Said ALİOĞLU
ULUS-DEVLET PARTİSİ CHP
Oligarşi; Kemalist oligarşik yapı ve ‘CHP’nin bir serencamı…
Oligarşi nedir?..
Oligarşi; “Yunanca kökenli bir siyaset terimi olarak birkaç kişinin, küçük bir grubun, bir takımın idaresi…” şeklinde özetlenebilir. Ayrıca kategorik açıdan tekin çıkarım amaçlayan tiranlığı da zenginlerin çıkarını amaçlayan oligarşik çerçevede değerlendirilebilir. Olaya bu tanımlardan baktığımızda insanlık tarihinde çok kez uygulanma durumu yakalamış ve temel esprisi açısından da mutlak bir eşitsizliği baz alan bir yapısal durumu ele verir…
Oligarşi kavramını Kur’an’da “ülkede fesat çıkarak dokuzlu çete” şeklinde alıp değerlendirdiğimizde kısaca “F.K.B” rümuzuyla belirtmeye çalışabileceğimiz durum ‘yönetici- sivil/asker; sermaye sınıfı ve din adamı –günümüzde de akademisyenler, devletlu aydınlar vs..” bir kategori içerisinde ele alınıp mülahaza edilebilir. Yukarıda zikrettiğimiz ayetten yola çıkıp olguya baktığımızda Kur’an o ayette vurgulandığı üzre Salih(as.)’ın kavminden olan “ateşe çağıran liderler/elebaşıları” olgusunu belirtip apaçık bir şekilde Firavun yönetiminden bahsetmektedir; “Şehirde dokuzlu bir çete vardı, yeryüzünde bozgunluk çıkarıyorlar ve dirlik, düzenlik bırakmıyorlardı.” Yine Kasas suresinde Allah’ın mustazaflara –güçsüz bırakılanlar- yönelik olarak ‘onları yeryüzünde mirasçılar kılma’ isteği ve bu istekle birlikte kendisine karşı tekebbürü –büyüklenme- ve Firavunla birlikte adlarını andığı çete ortaklarının belirtici durumu oligarşinin gayr-i tevhidi, zulüm ve ifsad temelli en eski geleneklerden bir gelenek olduğunu apaçık ortaya koymakla kalmayıp oligarşinin sacayağını oluşturan sınıflara mensup insanları da dünyada yapıp ettiklerinden dolayı ‘ateşe çağırıcı önderler’ kategorisine alıp şöyle demektedir; “Biz onları ateşe çağıran önderler kıldık; kıyamet günü yardım görmezler. Bu dünya hayatında arkalarına lanet düşürdük; kıyåmet gününde de, kendisinden nefret edilen ve çirkinleştirilmiş olanlardır.”(Kasas;28/41-42)
Oligarşi kavramının bilimsel temelde kadim Yunan felsefesinde önemli yer tutmuş devlet ve yönetim biçimleri tartışmalarından mülhem olarak ve o kavrama uygunluk içerisinde ele gelen vakıadan yola çıkarak oluşumu açısından kendisini birde Kur’an üzerinden maksat hasıl olsun diye ele almaya çalıştık. Sanılmasın ki dünden bugüne yönetim bağlamında sadece oligarşi denilen olgunun kendisi var olan zulümlere kaynaklık teşkil etmiştir! Aksine günümüz liberal dünyasında bir hayli yer tutan sözde çoğulcu, demokratik ve paylaşım anlamında görece adil yönetimlerin bizzat kendileri bile iğneden ipliğe Kur’an terazisine vurulduğunda o da kendi sistematiği açısından eksiklik, hata ve yer yer de zulüm içre olabilmektedir sonuçta… O da nihayetinde bu varlığı açısından oluşan duruma belirgin bir rasyonelite içerisinde, salt akılcı davranarak varmıştır! O sistemler mutlaka oligarşi türü içe kapanık yönetim biçimlerinden iyidirler ama, bu iyilik hayra tekabül etmeyince gerek Kemalistlerin yönetimi olsun, gerekse de on milyonlarca insanın batıldan kalkılarak oluşturduğu sair –faşist, komünist, mezhepçi vs.- yönetimler olsun; temel de pek bir farklılık olmasa gerek haddizatında! Temelde başına buyrukçu, yasacı ve hukuki değil, salt kanuncu yönü olan katı ve jakoben yönetim biçimleri vs. vs…
Olaya oligarşinin kendi kavramsal ve süregelen yönetsel açılarından baktığımızda Kemalist oligarşi dediğimiz olgunun kendisi ümmetten ulusa evrimle sürecinde sözde on milyonlarca Türk adına(!) en evvel sisteme yanaşık duran ve onun boyasına boyanıp kalan iktisadi gruplara yeni kurulan rejimin maddeten tahkim edilme olayında verilmesi elzem olan görev neyse bir oligarşik yapının sacayaklarını oluşturan diğer alanlarda da verilemesi olası görevlerde aynı mantık ve mantalite örgüsünden alabildiğince izler taşır. Hele bu izler de, çağdaş(!) batı temelli yaşamsal kurgular, işin esasını oluşturuyor ve giderek hayatın her alanında pey der pey hissedilecekse proje kurgular baz alınarak, kullanılmak üzere hazır bekletilmektedir! Asla bir rastlantı ve mecburiyet ölçüsü olmadan ardı ardına sökün eden devrimler –Harf, kılık-kıyafet vs.- batıcı yönü ağır basan bir yöne işaret etmektedir. Cumhuriyetin daha ilk yıllarında Kemalist oligarşi geniş halk yığınlarının batılılaştırılmasında adeta tüm imkånlarını seferber etmiş durumdaydı. Halkevleri, balolar, yeni usul sosyete merasimleri(!) Köy Enstitüleri; ayağı çarıklı cumhuriyet sevdalılarının(!) başkent Ankara’nın göbeği sayılan Ulus gibi kalbur üstü semtlere nedir alınmamaları vs…
Modern dönemleri yaşadığımızdan olacak ki Kemalist oligarşi tarihte hüküm icra eden sair oligarşik yapılar söz konusu edileceğinde bir takım benzerlikler ve aynı zamanda da bazı farklılıklara sahip olduğu görülür. Klasik dönemlerde belki de iktidarların ellerinde çapı belli ve sınırlı bir kullanım alanı bulunan araçlar söz konusu olduğundan ve bu araçların mahiyeti itibarıyla da dar bir çerçevede kulları(!) kontrol makamında oluşundan besbelli ki hareket alanları kendi öngörülerinin hep altında kalmıştır. Düşünün Makedon imparator Aleksandr(İskender)batıdan doğuya bir uçtan uca, hakimiyet kurmasına ve her gittiği yerde Helen kültürün tohumlarını ustalıkla ekmesine rağmen, modern dönem yönetimlerin elde ettiği başarıları ele alınıp değerlendirildiğinde eskilerin oligarşik kazanımlarını bu kadar elde edemedikleri görülür! Kemalist oligarşinin en önemli avantajı yirminci yüzyılın başlarında salt ırk temeline dayanan Ari ırk formunu –Almancı dizayn- kabul edişi ve onun üzerinden de modernizmle birlikte esen konjönktür rüzgarını da arkasına alması oluşur!
İşte Almancı formdan apartılan ulus bazlı toplum mühendisliği, adı o dönem pek konulamasa da günümüzde selefleri tarafından ordunun –kadim- modernleştirici gayretleriyle her açıdan geriye dönüş rizkine rağmen on yılda bir ortaya konan darbelerle, post-modern darbelerle, muhtıralarla, e-muhtıralarla yaşatılmak istenmektedir! Bu oligarşik yapı adeta neredeyse on yılda bir elden geçirilmekte ve hiçbir eksiği gediği yokmuşçasına baş tacı edilmekte ve düşman konseptinde bir hayli işe yaramaktadır… Gerçi bu gerekçeyle de üretile gelen ‘dört bir tarafımız düşmanla çevrili’ söylemi, baştan beri kendilerinin ilerleme adına ölçü aldıkları Batılı güçlerin zihinsel ve ideolojik farklılaşmalar ve süregelen değişimler sair batılı güçlerin elde etmeye çalıştıkları ‘olumlu’ gidişata bilerek ve inatla ayak uydurmama mücadelesi kendilerini ilk önce adresi belirlenmiş ‘bir’ değişime icbar edilen geniş halk yığınları arasında yabancı ve düşman bir konuma itmekte ve ayrıca da dünyanın maskarası olmasını engelleyememektedir…
Kısacası yirminci yüz yıl başlarında jakobenliği baz alan batılı güçler geldikleri nokta açısından çıkarlarına uygunluk içerisinde liberalizm gibi ideolojileri, yaşamsal temelleri tahkim edip geleceklerini başka bir form içerisinde yeniden oluşturma çabaları içerisine girdikleri bir vasatta Kemalist oligarşik güçler eskiyen rağbet etmeyi marifet sanmayı ısrarla sürdürmektedirler. Ki oligarşik bir yapı olduklarından olası bir değişim düşüncesi adına Türklük denen rüyanın da sonu olabileceğinden yola çıkılarak başlarda rağbet ettikleri ilerici doneleri, kendilerine özgü bir gericilikle telif etme yoluna başvurmaktadırlar…
‘Ulus - devlet’ kurgusu üzerine…
CHP’ye eskiden beri ‘devlet kuran parti’ nazarıyla bakılır. Bu yargı bir açıdan doğrudur ve vakıaya Osmanlı sonrası gelişmeler çerçevesinden bakıldığında yönetim biçimi sözde cumhuriyet olan, aynı zamanda karşımıza eskiyle şekilsel bağlam dışında bir bağı nedir olmayan devlet-parti yapısı çıkar. Ümmetten ulusa evrilme aşamasında modern argümanları baz alıp kendini tahkim eden ulusalcı bir form karşımıza çıkar. Burada bildiğimiz sair ideolojik olgulardan apayrı bir yapı söz konusudur artık! Yeni kurulan devlet Türklük bağlamında o dönemler hayli revaçta olan doğu araştırmaları –oryantalizm- çerçevesinde antik temelli ve Orta Asya merkezli olarak belirginleştirilmek istenen sarı ırk unsuru, daha doğrusu Oğuz kavmi baz alınarak Anadolu topraklarında kökenleri var sayılan ‘sözde’ çalışmalara dayandırılarak oluşturulmak istenen bir devlet şeklinde ibarettir. Burada sal ideolojik doneler yerini o dönemin başat unsurlarından sayılan ulus formuna bırakmıştı. Nihayetinde devlet artık bir Türk devletiydi! Bu meyanda inançtan kültüre; ekonomiden, eğitime hayatın her alanında otoritesi, etkisi ve hissedilir belirgin bir baskısı kesinlik kazanan türedi bir devlet yapısı söz konusuydu.
Nice evrelerden geçen, nice ilmi kaziyeler sonucunda yüzlerce yıldır süregelen insanlık tarihinden imbik, imbik süzülen dünya görüşlerinin ve sair ideolojilerin yapı kurucu yönlerinin ortaya çıkardığı devlet yapıları aydınlanma çağı akabinde, sömürü sathının tüm yeryüzünü kaplamasının bir nevi altyapısı sayılan milliyetçi/ulusalcı dünya görüşünün start almasıyla birlikte adeta eski dünyanın eskide kalması düşünülen devlet yapıları olarak değerlendirilmeye başlandı. Ne var ki hem o dönem ilham alınan Ari ırkı unsurunu baz alan Almancı devlet yapısı ve onun bir nevi ruh ikizi sayılması icap eden Türk devleti eski formlardan bir form olan oligarşik devlet yapısını alıp aynen uygulama sahnesine koydu...
İşte o dönemin konjönktürel şartları içerisinde oluşturulan CHP’de 1950 sonrası uzunca yıllar iktidar yüzü göremeyince de kendisine tevarüs eden oligarşik yapıyı her tür durumdan yararlanarak muhalefet sıralarında bile korumaya çalıştı. Burada ironi yaparak söylersek; “Halk plajları doldurdu, vatandaş yüzemedi!” esprisi o oligarşik zihniyeti alabildiğince ele vermeye halen de devam etmektedir…
Alman tipini temel alan ulus-devlet ya da parti-devlet…
Cumhuriyetin kurucu kadrosu o dönem batıda baskın olan yönelimlerden sayılan ve Irk esasına dayanan –Ari ırk teorisi- Alman tipi ulusçuluk ve buna bağlı olarak aynı mantık silsilesi içerisinde bir yönetim düşüncesini baz almıştı. Belki de büyük oranda kültür temeline dayanan Anglo-sakson/İngiliz tipi/ modelini baz alsaydı, üretile gelen Türkçülük ideolojisi bir kesinlik içre, devlet ve yönetim şekline dönüşmeyebilirdi. Ör. Mustafa Kemal Türklerin atası olarak değerlendirilmezdi; ömür boyu başkomutan sayılmazdı; daha sonra da İnönü ‘Milli Şef’ nedir ilan edilmezdi vs. vs.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi mehaz alınan Almancı görüşle birlikte var olan ve diğerine nazaran daha özgürlükçü, kendi öznel şartları içerisinde daha demokrat ve kısmen de olsa halklar mozaiğine dayanan Anglo-sakson düşünce temeli baz alınsaydı adına ‘Türkiye’ denilen topraklarda durumlar daha farklı olabilirdi.
Tarih boyunca kurucu felsefe açısından iki tür devlet yapısı söz konusu olmuştur hep: 1)Geniş halk yığınlarının da içerisinde bulunduğu; çeşitli toplumsal katmanların, sivil ve resmi konumda var olan kurumların ve ayrıca da toplumsal kanaat önderlerinin görüşüne başvurulup, o başvurma sonucunda oluşturulan devlet. Ör. Osmanlılar vs. 2)Geniş halk yığınlarının aksine, ekseriyette de ideolojik azınlığı oluşturan ve aynı zamanda da halktan gizli gündemleri olan, o halkın var olan ve süregelen değerlerine –din, kültürel, sosyal vs.- tamamen yabancı, aksine toplumun çoğunluğunu kendi ideolojik formasyonunu işletecek şekilde ötekileştirici ve dönüştürücü yönü bulunan kararları jakoben tarzda bir devlet oluşturma adına ortaya konularak temellenen devlet. Ör. T.C. Devleti; mezhep temelli ve ayrıca günümüzde bolca örneği görülen faşist ve komünist tipi devletler…
“Sözde özgürlükçü, özde ise jakoben” CHP’nin “sanal” argümanlarına dair…
İşte yirmi yedi yıllık tek parti iktidarı sürecinde yönetim anlamında katı Kemalist ve faşist, salt ekmeğin karneye bağlanması sadedinden yola çıkıp söylersek bile ekonomik uygulamalarında soğuk savaş döneminin komünist planlarını neredeyse birebir uygulayan CHP kendisine karşı dipten gelen ve sessiz yığınların haklı isyanlarını birebir yansıtan dalgaların sonucu oluşan karşı devrimle -DP iktidarı- birlikte iktidarını kaybetmiş oldu! Yaklaşık on küsur yıl kendisine milletçe uygun görülen muhalefet sıralarında kalan CHP ilk elde olması düşünülen sivil anlayışın zıddına hareket ederek oligarşinin başı sayılan ordu sayesinde 27 Mayıs askeri darbesi sonucunda tekrardan iktidar nimetiyle hemhal oldu! Ve çok gariptir ki bu süreçte Nazizm karakterine sahip CHP birden özgürlükçü, halkçı ve solcu olmuştu!
Devrimin akabinde yapılan 62 Anayasası 24 Anayasası’ndan daha geride; 12 Eylül Anayasası’ndan ise görece de olsa özgürlükçü sayılabilirdi. CHP mutlaka otoriterliğini sürdürdüğü yirmi yedi yıllık ‘tek parti’ iktidarı döneminde kendi öznel ve subjektif şartları mucibince Kemalizm’le neredeyse sathi olarak birlikte var olan ve daha sonra ise onun gölgesinde palazlanan sol akımlara bir nevi tercüman olmuş ve gelecekte düşünülen toplum idealine uygun bir zihin yapısı inşa sürecinde hayli etkili olmuştu. Bu yüzdendir ki her ne kadar biz CHP’yi katı otoriter ve karşı özgürlükçü olarak görsek de başta CHP saflarından başlayarak çeşitli sol akımlara kadar bir çok yapıda günümüze kadar ilgi görmüştür. CHP Türkiye siyasi atmosferinde uzun bir dönem iktidar koltuğunda oturamadığı halde, ana muhalefette bile bulunması bile ‘sözde’ bir karşı devrimi temsil eden gerici güçlerin(!) önlerindeki en büyük ve ilerici engel olarak mutalåa edilmektedir.
Bu yargının zamanla salt rejim karşıtı ‘bazı’ sol kesimlerde ilgi görmemesi, ya da büyük oranda kırılması, çoğu kez istisnai kalmakla birlikte CHP’nin sözde bazı ileri söylemleri tepe tepe kullanan bir burjuva partisi imajının halen de devam ettğini ortaya koymaktadır. Manzaraya baktığımızda; Eğer CHP’nin başta ulusalcı ve kapitalist, daha sonra ise o çizgi –Kapitalist- üzre küresel sermayeye eklemlenmesi, akabinde de emperyalizme bir nevi ‘İstemez! Yan cebime koy!’ misali karışık söylemlerle destek çıkması ister istemez kendini mevcut sistemle hemhal olmadan salt sosyalist umdelerle mücadele eden bazı partiler ve çevreleri teyakkuz halinde belki de sistem belasına bulaşmaktan alı koymaktadır. Keza bu durum İslami/İslamcı cenahta da sisteme dahil olmak isteyen ve olan; birde dahil olmak istemeyen ve sonuçta da dahil olmayan, bileksi o yapıya karşı duran örnekleri ortaya koymaktadır süreç içerisinde…
Bir sistem partisi olan CHP’nin ara ara yerel ve küresel ölçekte esen sol/sosyalist rüzgarlara bakıp kendini koca bir kitlesiyle birlikte solun içerisinde görücü; ya da tersinden söylersek ontolojik, siyasi ve süregelen yaşam pratiği anlamında kendilerini sol/sosyalist bir partinin içerisinde görmeye alışkın tavan olarak kısmen aydınlanmacı, laik, seküler ve Kemalist; yerine göre de ‘dindar’ kitle nasıl bir handikap içerisinde duruyor ise; bu handikap başta sistem içerisinde bulunan milliyetçi, muhafazakår, ‘muhafazakâr demokrat’ ve millici karakteri belirgin ve baskın olan partilere yoğun ilgi gösteren yurdumum Müslümanlarının(!) durumu da temelde aynıdır! O sistem partilerinin farklı ideolojik söylem ve ontolojik temellerine rağmen yurdum insanının onlara rağbet göstermede ki gayreti, hissiyatı ve siyasi basireti(!) göz yaşartacak cinstendir! Kendi konumumuz ve durumumuz açısından söylersek, bir mecburiyete binaen partisel, siyasal, kültürel, ekonomik vb. alanlarda ‘sistem içi araçlar’dan yararlanabilme gerekçesi asl’a irca edilmiş olmaktadır maalesef…
Genel anlamda ‘Müslüman’ ve zamanla muhafazakårlaşan seçmen kitlesinin kendi beğenisine sunulup bir nevi kurtarıcı saikiyle değerlendirilmesi istenen partiler gibi diğer cenah içinde hem kurtarıcı ve hem de sol olduğu üzerine basa basa vurgulanan CHP’nin şahsında belirginleşen sanal tahayyül, birde arkasına aldığı dış konjönktürel hava sonucunda yetmişli yıllar boyunca altın çağını yaşadığını teslim etmemiz gereken genel sol/sosyalist hareketlerin gölgesinde ve birazcık ta ‘Karaoğlan’ lakaplı Bülent Ecevit’in şahsında ‘ortanın solu’ tanımlaması öngörüsü içerisinde, aynı zamanda da ne gariptir ki bir devlet partisi olan CHP solculuğu da aşar mahiyette sosyalist zeminde hiç zorlanmadan kendine yer buluyordu! Velhasıl Nazist karakterli bir parti nasıl sol, sosyalist bir parti oluveriyordu, bunu anlamak hepten mümkün değildi!!!
Not: Bu serimizin ikinci yazısında Kemalizm’in ve CHP’nin -var ise- sol argümanlarını serdetmeye çalışacağız…