbul, insanların tepelerine ölüm yağarken çekirdek çıtlatan Siyonistler mi, yoksa Mısır firavununun zulmünü yaşamak zorunda kalan Müslüman Mısır halkı mı? Karar sizin! Bu olaya şahit olmak için interneti bir tıklamamız yeterli gelir, sanırız!

Yine bu olay üzerinden ‘neden Mısır’a tepki göstermediniz! Diyorsunuz; tevhidi inanca sahip, İslamcı dünya görüşüne mensup Müslümanlar Mısır Başkonsolosluğu önünde yürüyüş korteji oluşturarak eylemlilikte bulundular! Galiba size haber veremediğimizden dolayı, eksi hanemiz hemencecik de kabarmış! Ne yani sizinle aynı dünya görüşünü paylaşmıyoruz; bu bir, ikincisi de Müslüman ve İslamcı kitlelerin organize ettikleri eylemlere kendiliğinizden gelmek diye bir lüksünüz olmadığından suçlu biz mi olacağız! Kaldı ki bizler zalime ve zulme karşı mücadele etmeyi kendi insanlığının bir gereği olarak içinde hisseden sol, sosyalist çevrelerler az mı birlikte eylemlere imza attık! Ama siz yoktunuz! Hemencecik de suçlu bizler mi oluyoruz!

Kürt halkının sorunlarına kapalı olduğumuz ima ediliyor. Bu külliyen yalan. Zira Türkiye İslami hareketinin çoğu lideri Kürtlerden oluşuyor! Kısacık ‘Türkiye’de İslamcı hareketlerle ilgili sağlıklı ve yararlı bir araştırma yapar iseniz, olayı görebilirsiniz! Biz dünyaya ve ahrete talip Müslümanlar Allah’ın arzında ne ulusalcılık yaparız ve ne de karşı ulusalcılıklara karşı kardeşlerimizi feda ederiz! Bizler herkesin istediği gibi inanmasını düşünen insanlarız, ama bizlere karşı yapılan ipe sapa gelmez ve aynı zamanda da ideolojik bazlı düşmanlıklara da pirim vermeyiz, veremeyiz! Bu da varsın bizlerin kusuru olsun!

“Kur’an Yahudiler için hiçte hoş ifadeler kullanmıyor!” (mübareğin muhatabı sanki herhangi bir insan!!!) ifadesini meşrulaştırmak için Ankebut/28-35; Hud/74-83; veŞuara;160-174 “Kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşan” ‘Lut kavmi için hiçte hoş ifadeler kullanmaz!’ diyerek kendince yepyeni bir yorum getirmeye çalışıyor! (Mübarek şimdi de sanki bir müfessir!!! Kur’an ve tefsir okuyan oryantalistler bile bu kadar cesur değildi!!!) Ve aynı zamanda da aynı gazetenin başörtülü yazarı Hilål Kaplan’ın işåret ettiği gibi ‘İnanmış bir Müslüman’ın bu sureleri görmezden gelmesi mümkün değildir’ diyerek aynı gazetede yazan, fakat kendisinden farklı inanç grubundan olan bir Müslüman’ı da sözde ince bir eleştiriye tabi tutuyordu!( Adeta şöyle diyordur belki de: ”Aydınlanmacı ve ilerlemeci vetireyi baz alan liberal bir mevkutede bir başörtülünün ne işi olabilirdi?!!!”) Tabii ki biz Hilål Kaplan gibi bir Müslüman böyle bir gazetede ‘Niye yazı yazar ki’ ikilemine düşmeden, sadece vakıa üzerinden bir tespitte bulunuyoruz, o kadar!

“Hal böyle iken inanmış bir Müslüman’ın Tevbe/29-30,73; Bakara/62,88,89,100,113; Maide/51,64,82; Nisa/41,46160,161; surelerinde Yahudiler için o ağır sözleri göz ardı ederek, Kaplan’ın deyimiyle ‘Batılı’ terimlerle düşünmesi ve Yahudilik-İsrail Devleti-Siyonizm arasında hassas ayrımları yapmak kolay mı?” diye soruyor… Ve sözde olmadığına dair bir örnek hatırladığını aşağıda alıntıladığımız gibi serdetmeye çalışıyor: “15 Kasım 2003 tarihinde silahlı saldırı düzenleyerek 23 kişinin ölümüne, 70’ten fazla kişinin yaralanmasına neden olanlardan Nurullah Kuncak’ın ailesi Milliyet gazetesine “Evde tepki olmadı. Çünkü Yahudilere yapılmıştı Zaten Kur’an-ı Kerim’de “Yahudileri dost edinmeyin’ diyor. Pek sevmezdik. Pek değil hiç sevmezdik” diye cevap vermişti’ diyor yazarımız…  Yazarımız  ciddi anlamda İslåm nedir, Kur’an nedir, kitap nedir; daha bunları hayatlarının sonuna kadar –bazı engellerden dolayı- öğrenmeyen, bilmeyen ve sistem tarafından kasden cahil bırakılan sıradan halk yığınları üzerinden durduk yere, işin içerisine birde ‘bizzat’ Allah’ı da katarak ‘anti semitik’ tarzda bir Yahudi düşmanlığını, ya bilerek, ya da bilmeyerek, onun yani anti semitizmin kaynağının çağdağ batı muhayyilesi olduğunu birde görmeden bizim üzerimize boca ederek deruhte etmeye çalışıp çabalamaktadır! ‘Belki bilmeyerek’ diyoruz ama, yazarımız az çok tarihçi bir kimliğe sahip olduğu için bilmemesini pekte mümkünattan görmüyoruz! Kaldı ki Müslümanların gerek Yahudilerle ilk kez,  Medine’de Hz. Peygamber döneminde olmak üzere belirli aralıklarla yaklaşık on dört asırdır bir yığın coğrafyada karşılaşması olması, birlikte aynı toprakları, ülkeleri, coğrafyaları, şehirleri, kasabaları, köyleri, zaman ve zeminleri paylaşmaları kitap kaynaklı bir değerler ve ilkeler sistematiğine uygun davranıldığı sürece, itikaden olmasa bile siyaseten, idareten ve iktisaden altına karşılıklı imzalar atılarak oluşturulan –ki tarihte imzalanan ilk antlaşma metnini içerir- Medine Vesikası/Anayasası Yahudilerin de belirli kurallar çerçevesinde İslam ümmetinin bir parçası olduğunu  gösterir…  ‘Bu konuda yanlış düşünen herkesin bu vesika ile ilgili İslam tarihini içeren eserleri okumaları aydınlanmaları için gerekir’ diye düşünüyoruz… Ör. Muhammed Hamidullah’ın iki ciltlik “Hz. Peygamber’in Hayatı” adlı eseri referans kaynağı olarak elden ele dolaştırılabilir.

Özetle son birkaç gündür(Geçen hafta) ülkenin dört bir yanında tekbir(Yani ‘Allahuekber!’ deyip -S.A.-) getirerek ellerindeki yeşil bayrakları (Osman Özsoy ise ‘yeşil’ dememiş, ısrarla hep ‘o bayrak’ nitelemesini kullanmıştı maalesef!) sallayan insanların, sadece İsrail’in devlet politikalarını protesto ettiklerine inanmak zor. Dolayısıyla Başbakan Erdoğan’ın biran önce konuşmalarına fren koyması gerek, yoksa bu işin sonu kötü olacak” Vay da vay!!!  ‘... Yoksa bu işin sonu kötü olacak’ Nerden bir duyum aldı, hangi mahfiller fısıldadı bilmek isteriz. Bu da hakkımız olsa gerek! Ama aynı Erdoğan Gazze, Kudüs, Ortadoğu, İran, İslam dünyası ve dolayısıyla da Müslüman bir ülke olan Türkiye vurgusu yapmaz da ümmeti, Arab’ı, İslam’ı vs. es geçecek olsa, herkes zil çalıp oynayacak, bayram edecek, ağızları kulaklarına varacak, keyiflerine keyif katacaklar. Ama akan kan Müslüman kanı olmuş ne yazar ki! Yeter ki Siyonist İsrail yerli yerinde kalsın, emperyalizmi beslesin, o da kalkıp onu beslesin;  ‘Otuzlu yılların konjönktürüne uygun bir ‘yurtta sulh, cihanda sulh; ya da yurtt(aşın)la savaş, cihanda sus!’ pısırık diplomatik söylemine geri dönüş olsaydı yine bayram edeceklerdi. Ama adına ‘eksen kayması’ dedikleri şey ‘yurtta sulh(!) cihanda sulh –nasıl savaşacaksın ki!’ ilkesine espri anlamında uygunluk gösterse bile çağ ve çağın var olan dili değiştiğinden, yeni bir dil ortaya koymak gerekiyordu. Ama bu dili laik, ulusalcı/milliyetçi, Kemalist seçkinler ve onların var olan kitleleri bir türlü bulamadıklarından olsa gerek muhafazakår kadrolar bulup rtaya çıkardılar! Kıyamet te elbette ondan dolayı kopmaktadır! ‘Siz geldiniz diye işlerimiz bozuldu!’ beyanını şimdilerde Ak parti iktidarını yıpratmak için tepe tepe kullanılmaktadır. Ama sonuçsuz kalmaya da mahkumdur. Bakın sizce bir atlatmaca da olsa- vizelerin bir kalkması, ülkelerin, devletlerin ikili antlaşmaları, yeni yeni oluşan paktlar, gelişen eksenler laik kadroları ve onların avanelerini gerek yurt içinde ve gerekse de yurt dışında itibarsızlaştırmakta, küçük düşürmektedir. Esas kavga ise ‘zurnanın zırt dediği’ noktada başlamaktadır… Birde bunun üzerine -isterse kendi tabanına güven vermek kasdıyla bile olsa- Türkiyeli Müslümanların her zaman ve zeminde Filistin başta olmak üzere Ortadoğu’ya ve emperyalistler tarafından zulme uğratılan sair İslam topraklarına ilgisi ve yardımıyla birlikte; Erdoğan’ın Gazze çıkışı, Ortadoğu’yu sahiplenişi, Ortadoğu’nun da Hzibullah lideri hasan Nasrallah, halid Meş’al vb. liderlerin de Erdoğan ve Ak Partili hükümet üzerinden Türkiye’ye ve onun Müslüman halkına kardeşçe seslenmesi ve bu sesin karşılıklı yankı bulması o iflah olmaz İslam düşmanı medya taifesini ve geride kalanları olabildiğince öfkelendirmektedir… Ne diyelim; “Öfkenizle geberin!” (Ayet)

İsrail’in acınası durumu için şu hakikat(!)i dile getiriyor; “İsrail’e insanlık dersi vermek için 1947 yılında Atlas Okyanusu’nda umutsuzca Yahudi mültecilere bir vatan arayan(acaba!!!) “Ekodus” gemisinin trajik hikåyesi”ni naklederek ‘bakın Yahudiler dünyanın ezilmiş tek milleti’ demeye getiriyor! Ortada daha önceden Yahudi önderler tarafından Avrupa’nın göbeğinde deklare edilen ve Tevrat’ın o meşhur ‘On Emri’ne zıt Siyon Protokolleri ve emperyalistler tarafından Yahudi önderler tarafından dikte ettirilen Filistin’de toprak satın alınmamsına yönelik diplomatik girişimleri, akabinde de başta Britanya/İngiliz ve daha sonrada ABD’nin Yahudiler için kalıcı bir yurt elde etme çabalarına denk düşecek, adına da Yahudi soykırımı denilen çabalar eklenince ortaya timsah gözyaşını andıracak yalanlar zinciri halka, halka uzayacaktı nihayetinde…  İşte işin hülasası yüzlerce yıl önce terk edilmiş ve aynı zamanda da ona yabancılaşmış topraklar esas sahipleri olan Filistinlilerden ve onların hamisi olan Osmanlı Hilafetinden zor, hile ve alçaklıkla alınan topraklar emperyalizme ‘ileri karakol’ olma şartıyla bedelsiz olarak Siyonistlere verildi…  Bu gerçeği inkår etmek için kör ve sağır olmak gerekir!!!

Bizler inancımız gereği İslam’a, onun mukaddes değerlerine sahip çıkacağız; Gazze’ye, Filistin’e, Kudüs’e, Ortadoğu’ya ve mazlumiyetin kol gezdiği tüm dünyada ezilmişlerin yanında olarak var olduğumuzu dosta düşmana göstereceğiz! Hem kendimiz Kur’an’ı baz alıp onu baş tacı edip onun işaretiyle ıslah olmaya adım atacağız dün olduğu gibi ve hem de yakın çevremizden başlamak üzere Buraklarımıza binip kanat açacağız engin ufuklara; Allah’ın bizlere bahşettiği tüm yer yüzüne…

Mavi Marmara su(r)da bir gedik açtı… Su(r)da gedik açan kahramanlara selam ve rahmetler olsun!

Ş e h i d   t a r i h i n   k a l b i d i r!!!