Mustafa BOZACIOĞLU

10 Mayıs 2018

DIŞARIDAKİ VE İÇERİDEKİ FRANSIZLAR!

Fransa’da bir manifesto yayınlandı, protestolar yapıldı içlerinde siyasetçi ve sanatçıların bulunduğu, Kur’andan bazı ayetlerin çıkarılması ile ilgili… Lütfetmişler! Değil mi ki, tamamını da terk etmemizi isteyebilirlerdi!

İlgili ilgisiz üç beş kelam edilip sanal alemden cevaplarla geçiştirilen bu fecaate ne yazık ki hani kendilerini etkili ve yetkili gören, titrli, cübbeli kurumlardan bir cevap ve gerekli kanaat çevrelerine baskı anlamında bir girişim söz konusu olmadı! Bu da bu coğrafyaların ezilmiş, yenilmiş, sinmiş haleti ruhiyesini resmetmesi anlamında oldukça manidardır.

Çoğu kişi ve kesimin ‘Fransız’ kalması da başka bir problem…

Şimdi talebin içeriğine bakınca, bunun kendi kafalarından çıkmadığını, dünya siyasasına yön verenlerin, lobilerin, gizli teşkilatların güdümünde bir girişim olduğunu görmek ve söylemek zor değil! Bu çok da önemli değil; derviş neticede fikrini zikredermiş!…

Bu ‘fikirlerinin zikredilmesinin’ herkes, dünya farkında da bir biz farkında değiliz, uyumaya devam ediyoruz! Hala muasır medeniyet seviyesinden, Avrupa birliği müktesebatından ve üyelikten dem vuruyoruz! Bombayla demokrasi ihracına kalkanlar sanki bunlar değilmiş, dünyanın tüm beldelerini, ekini ve nesli ifsad eden, kan ve gözyaşına bulayanlar bunlarmış gibi onlarda bir keramet vehmediyoruz!

Gelelim zurnanın ‘zırt’ dediği yere: Sanki onlar belli sayıda ayet rafa kalksa diğerlerine tav mı olacaklar? Dostluğa başlayıp, müslüman mı oluverecekler?! Sonra onların helvadan put kanunları, yasaları, tahrif edilmiş, elleriyle yazılmış, kelimelerinin yerleri değiştirilip içleri boşaltılmış kutsal dedikleri metinleri hakkında bizlerin dediklerine, diyeceklerine kulak kabartıp söz dinleyeceklerini mi vehvediyoruz!

Bu ne edilgenlik, ne reaksiyonerliktir! Hep bir özür dileyici, eklektik tavırlar! Yenilmişlik, çaresizlik (öz. Öğrenilmiş çaresizlik) psikolojisi!

Asıl bam teli ise; sanki bizler Kitabımıza çok bağlıyız, tamamına riayette kusur etmemişiz, ona sımsıkı sarılmışız, emirlerini nehiylerini baş göz üstüne bilmişiz de el âlemin dediklerinden ‘incinir’ olmuşuz! Elbette kaygıyı yadsımıyoruz! Lakin çarenin ve yol yöntemin de bu olduğunu düşünmüyoruz!

‘Güncelleme’ meselesinden tutun da o söylemin ardından gelenekçiliğin safları sıklaştırıp Kur’ana bakmadan savunup sarıldıkları uydurmalara, üretimlere sahip çıkmalarına kadar; bekaya göçmüş bir devletlunun ‘şu kadar ahkam ayetini çıkaralım’ herzesinden modernistlerimizin (oryantalist etki altında) değişkenleri sabitleri de içine alacak kadar genişletmelerine (hadlerden, akaidine, ahlakına kadar!) değin; Kur’an anlaşılmaz diyenlerden sadece biz ve belirli (ruhban) kişiler anlar ifadelerine kadar; yine onca ayet ortada iken (haram ama yasal formunda) yokmuşçasına, onlarla hükmedil(e)memesinden, ‘Kur’anı kabirlerde okuyunuz!’ hükmüne kadar; ‘Bakara makara’ diyenlerinden Kur’anı yüzeysel ve yüzünden teberrüken okumayı yeterli görüp bunu salık verenlere kadar bir sürü aykırılık ve aşırılık Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda ‘içten’ ve ‘müslümanım’ diyenlerce, üstelik üst perdeden ve sıklıkla, öteden beri dillendirilmekte değil midir?! Şimdi kalkıp elin Fransızına ne adına, nasıl kızacaksınız?! Tamam, kızın da, önceliğiniz sonralığınız, adaletiniz, hakkaniyetiniz olsun! Bari bu hassas konuda doğru ölçüp biçin!

Mesela sözü Yusuf Kaplan’a getirelim; bir yazı paylaştı konuyla ilgili, alttan alan, bu işin hallini bir ülkenin yapıp etmelerine (sömürüye müsait olma halini atlayıp toplumsal değişim ve sorumluluk kaidelerini unutarak) bağlayan, neredeyse bir hasleti başa kakacak şekilde dillendiren ve dahası ‘Kur’an İslamı Söyleminin Tehlikesi’ (Yeni Şafak) adlı bir yazıyı yazma ve paylaşma talihsizliğini/yersizliğini kendisi yapmamış gibi… (Bu yazısına ‘iktibasdergisi.com’ adresinde cevabi yazımıza ulaşılabilir.)

Şimdi doğru oturup doğru konuşalım, elin yerlisine yersizine, Fransızına siyonistine söz söylemeden, onlara takılıp kalmadan ‘Biz ne haldeyiz!’ diye kaygılanmanın, kendimize çeki düzen vermenin, aklımızı başımıza almanın zamanı değil midir?