Şahin ÖZDAŞ

17 Nisan 2018

EN YÜCE AHLÂK

“Ve muhakkak ki sen, çok büyük (muhteşem, evrensel) bir ahlâka sahipsin.” (Kalem: 4) 

Bugün Hicri 1439 Recep ayının 26. günü olan Cuma günü. Rabbimiz (cc) bugünde ve gelecek günlerimizde, ahlâkı Kur’an olan Peygamberimiz (sav)’in yaşadığı dengeli hayatından öğrendiklerimizle amel etmeyi bizlere nasip etsin. Rabbimiz günahlarımızı örtsün, bizleri affetsin. Cehennem azabından da bizleri muhafaza etsin. 

Ahlâk; Arapça bir kelime olup, kökeni “Halk” tır. “Halk”; yaratmak, “Hilkat” ise; yaratılış demektir. Ahlâk da; yaratılışla alakalı belirlenen kurallar demektir. Bizim ahlâk dediğimiz yaratılışımızın amacı ile alakalı kuralları, ancak “Hâlık” olan Allah  (cc) belirler. Zaten Ahlâkı da, peygamberimiz (sav)’e öğreten, Peygamberimizi inşa edip şekillendiren Kur’an’dır yani vahiydir. Rabbimiz Kalem Suresinin 4. âyet-i celilesinde Peygamberimiz (sav)’e hitaben “Ve muhakkakki sen, çok büyük (muhteşem, evrensel) bir ahlâk üzerindesin.” buyurmuştur.  

Allah’ın (cc) dinini kişiliği ile temsil eden Peygamberimiz (sav), Kur’an-ı Kerim’i kendisine daima ahlak edinmiş; akîde, söz ve ameliyle de Kur’an-ı Kerim’i pratik alanda uygulamaya geçirmiştir. Onun için Müminler, pratik hayat için Kur’an-ı Kerim’e başvurduğunda, Kur’an-ı Kerim Peygamberimiz (sav)’i örnek gösterir. Rabbimiz Ahzab Suresinin 21. âyetinde “Andolsun ki Allah’ı(n rızasını) ve ahiret gününü(n saadetini) umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için, Allah’ın Rasûlünde sizin için (uyulacak) güzel bir örneklik vardır” şeklinde beyan buyurmuştur. 

Peygamberimiz (sav) örnek alınsın diye insanlar arasından seçilmiştir. O insanların ulaşamadığı bir melek değildir, özel mekânlarda da barınmaz. Göklerde ya da bulutlar üzerinde yanan kandiller içinde de yürümez. Yürüyebilseydi bize kendisini takip edebileceğimiz bir iz bırakabilir miydi? O her işinde yalnızca Allah derken, yüreğinde kandiller yanmış, Allah’ın yürü dediği yerden yürürken yerde iz bırakmış ve kendisine iman edenler tarafından da izleri takip edilmiştir. 

Malumunuzdur ki; Allah’ın ismi “elif” ile başlar “he” ile biter, yani dilde başlar ciğerde biter. Dolayısıyla; Allah’ın emirleri insanın ciğerine yerleşip, eyleme döküldüğünde Salih Amel ismini alarak kişide Kur’an’ın ahlakını oluşturur. Hz. Aişe’ye (r), Rasûlüllah (sav)’in ahlâkı sorulduğunda “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur’an’dı (İbn-i Hanbel vı, 91; Müslim, Namaz, Hadis No: 746).” buyurarak, Rasûlullah (sav)’in ahlakının Kur’an olduğunu işaret etmiş ve O’nun ümmetini de Kur’an’a yönlendirmiştir. 

İşte Müslüman ümmet, bugün kendisini Kur’an’la sorgulamaya bile yanaşmazken; dünyanın her tarafında emperyalist kâfir devletler ve onların işbirlikçileri olan, güyâ Müslüman kimliğine sahip ahlâksız taşeron devletler, Müslüman ümmeti kan revan içerisinde bırakmışlardır. Bu sözde Müslümanlar, ılımlı İslam adı altında açtıkları tiyatro ve opera salonlarıyla, dizileriyle, filmleriyle, kâfirlere gülücükler dağıtarak onlara benzemeye, onlardan olmaya çalışmışlardır. Bir zamanlar Kâbe’nin imamlığını da yapan Adil El Kelbânî ve onun gibi 4.112 kişi Suudi, kumar masalarında iskambil oyunlarında zafer kazanıp şampiyon olmak için yarışmaya katılmışlardır. 

Evet, Rasûlullah (sav) de Kâbe’nin imamlığını yapmıştı. Rasûlullah (sav) Mekke’yi fethedip, Mekke’den içeri girdiği zaman Kusvâ adlı devesinin üzerinde, Usame bin Zeyd de (r) devesinin terkisindeydi. Kendisine verilen bu fetih nimeti karşısında, Allah’ın (cc) yardım edip zafer nasip ettiğini unutmamak için tam bir tevazu içinde, sakalı devesinin boynundaki eyere değecek kadar önüne eğik bir vaziyette, gözlerinden yaşlar akarak ve devamlı; “Sübhanallahi ve bihamdihi Esteğfirullahe ve etübu ileyh (Buhari’de geçen bu cümleyi)” okuya okuya Mekke’ye girmişti. (Şami, Zürkâni; Kadı İyaz Eş-Şifa C.1 Sf.265 ve İs. meal) Kâbe imamı olan Rasûlullah (sav)’in Kur’an ahlakına bak! Bir de son yıllarda Kâbe imamlığı yapmış, ahlâktan yoksun Kelbânî’ye bak! Bunların arkasında namaz kılan hacılar! Bundan sonra hangi imamın arkasında namaz kıldığınıza mutlaka dikkat etmeniz gerekir.  

İşte!

Bu emperyalist kâfirler, Afganistan’da başlattıkları hava saldırılarında, 101 tane Kur’an’ın tohumlarını dimağlarında barındıran, çiçek misali hafız yavrularımızı katlettiler. Bunun vebali elbette büyük olacak ve hesap günü geldiğinde, kâfirlerin attıkları her bomba, aynı zamanda o taşeronların, o ümmetin halini umursamaz insan şeytanlarının aleyhlerinde de şahitlik edecektir. Hesap gününde; Müslüman hafız yavrularımız "Kelb hani?" diye seslendiklerinde! İşte benim Kelbani! İşte biziz Kelbaniler! derken kaçacak sığınacak bir yer dahi bulamayacaklardır. 

Bugün İslam coğrafyası artık bir yangın yeri haline gelmiştir. Filistin’de, Suriye’de, Afganistan’da, Doğu Guta’da, Arakan’da ve dünyanın daha birçok yerinde kan ve gözyaşı durmadan akmaktadır. Daha birkaç gün önce Doğu Guta bölgesindeki Duma ilçesinde, Ahlaksız, zalim Esed rejimine bağlı güçler 80’e yakın mazlumu kimyasal silah kullanıp ciğerlerini yakarak, katletmişlerdir. Öldürülen küçücük kızın başında ağlayan babası şöyle diyordu: “Kızım beni affet. Bak sana ne aldım kalk da bak! Hadi kalk, uyan! Yüzünü göreyim. Kalk kızım! ‘Baba, bana çikolata getir! Deyiver bana” diyerek kızının cesedi başında ağlıyordu.

Dikkat ederseniz; Öldürülenlerin çoğunu bebekler, çocuklar, kadınlar ve yaşlılardan oluşan hep siviller oluşturmaktadır. Müslümanın beşikteki kundağa sarılı bebeğine bile geleceğin teröristi gözüyle bakılarak daha büyümeden katletmektedirler. Bu nasıl vicdansız ve nasıl ahlâksız bir dünya insanlığıdır? 

Arakan’a giden bir hoca efendi, orada görüp yaşadıklarını şöyle anlatmıştı: Diyordu ki; “Ben Arakan’a giderken çocukları sevindiririm diye valizimde küçük ve renkli plastik oyuncaklar götürmüştüm. Arakan mülteci kamplarında o küçücük çocukları görünce çantamdan oyuncakları çıkarıp birer tane ellerine vererek onlara hediye ettim. Çocuklardan üç beş adım, az ileriye gidince, geriye dönüp baktım ki! Aman Allah’ım! Bir de ne göreyim? Keşke bakmaz olaydım! Keşke görmez olaydım! Keşke o renkli oyuncakları vermez olaydım! Meğer çocuklar ömürlerinde hiç oyuncak görmemişler. Vermiş olduğum oyuncakları yiyecek zannetmişler. Oyuncakları ağızlarına alıp çiğneyip, çiğneyip ezemeyince de yutamayınca da tükürüp yere atıyorlar. Tükürün yavrum! Tükürün dedim. Yere tükürmeyin, yüzümüze tükürün, ümmetin duyarsızlığına tükürün, ümmetin ahlâksızlığına tükürün, biz bunu çoktan hak ettik dedim. 

M. Akif bize şöyle sesleniyor:

Gitme ey yolcu! Beraber oturup ağlaşalım. Elemim, bir yüreğin kârı değil paylaşalım.

Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkat; Sonra namusuna kurban edilen bunca hayat!

Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler! Göğsü baltayla kırılmış memesiz valideler!

Bakalım, yavrusu uğrar mı deyip, karnından; Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can!

Bakmayın!  Hem tükürün çehre-i murdarımıza! Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza!

Bana Vahdet gibi bir yar-ı müsait lazım, Artık ey yolcu bırak! Ben yalınız ağlayayım.

Mehmet Akif; bana vahdet lazım diyerek şiirini bitiriyor. Evet, bize de vahdet lazım. Hem, tevhid de vahdet, vahdette uhuvvet, uhuvvette devlet, devlette imamet, imama da yasa lazım. Hem de Kur’an’ın anayasası lazım. Kurtuluşumuzun tek çaresi de budur zaten, anlıyoruz elhamdülillah. Yalnız, “Uydurulmuş dinden, indirilmiş dine diyenler; acaba neden uydurulmuş anayasadan, indirilmiş anayasaya diyemiyorlar!” İşte bunu hiç anlamıyoruz? Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi Rasûlüllah’ı (sav) örnek alarak, Kur’an’ı ahlak edinmeye azmeden tüm dünya Müslümanlarının üzerine olsun.