Mehmet ÇOBAN
DÖNEMEÇ NOKTALARIMIZ
İnsanın hayatında dönemeçler vardır. Kendi dönemecimi yetmişli yıllarda yaşadım. Ailemden, toplumdan, içinde yaşadığım düzenin okullarından edindiğim bilgileri, aklın, muhakemenin süzgecinden geçirmeye başladığımdan bu yana çok şey değişti. Bende oluşan bu yol ayrımı, edindiğim birçok bilginin yeni bir bakış açısıyla değerlendirilmesine yol açtı.
Osmanlının son yüzyılından itibaren batıya yönelmiş bir toplumun insanı olarak, aklımı, muhakememi etkileyen batı kültürünün izlerini taşıyordum. Fransız kültür ihtilalinden sonra etkin bir şekilde bireyciliği öne çıkaran batı kültürü, kafasını çalıştıran bireylerin her şeyi yapabileceğini vurguluyordu. Sanayisi gelişmemiş toplumların fakirleşmesini sağlayan dünya düzeninin mağdurlarındandık. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra, işgal edilen, parçalanan ve disiplin altına alınan ülkemin geleceği, batıya ne kadar benzerse o kadar kurtulur inancını taşıyordu. Hâlbuki batı bireyselliği öne çıkarırken, insani duyguları da, sermayenin gücüne teslim etmiş. Çıkara endeksli bir düzen yapılandırmasıyla dünyayı sömürürken, kendi insanlarına sağlam bir hayat sunmuştu. Ancak aynı sağlamlık, sömürdüğü, dolaylı dolaysız yönettiği ülkelerde yoktu. Zannediyorduk ki biz de sanayileşirsek, biz de gelişirsek, bizim de ekonomik değerlerimiz iyi olursa, bize de sağlam bir hayat düzeni sunulur. Ancak bu avuntu henüz gerçekleşmiş değildi.
Gelişen olayları insani duygularaçısından izlediğimde, birey ne kadar güçlenirse o kadar toplumdan bağımsız oluyordu. Toplumu birlikte tutan, sevgi, saygı, paylaşım değerleri, bireysel bilincini geliştirenlerce tanınmıyordu. Aynı apartmanda yaşayıp da yıllarca birbirini tanımayan bir hayat tarzına şahit oluyorduk. İyi bir işi, cebinde parası olan bireylerin gözünde, eskiden var olan komşuluk, akraba, toplumsal ilişkiler önemsiz hale gelmişti.
Eski günler özlemiyle hatırlanan, özlemle söylenen her şey, bireyselliğin gelişmesiyle yok olurken, özlemlerin ifadesi bireysel bilinç olarak önümüze çıkıyor. İnsan bilinçli bireysellik yolunda kaybettiklerini özlemle hatırlarken, geriye dönmeyi düşünmüyordu.
Batının hümanist, laik, kapitalist düzeni, bireyci, bireysel insanlar yetiştirip, kurduğu ekonomik düzen içinde her bireyi, tüketim ekonomisi kapsamında kendine bağlıyordu. Sanki merkezden yönetilen bir programın ara kabloları ile her birey düzene bağlanırken, ne bağlanan insanlar arasında ne de bağlantılar arasında temas istenmiyor. Krediler, kredi kartları sistemiyle insanların geleceği kapitalizm adına teminat altına alınıyor. İnsanların geleceği borçlandırılıyor. Her borçlandırma kapitalizmin gelişmesine, bireyin yalnızlığına, toplum bilincinin yok oluşuna neden oluyordu.
Kapitalist düzene göre, tüketim ekonomisi içinde alışveriş yapabilmek bir ayrıcalıktı. Tüketim ekonomisinin bütün propagandası, reklamları bu yöndeydi. Oluşturulan devasa alışveriş merkezleri, bankalar, sanal sistemle kurulan satış merkezleri, ihtiyaçtan çok, ihtiyaç dışı alımları teşvik ederek, insanların evlerini çöplüğe dönüştürürken, borçları şişiriyor. İnsanlar borç bataklığında her türlü insani değerlerinden vazgeçecek psikolojileri yaşamaya başlıyor. Toplumun suç saydığı kapsama girmeseler de, gece gündüz borç ödemek için, aklını, muhakemesini, kalbini, bedenini, zamanını veren insan kitlesi, artık yeni bir dönemeci yaşıyor. Eskinin zincirlerle bağlı köleleri yerine, alışveriş merkezlerine, televizyon dizilerine, kredi kartı borçlarına, banka kredilerine bağlı bir kölelik oluşuyordu.
Elektriğin bulunuşunun üzerinden çok geçmedi. Elektrik ile gelişen dünya insanlığa yeni bir düzen kuruyor. Elektrikle kurulan yaşam insanlara birçok kolaylık sağlarken, insanların yaşamını da her alanda kendine bağlamayı başarıyor. Elektronik alanındaki gelişmeler. Teknolojik gelişmeler. Dijital sistemler… İnsanları gittikçe köleleştiriyor. İnsanlar artık elektrik olmadan yaşamın bir anlamı olmayacağı inancına doğru gidiyor. Yaklaşık 200 yıldır insan yaşamında varlığını sürdüren elektriğin, insanı bu kadar kendine köleleştirmesi tartışılmıyordu.
İnsanlığın geleceğiyle ilgili birçok konu kafamı kurcalarken, insanlık adına kaybedilen bütün değerleri arama yoluna koyuldum. Yola çıktığımda gördüğüm gerçekler beni iyice hayal kırıklığına uğrattı. Farklı bir bilinç; aklımı, muhakememi, kalbimi kendine köle etmişti. İnanıyordum ki, cebimde para varsa, sırtımı maddi bir teminata dayandırmışsam mesele yoktu. Bu bilince göre insan, insanlar asla güvenilecek varlık değildi. Batı kültürünün, yaşamının, ideallerinin getirdiği bu nokta, insanlığın dip noktası olabilir miydi? İnsanın insana güvenmediği, insanın insana dayanmadığı, insan ilişkilerinin sevgiyle, saygıyla, paylaşımla oluşturulamadığı bir düzen, parasal güç veya maddi güç insanı nereye kadar götürebilirdi?
Düşünün; her şeyini internet üzerinden yapmaya başlayan bir düzende, elektrikler kesilse, internet kopsa ne olur? Bankada paranız var. Bankaya gidiyorsunuz diyorlar ki “Elektrikler yok, dolayısıyla sistem yok.” Sistem olmayınca paranızı alamıyorsunuz. Hastanelere gidiyorsunuz. Muayenenizde kullanılan bütün araç ve gereçler çalışmıyor. Sisteme girip sizin hakkınızda herhangi bir işlem yapamıyorlar. Nedeni “Sistem çalışmıyor.” Çalışmak için işyerlerine gidiyorsunuz. Elektrikler kesik. Bilgisayarlar, makineler, araç ve gereçler çalışmıyor. Sistemi oluşturan bütün katmanlar elektriğe dayalı ve elektrik yok. Yani sistem yok.
İçinde yaşadığımız düzen bir anda bizi, parasız, pulsuz, işsiz güçsüz bırakabilir. Binlerce yıl, toprağa, ormana, güneşe, denize, suya bağlı hayat yaşayan insan, bütün bunlardan vazgeçip elektriğe dayalı yaşamı oluşturmakla, kendi intiharını kendisi hazırlamış gibi görünüyor.
Düşünebiliyor musunuz? Bir siber saldırı… Elektrik santrallerinin vurulması… Ülke nüfusunun neredeyse yarısından fazlasının birkaç şehirde toplanıp, tamamen elektriğe dayalı bir yaşama mahkûm edilmesi… Bir savaş durumunda ülke nüfusunun yarısından fazlasının yaşadığı şehirlerin füzelerle veya bombalarla vurulması… Gittikçe bireyselleşen, maddileşen bir insanı, bir toplumu ne hale getirebilir?
Doğal yaşamdan, bilimsel, bilgisel, teknolojik, elektriksel, sanayi yaşamına geçen insanlığın sonunu düşünemiyorum. İnsanlığın dönemeci iyi yolda değil. Japonya’nın üzerine atılan iki atom bombasının en az yüz, iki yüz kat fazla tesirlisini yapmakla övünen insanlığın geleceğe söyleyeceği ne olabilir?
Teknolojik, bilimsel, elektriksel, sanayi yaşamı insanı insandan, ailesinden, toplumdan ayırıyor. Düzeni oluşturanlar, tepede insan hayatının geleceğini çalacak yapılandırmalarıyla üzerimize yürüyorlar. Çocuklarımıza edindireceğimiz gelecek, uzun soluklu bir yarışın sonunda, elde edeceğimiz kölelik ödülünden başka şey değil. Hemen her birimiz, kendimizi düzenin sağlam kalelerinden birine atma peşinde sıraya girmişiz.
Peki, ne olacak?
İnsanlık; doğadan kopup, sanayiye, teknolojiye bağımlı bir hayat yaşamına girdiğinde ortada insan kalacak mı?
Öyle geliyor ki; sanki bilim kurgu filmlerindeki teknolojik robotlar yerine, etten, kemikten, kandan oluşan robotlar haline getiriliyoruz. Bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz robotlar yerine her birimiz robotluk için aday gibiyiz.
Peki, ne yapmamız gerekiyor?
Belki bireysel olarak yapabileceğimiz çok şey yok. Ancak bireyler olarak bilinçlenip, topluma yeni bir ivme kazandırabilirsek, belki bir çare bulabiliriz.
Bu çare neler olabilir?
Yalansız, riyasız, dürüst bir yaşam… İnsanı köleleştirecek tüm oluşumlara karşı mesafeli durarak, düzenli bir şekilde doğal yaşama geçmek. Ülke içindeki nüfusu birkaç şehirde toplama yerine, bütün ülkeye yayacak politikalar üretmek. İnsanların yaşamını tamamen maaş ve tüketim düzeninden, doğal üretimlerle yaşam kurmaya doğru düzen oluşturmak.
Batı kültürünün oluşturduğu çıkar odakları, insanları kendisinden ayıracak her türlü sisteme karşıdırlar. Onların tek istediği, dolup taşan alışveriş merkezleri… İnsanların sınırsızca, sorumsuzca yiyip içecekleri merkezler. Ve her türlü dijital bağımlılıklar…
Bu gerçeği gören insanın, insanların, devlet görevlilerinin ciddi tedbirler alması gerekir. Aksi halde, insan kendini yaşatacak tüm dalları sürekli kesmektedir.
Ben şahsım adına, batı kapitalizminin insanlara dayattığı maddeciliğe, çıkar odaklarının kölesi haline getirmek istediği düzene karşı çıkıyorum. Oluşturulmak istenen düzeni boykot ediyorum.
Gençlik yıllarımda; toplum birbirini destekler, birbirine borç verir. İnsanlar birbirine sahip çıkardı. Gün geçtikçe bu değerler azaldı ve bugün yok denecek noktaya geldi.
Gençlik yıllarımda; arkadaş, akraba, komşuluk ilişkileri, insan yaşamına renk katıyordu. Gün geçtikçe bu değerler azaldı. Bugün yok denecek noktaya geldi.
Olumsuzluklar saymakla bitmez. Batı kültürünün oluşturduğu anlayış, insan yaşamına verdiği bireysel inançlar, insanı insandan, insanı doğadan kopardı.
Öyleyse insan, ya kaybettiği değerlere ulaşmak için geriye dönecek. Ya da, insanlığı maddeye bağlayan tüm sistemlerden kendini kurtaracak bir yol bulacak.
İşte bu noktada tek bir ses beni ilgilendiriyor. Beni benden alan her şey benim değildir. Ben insanım. Benim insanlığımı benden çalan tüm düşünceler, değerler, gelişmeler benden değildir. Ben cebime para koyamadığım müddetçe insan sayılmıyorsam, bu anlayış benden değildir. Beni ancak cebimde param varsa insan sayan bir düşünce, bir medeniyet, bir yaşam, bir düzen, bir inanç benden değildir.
Eğer insanlar olarak, kendimizi bu noktalarda geliştirebilirsek, o zaman geleceğimiz aydınlığa ulaşacaktır. Unutmamak gerekir ki insanı yaratan Allah, hiçbir zaman insanları diğer insanlara, çıkar odaklarına, onların arzu ve heveslerine köle olsun diye yaratmamıştır. İnsanları kendine köle kılan her inanç, her düşünce, her yaşam biçimi, insanlık adına kurulan zulüm düzenidir.
Zulüm düzenin parçası olmak çok basittir. Kafanı çalıştırıp, helal haram demeden, her türlü çıkarı sağlayacak yolu, düzeni, sende içselleştirebilirsin. Ben de içselleştirebilirim. Aklımız, kabiliyetlerimiz ölçüsünde, hepimiz zulüm düzenin odakları haline gelebiliriz. Nasılsa yasaları biz yapıyoruz. Nasılsa yasalarla koyduğumuz yasakları delmek bizim en büyük kutsalımızdır. Nasılsa her an çıkarımıza uygun yasalar yapmayı doğru bulan çağdaş, laik, demokratik sistemimiz var. Nasılsa siyasilerimizin birbirini hırsız, dolandırıcı, yalancı, riyakâr, sahtekâr diye suçladığı, çıkarlarında birleşerek bir günde istediği yasaları çıkaran meclisimiz var. Bundan ötesi can sağlığı değil mi? Bizi yönetecek de, bizi kontrol edecek de kendi aklımız, çıkarlarımız değil mi? Hani diyorlar aklın yolu birdir. Doğru… Aklın yolu çıkarlarda bir… Ama asla insani değerlerde bir değil…
Netice… Evet, netice ne olur?
Netice, oluşturduğumuz çıkar düzeni canavarlaşarak bizi de yutabilir.
Dönemeç noktamda, ben insanı seçiyorum. Allah’ın yarattığı özgür insanı… Çıkar odaklarının kendine köle kıldığı insanı değil.
Allah’ın yarattığı özgür insan bilmiyor ki, ancak Allah’ı anladığında, onun gösterdiği yolu izlediğinde özgürleşebilir. Değilse insanlardan yalancılar, riyakârlar, sahtekârlar, çıkarcılar onu diledikleri gibi kandırabilirler.
Siz hiç; ayranım ekşi diyen bir siyasetçi, bir politikacı, bir fikir adamı, bir aydın gördünüz mü?
Siz hiç; insanları, devleti dolandırdığını, kandırdığını, çıkarlarına köle ettiğini söyleyen, siyasetçi, politikacı, sermaye sahibi gördünüz mü?
Elbette hayır diyeceksiniz. Peki, o zaman niçin şikâyet edip duruyoruz?
Dedim ki; ben insanı, insanlığı seçiyorum. İnsanlığın çıkar düzeninin köleliğine karşı özgürleşmesini seçiyorum. Eğer seçimim beni kurulan düzenden koparıp özgürleştirmiyorsa, o zaman seçimimim gereklerini yapmıyorum demektir.
Doğal yaşam, alın teriyle yıkanmış emek, kölelikten kurtulma bilinci, yaratıcının verdiği aklı, muhakemeyi, iradeyi asla bir insana, insanların çıkarlarına köle etmemek.
İnsanları cebine göre değil, insani değerleriyle insan saymak.
İnsanlara zulmeden her şeye karşı çıkarak, zulüm etmemeyi insanlık saymak…
Yalanı, riyayı, ikiyüzlülüğü, çıkarcılığı benimizden kovmak…
Unutmayalım ki; samimiyette, dürüstlükte, yalan, riya, çıkar yoktur.
Unutmayalım ki; yaratılışın doğallığında, yalan, riya, çıkar yoktur.
Bütün bu olumsuzluklar insanların hırslarıyla kurduğu düzenlerin insanlara öğrettiği değerlerdir. Öyleyse insanların hırslarıyla oluşturduğu değerleri asla içselleştirmemek… Hırslarla kurulan düzenlere inanmamak…
Böylece ne yaptığından emin, kendine güvenen, insanlara güven veren bir insan olmak…
Eğer bunu başarabilirsek gelecek aydınlanacak demektir.
İnsan kendi dönemecini kendisi hazırlar. Hepimiz bir kavşaktayız. Nereye döneceğimizin kararı bize aittir. Önümüzde ya düzene kölelik ya da insani özgürlük vardır.
İnsani özgürlük yolunda ilerlemek düşüncesi içimi acıtıyor. Zira biliyorum ki bu yol kolay bir yol değil. İnsan aklı, bilgisi, yaşamı, geleceği üzerine büyük oyunlar oynandı. Bu oyunu bozmak kolay değil. İnsana, lolipop şekerler gibi verilen sanal hayatların cıvıltısı, onları çıkar odaklarına köleliğe götürürken, bunu insanlara anlatmak kolay değil.Halbuki insanlar inandıkları Allah’ın ayetlerine göre insan olmayı öğrenebilselerdi işler daha çok kolaylaşırdı.
Umuyorum ki; insan için, insanların aklına, muhakemesine, kalbine dikeceğimiz özgürlük fidanları yetişecek. Onları güzel bir geleceğe hazırlayacaktır.
Umuyorum ki; insanın kalbine dikeceğimiz özgürlük fidanları büyüten, geliştiren, onlara inanç, hayat veren Allah’ın ayetleri olursa, işler daha kolaylaşacaktır
Onun için gerçekten insanlara, insanların kurduğu düzenlere kölelikten kurtulmak isteyenler Allah’ın ayetleriyle bilgilerini, bilinçlerini oluşturmalıdırlar. Aksi halde kölelikten asla kurtulamayacaklardır.