Yasin AYDOĞAN

22 Mayıs 2016

DİN GÖREVLİSİ YOK, İSLAM'IN İNSANI VAR

Kilisenin, Hıristiyanca anlayışın izleri hala toplumda varlığını-etkisini sürdürüyor. Kullandığımız kavramları nedense pek seçmiyor, seçmeden kullanıyoruz. Bu kavramların, muhatabın zihninde nasıl bir algıya dönüşeceğini hesap etmeden kullanıyoruz.
 
Kur’an bize İslam’ın insanından bahsediyor. İslam’ın insanını inşa etme direktifleri-hükümleri sunuyor. Kur’an yaratılan tüm kulların yaratıcı olan Allah’ın muhatabı olduğunu söylüyor. Kur’an hiçbir sınıf-statü-cins ayrımı gözetmeden herkese hitap ediyor. İlahi hitap tüm kulların saadetini esas alacak hükümler beyan ediyor. İlahi hitabın muhatabı olarak Ebu cehil ile Ebu Bekir arasında fark olmadığını ihsas-ihtar ediyor. Hz. Ömer ne kadar mükellefse Hz. Bilal de, Hz. Habbab da Hz. Sümeyye de o kadar mükellef diyor. Hatta peygamber gönderilen toplumlara sorulacağı gibi, görevli kılınan peygamberlere dahi hesap sorulacağını ayan beyan ortaya koyuyor.
 
Çünkü Rabbimiz Kur’an’da “Ey iman edenler” buyururken kimseyi dışarıda tutmuyor her insana, her akıl sahibine çağrıda bulunuyor.
 
Hemen hatırlayalım efendimizi övgüde aşırı giden birine efendimizin söylediklerini “sen ne kötü bir hatipsin vallahi kıyamet günü bana nasıl muamele edileceğini ben dahi bilmiyorum”
 
İslam’ın insanı…
İslam’ın gerçekleştirmeye çalıştığı asıl şey budur işte.
Ya İslam’ın insanıyız ya da değiliz.
İslam’ın, insanı kökten değiştirme yolunda, özünde bulunan bu dinamik unsuru bozmaya çalışan şirk anlayışları kavramlar üzerinden tahribata girişiyorlar.
İslam’ın insanı yerine din adamı, din görevlisi, din hizmetlisi, gibi İslam’ın özüyle, aslıyla asla alakası olmayan yeni kavramlar icat ediyor ve bünyemize zerk ediyorlar.
 
Olan şu:
Evvela Din hayattan kovulmuş oluyor.
Din’e bir yer tahsis ediliyor, din’in alanları daraltılıyor.
 
Din, bir sınıfa indirgeniyor, bu sınıfta sözde din adamları. Zaten din, din adamı denen bu ne idüğü belirsiz sınıfa ait olursa şirkte hedefine varmış oluyor. Din adamı din’i(!) işleri deruhte eder, siyasete, ekonomiye, sosyal hayata karışmaz-karışamaz. Ama siyaset, servet, içtimai hayata vaziyet edenler din’e ve sözde onun adamına karışabilirler.
 
Din, topluma ait olmaktan çıkıyor, toplum mükellef sınıf kabul edilen din adamlarına yıkıveriyor işi ve kendisini soyutluyor. Böylece insanlar sorumlu olmadıklarını düşünmeye-zannetmeye başlıyorlar. 
 
Din (bütün bir hayatı kuşatan bir hakikat iken) özel bir mekana (cami, mescit) hapsediliyor.
 
Nükte olsun: Yıllarca kendisini Müslüman olarak tesmiye eden, aslında kendini kaybetmiş ama sonradan hidayet yoluna giren bir insan özüne-aslına rücu edipte namaza başladığında neden “hoca” lakabıyla anılmaya başlar. Hiç düşündünüz mü? Cevap şu: çünkü namazı hocalar-din adamları kılar. O da hoca oldu dolayısıyla o kılacak, biz hoca değiliz kılmasak da problem yok.
 
Din adamı tabirinin yol açtığı yıkıma basit bir örnektir bu.
 
Kendimizi putperest (Hıristiyan) anlayışların literatürüne ahmakça müşteri kılmak ne acı bir durum.
İslam’ı, kuşatıcı bir yaşam biçimi iken, özel merasimlerin, özel seansların hakim olduğu bir hayat tarzına indirgemek cinayettir. Bu da İslam’ın katili olmaktır.
 
Özel merasimlerin özel görevlileri, bu işi meslek addedip sırtlarını devlete, göbekten sisteme bağlıyor-bağlanıyor, kurtulduklarını sanıyorlar.
 
Ashab döneminde, hayat içerisinde kendisine asla yer bulamayan bu batıl (din adamı, din görevlisi, din hizmetlisi gibi) ifadeler bugün hayatımızda ne kadar da çok yer tutuyor.
 
Ashab döneminde, herkes - her şahıs İslam’ın insanı olmanın derdine düşer, bunun mücadelesini vermeye çalışırdı, şimdilerde bu iş sadece adına din adamı denen sınıfa havale ediliyor.
 
Ashab zamanında, insanlar bireysel mükellefiyetlerini eda ederken isimler önüne hiçbir lakap takmazlar-takılmazdı. Şimdi bizde hacca gider gitmez “hacı” namaza başladığınızda “hoca” olunuyor.
 
Sonradan yakıştırılmış-yapıştırılmış sun’i tüm etiketleri, bize sonradan giydirilmiş tüm üniformaları atmalı kendimizi asli değerlerimizle ifade etmeliyiz.
 
Düşüncelerimizi ifade ederken-etmeye çalışırken hakikate atıf yapmaya çalışmaktan başka hiçbir gayemiz olmamalıdır.
İslam, bizim dinimiz ve her şeyimizdir. Varoluş gayemizdir. Şanı yüce Rabbimizin bizim için inzal buyurduğu bir kuşatıcı hayat biçimidir. Her insan konumu ne olursa olsun aynı ölçüde-seviyede muhatap ve şartlar muvacehesinde mükelleftir.
 
Mescit hayatın kalbidir. Hayata kan pompalayan bir kalp mesabesindedir. Aktiftir, günceldir. Hayatın tüm alanları mescit eksenli şekillenmeli, yüzü oraya dönük olmalıdır. Mescidin içi ile dışı arasında fark yoktur, içerde alınan dışarıya taşınmalı hayata aksetmelidir. Dışarıda yaşanan da içeriyle bütünüyle örtüşmelidir. İç-dış örtüşmeli-uyuşmalı-tekleşmeli-birleşmelidir.
 
Adımız sadece Müslüman’dır, bu ismi Rabbimiz vermiştir, bunun dışında hiçbir isme onay verilmemelidir. Başkaca hiçbir isme de ihtiyacımız yoktur.
 
Din adamı yok, İslam’ın insanı var.
 
İslam’ın insanı olma gayretinde olan her kula düşen de zaten sorumluluğunu bilerek hareket etmek ve sapmışların hidayeti için didinmek, çalışmaktır.
 
Bu her müslümanın misyonu - özel görevidir.
 
İslam’ı Hıristiyanlaştırma, mescidi kiliseleştirme, müslümanı papazlaştırma operasyonlarına şiddetle tepki vermeli ve reddetmeliyiz. Toplumun bilinçaltına yer etmiş bu sakat-sapık anlayışları tecdide tabi tutmalı ve Kur’an’i kavramlarla değiştirmeliyiz.