Said ALİOĞLU

14 Mayıs 2010

İSLAMİ SOL MESELESİNE ‘SORULAR’ AÇISINDAN BAKIŞ

Önce teoloji nedir? ‘Felsefenin uluhiyetle ilgili konuları ihtiva eden kısmına’ teoloji denir. “Teoloji sözlük anlamı olarak ‘tanrıbilim’ demektir. Yunanca ‘teos’ ve ‘logos’ kelimelerinden oluşur. Teos = tanrı; logos = bilim; yani ‘Tanrıbilim…” Bugün din olgusunun da diğer olgular gibi modern zihinlerde laiklik ve sekülerlik misali yer ettiği şekilde dünya-ahiret bağlamından koparılmışcasına salt ‘dini’ konular ile ilgilenen bilim anlamında kullanılmaktadır. Teoloji ile ilgilenen kişiye teolog, ilahiyatçı veya tanrıbilimci denir. “Teoloji (erekbilim) evren bir ereğe/amaca göre oluşmuştur. Genelde tanrının evreni bilinçi ve planlı bir biçimde yarattığını savunan bir görüştür .“ deniyor. “Deniyor…” sigasıyla dile getirilen görüş aslında Allah’ın yaratıcılığı(Bakara;2/28-29) gaybı bilmesi(Zümer;39/46) O’nun va’dinin hakk oluşu(Mü’min;40/55) ve her şeyi bir bütünlük içerisinde ve sünnetullah(İsra;17/77) dairesi bağlamında yarattığı ve o şekilde de sevk ve idare ettiğine vurgu yapmak bizler için imani(Bakara;2/260) bir anlam ifade eder. İşte salt Allah’a ve yaratıcılığına iman, va’dinin hak oluşu ve her şeyin O’nun ilmi bağlamında –insanları çoğu inanmasa bile- hakikate raci bir anlamı olduğunu görmek zorunda kalırız. Salt imani ve gaybi konular dışında dünyada kendi düşünce yetimiz ve emeklerimizle oluşturduğumuz sair yapılarda O’nun onayını almadan bir anlam ifade etmez. Ki, O ve Rasulü galip geleceklerdir(Mücadele;58/21) O zaman anlaşılıyor ki Müslümanlar olarak hikmet ve şeriat çerçevesinde tevhide, adalete ve sadece bihakkın Allah’a kulluğun ifadesi olabilecek özgürlük temalı bir teolojik çerçeve insana dünya ve ahiret hayatında mutluluk getirecek, bunun dışında ‘Müslümanca’ eylemliliklerin sonucu oluşturulan teolojiler  bir işe yaramayacaktır! Allah’ın katında kabule şayan dinin, dünya görüşünün ve hayat nizamının İslam olduğu vurgusu önem kazanmaktadır.(Al-i İmran;3/19) Allah’ın kabul edeceğini bildirdiği İslam salt şekilden ibaret olan, uygulanması bağlamında dünyaya, topluma, ‘sosyal, siyasal, kültürel, iktisadi’ vb. alanlarda sözü nedir olmayan –artık dünyevileşmiş- bir din değil, bilakis insanlığa yaşanan tevhid dışı anlayışları ve yürürlükteki hayat telakkilerini boşa çıkarıcı doneleri Müminlerine vahiy yoluyla bildirip, onları her tür maddi, manevi kirden,rücuzdan arındırmaya çağıran yüce bir mesajdır! Zaten Allah’ın indinde bir din –ed-din- olması bu yüceliğinden dolayıdır. Onun dışında elden gelen tüm çabalar akim kalmaya mahkumdur! Zira O’nun va’di haktır.(Mü’min;40/55) Eğer olaya bun minvalden bakarsak değil; itikatten amele İslam ve Kur’an’a aykırı yönelimleri olan ve aynı zamanda da ‘dindar ve seküler’ bakış açılarına sahip sair din mensupları ve içerisinde ‘her şeye güç yettiren’ Allah telakkisi olmayan sair ideolojiler ve mensupları; dünyevileşme emaresi içerisinde olan Müslümanların bile kotarmaya çalıştıkları o sözde teolojiler bir anlam ifade etmeyecektir.

İslam’a uygun bir teolojinin kaynakları…

1)Allah’tan gayri güçlere iman etmemek,  boyun eğmemek ve sekülerleşmemek: (Fatiha;1/5)Fatiha suresinde buyrulduğu  üzre “…Yalnız sana iman eder, yalnız senden yardım dileriz!” düsturuyla hareket edip çeşitli yol ve yöntemlerle kendisine ilahlık süsü veren/verilen çağdaş veya klasik yeryüzü tanrılarına esaslı bir “la!” yani “hayır!” çekebilmek. İnsani ilgilendiren her alanda muslihundan olmak, ifsad içerisinde bulunmamak. Dünyanın maddi manevi kirlerinden arınıp tertemiz/mutahhar kalabilmek. Tahrif temelli din anlayışlarını reddetmek; gelenekçi ve modernist anlayışlara pirim vermemek. Geçmişe atıf yaparken peygamberlerin ve Salih kulların istikameti üzre olmak. Günümüzü anlama noktasında hareket ederken değişikliğe uğramadan berdevam eden insan psikolojisinden hareketle yapıp edilenleri anlamak sahte ilahlar ve sair ideolojilerin, kampların künhüne vakıf olup, neden ve sonuç ilişkilerini açığa çıkarıp sözde konjönktürel  şartlara teslim bayrağı çekmeden küresel ve yerel ölçekte rejimlere ve ön plana alınan ve bir nevi gözümüzde kutsallaştırılmak istenen ulu önderlere, şeflere, milli şeflere, onların iz sürdürücüsü laikar ve yerine göre ‘Müslüman’ ama temelde seküler liderlere ve aydınlara; ayrıca kendi burjuvasını kardeşlik nutukları atarak oluşturan para babalarına,sınıflı bir toplumu öngören türedi iş adamlarına, toplumsal muhalefet bağlamında hiçbir  kanaati olmayan kanaat önderlerine, din baronlarına vs. iltifat etmeden ıslah içre bulunup hakka şahitliği önceleyen bir direniş örneği sergilemek!

2)İnsanın  özgürlüğü/Kur’an’ın aydınlığında şirkten ‘beri’ olabilmek/özgürlük teolojisi:İnsanın davranışlarının Allah tarafından belirlenmesi insanı yaratan ve onu İslam nimetiyle gönendiren Allah vahyi bildirim açısından ‘teklif-kabul’ veya ‘red’ çerçevesinde inanmak ve inanmamak ikilemi içerisinde muhayyer bırakılmıştır. “İster inanır, ister küfreder!” Bizce bir özgürlük teolojisinin en evvel ilk şartı, olaya  “La!” ile başlayıp Allah’ın dışında duran ne adına olursa olsun Allah’a ait olan kutsallık olgusuna asla layık görülmemesi gereken görünür, görünmez tüm putların(insan, eşya, ideoloji)küçük düşürülmesi, kerih görülmesi, sağlıklı imana sahip olunabilmesini içerdiğini düşündüğümüz “…ve iman, tekfirle anlam kazanır, belirginleşir!” hikmeti gereğince Müslümanın hayatından ebediyen söküp atmaktır! Onlarca asırdır İslam dünyasının ve bu ümmetin içerisinde bulunduğu zillet en klasiğinden, en modernine her tür puta, sunulan dünya görüşlerine ve nerdeyse başat unsur gibi ha bire takdim edilen durumlara tabi olmak, onlara baka kalmak ve giderekte onun boyasına boyanmakla bir şekil ve muhteva değişikliği icabınca yürürlükte durmaktadır! La ve tekfirden sonra şiarımız “tevhid ve adalet” daha sonra ise bunların hülasası sayılabilecek “adalet” unsuru söz konusu olabilmelidir.

Yukarıda maddeler şeklinde sıraladığımız ilkeler ve o ilkelerin şiarlaşmış şekli olan olguların hayata hakim kılınması için ‘kınayıcının kınamasına’ aldırmadan; “Biz o formlardan kendimizi kurtardık!” deyip kendilerine başka kurtuluş, ya da oyalanma formları arayıp bulan İslamcılık artıklarının o üsten bakıcı, birazcıkta kahredici söz ve davranışlarını dikkate almadan yaşanan reel zeminde ideal politik peşinde yürüyüp hakka şahitlik pratiğini ortaya koyucu bir kararlılıkla artık geride, mazide kalması gereken mezhebi formları aşıp Kur’an’ın ruhuna uygun ‘yeni bir İslam anlayışı’ çerçevesinde bir noktaya sabitlenmek ve pergel anaforu gereğinde tevhid çizgisinden çıkmadan insanlığa yaklaşıp o yüce mesajı sunmak, sunabilmek! Bu hak çizgi üzerinde yürüme esnasında insanlık tarihi boyunca olduğu gibi birtakım tökezlemeler de olacaktır. Bu tökezlemeleri hakiki bir yürüyüşe çevirmek insanın elinde olduğu gibi, bu tökezlemeleri ‘belli bir yorgunluk ve yılgınlık içre’ içselleştirme de olasıdır! En başta nefs, iğvacı şeytan ve dostları, insanın çevresi vs. belli başlı şartlar tökezleme yolunda olabilecek vakalardan sayılabilir. Önemli olan düşmemek, ama düşünce de kalkmasını ve ‘yeniden’ yürüme kararlığını gösterip sebat edebilmek! Düşüp de kalkmak istemeyen varsın kalkmasın, o kutlun yürüyüş devam etmelidir. Ki Allah sonunda nurunu tamamlamayacak mıdır?(Saff;61/8) Burada dikkat etmemiz gerek en önemli husus şu olmalıdır; en başta bizden farklı düşünen insanlar, Müslümanlar olabilir, bizim kendimize göre çerçevesini nedir çizmeye çalıştığımız yeni formlarımızdan farklı bir tarzda formlarla da karşılaşabiliriz.  En başta bu formlara, okuma biçimlerine halis niyetlerle yaklaşıp hiç gocunmadan yanlıştan dönmeli, eleştiriye açık hale getirmeli, eğer karşı formda da eksiklik ve hata var ise medeni cesaret örneği sergileyip karşı formu eleştiriye açmak illaki görevimiz olmalıdır. Öncelikle biz eleştiriye açık olmazsak eski, püskü formları ne diye arkamıza atarız ki? Bunun gibi karşı form sahipleri de kendi formlarını bir nevi ‘bulunmaz Hind kumaşı’ nev’inden ele alıp değerlendirme sevdasına kapılırlarsa onlara da ‘madem böyle olacaktı, o halde neden eski formları tutup attınız?’ deme hakkımız olmalıdır!  Hülasa-i kelåm; artık bizlere cevap nedir vermeyen, veremeyen, veremeyecek olan o ‘eski’ formlar adeta, müzede kendi rafında duran nadide antika eserler misali bir kutsanmaya gerek bıraktırmadan hak ettiği saygıyı beklercesine durabilmelidir! Ki, mesajımızı ‘asrın idrakine’ nakşetmeliyiz!

Yeni bir ‘mesele’ olarak ‘Kurtuluş teolojisi’: Kurtuluş teolojisi İslam’la metinsel, tarihi, toplumsal vs. hiçbir ilişkisi bulunmayan ve ideolojiler çağında, o çağın ruhuna uygunluk arzedici bir şekilde,  Latin Amerika’da Maksizme yakın duran Kurtuluş Kilisesi çerçevesinde oluşmuş bir ideolojidir. Marksizme olan yakınlığı hasebiyle içerisinde evrensel bir değeri pek barındırmayan ve aynı zamanda da tevhidi kimliği sonrası Hırıstiyanlığa evrilen İseviliğin özellikle de Katolikliğin aşırı kutsalcılığı sonucunda insanlık için umut olmaktan çıkan bir dini serüvenin sonuçta insanlığa mutluluk getirmesi düşünülen çırpınışlarıdır! Birde Karl Marks’ın hiçbir tevile gerek bıraktırmayan o ‘ilerlemeci tarih ve toplum öngörüsü’ne uygunluk gösteren ve din unsurunu –puta tapıcılıktan, tevhidi özü barındıran İslam’a kadar- toplumsal hayattan tamamen dışlamaya yönelik çabalar çerçevesinde “din halkların afyonudur!”(*) yollu ve kendince kesinlik ihtiva eden yargısı aslında kurtuluş teolojisini de anlamsız kılmaktadır.

Biz yukarıda zikrettiğimiz bağlam dışında sade bir şekilde sadece şu iki hususu zikredebiliriz; a)Kurtarıcılardan kurtulmak, b)Hakiki bir özgürlük ve kurtuluş için salt ruhçu(spirütüel) ve materyalist felsefi temellere dayanan yönelimlerden ‘beri’ olmak! “Sana ruhtan sorarlar; de ki “Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir.”(İsra;17/85) Rahman Suresi 1’den 7.ayete kadar bir göz attığımızda Rahman olan’ın “Kur’an’ı öğretmesi, insanı yaratması, ona beyanı ve maksadı anlatması, güneşin ve ayın belli bir hesaba göre hareket etmesi, bitkilerin ve ağaçların O’na secde etmesi ve son olarak ta ‘Göğü yükseltmesi ve mizanı/ölçü/terazi/ koyması” haliyle de gerek geçmiş asırlarda yaşamış ‘dehri’leri ve gerekse de çağımızda yaşarken materyalist eğilime sahip materyalist taraftarlarını materyalizm  bağlamında uydurula  gelen argümanları ellerinden almakta ve onu, yani materyalizmi uydurula gelen sözde ‘bilimsel’ temele dayandırılan çağdaş bir hurafe kabilinden değerlendirmekte ve aynı zamanda da değersiz kılmaktadır! Materyalizm kendiliğindenci bir yaratımcı öngörüye sahip olduğundan dünyanın ve kainatın içerisinde bulunan bilumum varlıklarla Allah tarafından yaratılma hadisesine şüphe ile bakar ve onu yalanlar. O “Allah hiçbir şey yaratmadı!” der ve işin içerisinden çıkmaya, sıyrılmaya çalışır! Ama ya Allah her şeyin yaratıcısı ise?!!

Şimdi soralım; Allah’tan gayri güçlere iman etmemek, boyun eğmemek ve sekülerleşmemek ve İslam’a uygun bir özgürlük teolojisi çerçevesinden olaya baktığımızda ‘İslami Sol’ olarak formüle edilen yeni ideolojinin ‘var’ denilen ya da oluşturulmaya çalışılan teolojisi nasıl bir teolojidir ve hangi zemin üzre durur; tevhid temelli mi, yoksa frofan/din dışı temelli mi? Ayrıca İslami solun düşünsel serüveninde yer ettiğini bildiğimiz ‘Aydınlanmacı İslam’ terkibi neyi ihtiva etmektedir; Kur’ani hakikatleri mi, yoksa batı öykünmeciliğini mi? Ayrıca Türkiye gibi batıcı rüzgarlara daima açık hale getirilmiş bazı İslam ülkelerinde –Mısır, Tunus, Cezayir vs.- kendilerine sürekli toplumsal ve sınıfsal taban arayışı içerisinde olan sosyalist solun –dirsek temasında olunduğu için- bu konuda muradı nedir; iki ayrı farklı ve ciddiyete uygun nitelikli ilişkileri önceleyen hakka ve hukuka dayalı(*) birer yapılar  mı; yoksa ‘mali hülya’ kabilinden kendi geleceklerini oluşturmada sair rüzgarlara açık hale gelen, belki de bir proje gereği ilerlemeci bir çizgiye getirilmeye çalışılan hakşinaş(!) solcu Müslümanların(!) feragatinin sonucu olan bir çaba mı? Kısacası bu durum temelli bir farklılık, ayrılık mı; örtüşme mi? Bunu apaçık bir şekilde ifade etmek elzem olmaktadır!

İslami Sol’da duran zevata bazı sorular…

a)İslam’ın salt ekonomi-politik yönü mü söz konusudur;

b)Temel kriter yine salt madde midir;

c)İslam sizce Allah’ın murat ettiği üzre ilahi temelden ve o bağlamdan arındırılmış bir din olarak mı vahyolundu;

d)Yoksa herkesin, herkesimin anlayışı çerçevesinde oluşan yorumlar İslåm’n bizzat kendi görüşü olarak mı değerlendirilmelidir;

e)Yaratıcıyı, Allah’ı inkårı baz alan sair ideolojiler –sosyalizm, komünizm  vs.-  İslam’la kardeş sayılabilirler mi acaba;

f)Sanayi devrimi sonrası batı/Avrupa’da ivme kazanan kapitalist üretime yönelik olarak kaynak arayışı sonucunda ‘doğunun sömürülmesi’ mevzuu bilinen bir gerçektir. Aralarında bazı nüans farklılıkları da olsa batı tandaslı tüm ideolojik yapılar adeta kaderci bir mantık içerisinde gidişata uygun söylemleriyle katkı sunmaya çalıştılar. Ör. Karl Marks’ın İngiltere’nin Hindistan’ı işgalinde vuku bulan yaklaşık kırk bin dokuma ustasının ellerinin bileklerinden kesilme hadisesini normal karşıladığı söylenir.(**) Diğerleri gibi Marks’a göre de bir yaratıcının varlığını tümden yadsıyıcı temellere ve saiklere dayanan ‘ilerlemeci tarih ve toplum anlayışı’ sonucunda batının doğuyu işgali elzem ve gerekli olacak, yer altı ve yer üstü kaynakları batıya aktarılacak, akabinde sanayi gelişme kaydedecek, onunla birlikte kapitalist sistem  gelişim gösterecek, sanayinin gelişimiyle birlikte kırsal kesinden şehirlere, daha doğrusu yürürlükteki sistemin yapısına uygun bir şekilde tanzim edilecek sanayi bölgelerine/kentlerine ‘çiftçilikten işçiliğe’ adım atan ve az çok nitelik kazanan bir işçi sınıfı oluşacak; bu oluşumla birlikte kapitalist sınıfın üretimden elde ettiği, fakat adil bir paylaşım ve bölüşümden ziyade artık değer olarak kapitalistlerin cebine akan paradan, maddi birikimden dolayı oluşan eşitsizlik olgusu ister istemez iki ayrı sınıfın da oluşumunda başat bir rol oynayacaktı. Oynaması gerekirdi!

İşte adeta bir mecburiyet sonucu oluşan durum yine ilerlemecilik açısından bakıldığında sair ideolojik kalıplar gibi sonuçta işçi sınıfının doğal bir silsile sonucu(!) vereceği olası kapitalizme karşı sosyalist mücadele daha sonra ise bir üst aşama olan ve kesinkes sınıfsızlığın finali olan komünist noktaya varacaktı! İşte sonuçta ‘İslam’da beşeridir’ deyip onu salt ekonomik-politik kaygılarla materyalist temelli bir kalıba sokmaya çalışan ve adına da ‘İslami Sol’ denen anlayışa sahip bazı arkadaşlar ilerlemeci tarih ve toplum öngörüsünü eşyanın hakikati bağlamında vazgeçilmez olarak mı değerlendiriyorlar;

f/1)Hakikat arayışında bulunduğuna şahit olduğumuz bazı sol/sosyalist çevreler İslam olgusuna bütüncül değil de neden parçacı bir şekilde yaklaşmayı tercih etmektedirler? Yada şöyle diyelim; kendi İslami bağlamından koparılıp salt bir ‘İslåmcı  ve de anarşist’ bir durumda değerlendirilip üzerinden  hırpalamaya ve düpedüz vurmaya çalışılan Ebuzer, o arkadaşlarımız açısından bir sahabe mi, yoksa o sosyalist kesimlerle kurulması düşünülen ilişkilerde ortak bir paydayı teşkil eden salt bir şahsiyet mi;

f/2)Aydınlanmacı temeli olan bir silsile içerisinde tevhidi boyutu olmayan ideolojiler sizce, sahiden sahiciliği mi çağrıştırıyor acaba?

g)Mülk konusuna değinirken Kur’an ortada olduğu halde neden bütünlüğü yürürlükten kalkmış bulunan İncil ve Tevrat gibi kaynaklara başvuruluyor. Ki, o kaynaklar boyutları hayli çok olan tahrif temelinde bizlere hayatımızın her evresinde Kur’an gibi usul nedir sunuyorlar mı ki, bu kaynakları alıp baş tacı ediyoruz?

g/1)bu tür bir yöntemle Latin Amerika’da faaliyette bulunan Kurtuluş Kilisesi’nin yaptığı gibi İslami Sol’a yakın duran bazı arkadaşlarda o ‘kutsal’ kitapların sosyalist-komünist ayetlerinden(!) ilham alıp(!)yepyeni bir teolojinin temellerini mi atıyorlar acaba?!

h)Son dönemlerde bazı arkadaşların söylemlerinde açığa çıkan ‘klasik İslamcılık’ vurgusundan ve o klasik İslamcı cenahta durduğu düşünülen kişiler bahsinde kimler kastedilmektedir;(***)

h/1)İslam dünyasının topyekun yeniden uyanışı, dirilişi ve kurtuluşunu baz alan İslamcılık söylemini iktisadi konuda –temelsiz bir şekilde- eleştiriye tutmak, vakayı anlamakla ‘ne kadar’ ilişkilendirilebilir;

h/2)2Uyanışı, dirilişi ve kurtuluşu’ baz alan İslamcı dünya görüşüne sahip insanların hemen hepsi  zaten geleneksel çevreler tarafından on yıllardır ‘insafsızca’ eleştirilmektedirler. Bu yetmezmiş gibi kendilerini zimnen de olsa ‘modernist İslamcı’ olarak anabileceğimiz insanlar tarafında da eleştiriye tabi tutuldukları ortada! Gelenekçileri anlamak mümkün, ya klasik İslamcı(!) karşıtı çağdaş İslamcılar(!) bu reel zeminde hangi değirmene su taşımaktadırlar;

i)Ha bire eleştirilen İslamcıları “tevhid, adalet ve özgürlük” şiarı içerisinde bulundukları bu ülkede yöntem olarak ceberut, ideolojik anlamda Kemalist oligarşik, Türkçü/ulusalcı ve seküler/laik sisteme karşı bir mücadele veriyorlar iken –eleştiriyi yer yer hak etseler bile- tabir yerindeyse “vay sizin şununuz şöyle; vay sizin bununuz böyle!” salvolarıyla haksız ve aynı zamanda da adalet kriterine uygun olmayan bir tarzda düpedüz saldırmanın bildik ve akl-ı selim bir izahı sizce mevcut mudur. Ki karşısında mücadele verilen Kemalist oligarşi bu ülkede yaklaşık seksen, doksan yıldır hayatın her alanında alabildiğince hissedilen zulümlerin kaynağı iken?

j)Türkiye toplumunu ve Türkiye halk/lar/ını baştan beri modernleştirme bağlamında jakoben bir anlayışla sindirmeye çalışan ve bu uğurda Müslüman kitleyi ‘irticai’ kefeye oturtup onun yok sayan, Kürt halkının varlığını inkår sadedinde kimliğini eritme politikalarını ‘kan ve gözyaşı’ pahasına pey der pey uygulayan ve bununla da kalmayıp batı standardında kavim gerçeğini ve ümmet olgusunu ‘bilimsellik içre’ yok sayıcı tarzda bir ‘ulus’ formunu kotarmaya çalışan silahlı ve silahsız Kemalist oligarşiye karşı kayda değer hiçbir çabanız bugüne dek söz konusu oldu mu;

k)Yeniden İslamlaşmanın başladığı var sayılan son yirmi yıllık süreçte göreceli de olsa toplumsal gelişimi ‘peşi gelir!’ var sayımıyla 28 Şubatlarla durdurmak için akla hayale gelmedik saçmalıkları kanun diye ortaya koymaya çalışan ordunun ve sivil uzantılarının zulümlerini bertaraf etmek ve militer/laik diktayı geriletmek için  hafızalarda yer etmiş ciddi bir çaba sarfettiniz mi, yok ise neden;

l)İslami bir şiar olan, aynı zamanda da Müslüman kadının kimliği sayılan başörtüsü ile ilgili verilen mücadelelere en azından omuz verdiniz mi;

m)Periyodik olarak süregelen bazı –Milli Güvenlik Kurulu’nun lağvedilmesi, Milli Güvenlik derslerini kaldırılması- konularda toplumsal taleplere tercüman oldunuz mu;

n)Yoksa bunları es geçip, fürüaattan addedip entelektüel bilgi birikiminizi -eğer eleştirmek gerekirse bile- içerisinden çıktığınızı belirttiğiniz mahallenin bazı itikad ve iktisad temelli yanlışlarına(!) ve aynı zamanda da yeni mahallenizde başkalarının himmetiyle oluşturmaya çalıştığınız donelerinizle huzurlu ve mutlu bir hayat mı sürdürüyorsunuz?...

Nihayetinde soruları bu reel zeminde çoğaltmak mümkün. Fakat biz bu kadarıyla yetinme ihtiyacı hissettik. Eğer sormaya çalıştığımız bu sorular sizleri nedir ilgilendirmiyorsa cevaplamak zorunda değilsinizdir! İnşaallah diri zihinlerde karşılığını bulur veselam…

NOT: Bundan sonra kaleme almayı düşündüğümüz yazımızda inşallah konuyu ekonomi-politik düzlemde değerlendirmeyi düşünüyoruz. İslam salt beşeri ve sadece ve sadece ekonomi-politik bir kurgu mudur? Olaya birde bu açıdan bakmaya çalışacağız…

Dipnotlar: (*)’Din halkların afyonudur!’ ifadesi tevhidi özü çoktan ortadan kalkan Hırıitiyanlığın en önemli mezhebi formu olan Katolikliğin ruhbanvari  uygulamalarından kalkılarak kendi öznel ortamında din dışı bir telakki olan Marksizmin kaba bir yorumuna dek düşer!

(**)Burada şunu belirtmek gerekir; Bu görüş insanlık tarihi açısından bir hayli taraftar bulan ama hakikat bağlamında gerçek bir değeri olmayan hem ‘şaz’ bir görüş ve hem de ‘şeytanın kendisine uyan’; Kur’an’ın ifadesiyle ‘her gün batıla batıp çıkan’ yığınların sözde bilimsellik adı altında kotarmaya çalıştıkları yanıltıcı ve hakktan uzaklaştırıcı bir durumdur…

(***)Bir defa İslamcılık her zaman ve her zeminde var olan sorunlara azami çözümler üretmeyi önceleyen ve kendini İslam’a nisbet eden bir dünya görüşüdür! Emperyalizme karşı duruşundan, yerelde oligarşik yapılara kadar zorba anlayışlarla mücadeleyi her şeyden önce Allah rızasını temin için vermeye çalışır, çabalar! Bunun muhataplarınca bilinmediğini sanmak saf dillik olur! Klasik İslamcılık olarak tesmiye ettiğiniz durum açıkça belirtmek gerekirse bazılarının yerine göre sözde bir İslamcılık içerisinde, yerine göre de başka bir form içerisinde bulunmaları olayın net olarak görünmesini perdeliyor. İslamcılık yerine önerilen ‘Yeni İslamcılık; bir yanda liberal hegemonyanın ve o hegemonyaya teşne olup kendini kurtarmaya çalışan ‘bazı’ yerel iktidarların dini bir kullanıma sunma arefesinde bağlam olarak şeriattan koparılmış bir tarzda ‘ilgilisince’ kotarılmaya çalışılan nevzuhur bir ideolojik garabetler toplamından ibaret bir yapıdır!