Mustafa BOZACIOĞLU

22 Nisan 2015

HAK İLE İRTİBATA GEÇİNCE HALK İLE İRTİBATI KESMEK

Hem doğru, hem yanlış bir ifade diyebilirsiniz ilk bakışta! Bakış açınıza ve amacınıza göre değişir! Meseleyi fotoğrafta da gösterildiği gibi oldukça doğru bir ifade olarak alabiliriz. Meramı, veciz olarak gayet net ve anlaşılır şekilde anlatmaktadır. Bununla ilgili halk arsında aktarıla gelen tevatür de az değil. Hemen herkes bir şekline, bir şekilde rast gelmiştir.
 
İbadetin ikamesi sırasında farklı ton ve tınılarda, ahengi ve insicamı bozan, dikkatleri dağıtan bir melodi eylemin ruhuna bırakın uygun olmayı tamamen terstir. Evet, cep telefonlarının kapatılmasından bahsediyoruz. Sessize alınması dahi farklı da olsa bir olumsuz etki yapacaktır. Aslında bunu Cuma süresinde geçen ‘Allahı anmaya çağrıldığınızda alış verişi bırakınız’ ifadesine dayandırabiliriz. ‘Alış veriş’ burada dünya ve dünyalıkla ilgili her türlü açılımı kapsar. Aslında meseleyi ciddiye almakla ilgili bir durumdur bu! Bırakınız çevreyi de etkilemesini kişinin kendisi ile ilgili de bir engellemedir bu! Bu iş sinyal kesicilere kadar götürülmüş durumda hatırlayınız. Daha yakın zamanlarda benzer gaflet gazeteler ile yaşanıyordu! Burada bir ilave daha yapmak istiyorum ki aslında bu durumla paralel ve aynı etkilere sahip dernek, sohbet ortamlarında da benzer durumların yaşanıyor oluşu! Hem de defaatle hatırlatılmasına rağmen! Bir de hiç tereddüt etmeden, gayet rahat bir şeklide! Bilmem ki bu insanlar telefon icat edilmeden nasıl yaşarlarmış?! Bu ne bağımlılık! Bir de ne yapılan işe, ne de katılımcılara saygı söz konusu! Sanki kendi iş yerinde, kendi işini takip ediyor! Bu şikayete konu yaşananlar, genelde ibadet olgusunun, özelde namaz amelinin ve de talim terbiye maçlı sohbet, ders, program çalışmalarının yeterli ve gerekli bilince dönüşmediği, adet, alışkanlık, ritüel algısından kurtarılamadığı, bu meselenin ciddi olarak üzerinde durulması hakikatini hatırlatıyor bizlere…
 
Bu söylediklerimizin altı üstü doldurulabilir. Tahliller uzatılabilir. Benzer bir yazıyı Arif Kaya dostumuz yazmıştı (venharhaber). ‘Yaratan ile irtibata geçmek için yaratılan ile irtibatı kesin’ başlığıyla ve bir gazete haberinin -ki yine bir cami söz konusu- tahlili yapılan Kaya’nın söz konusu yazısında konu ibadet ve özellikle namaz eksenli kaleme alınmıştı. Biz de bu yazıyı, geçen yazınki (ağustos) seyahatimizden dönüşte, Ankara’daki bir camide verdiğimiz namaz molasında, kapıdaki, fotoğrafını paylaştığımız yazıya istinaden kararlaştırmıştık. Arif Kaya’nın yazısından sonra fırsat bugüne imiş, tekrar babından! Bir farkla ki biz yazımızı başka bir okuma ile mefhumun muhalifinden hareketle ele almaya çalışacağız.
 
Tezimiz, bu yazı dolayısıyla şu: Hak/Yaratan ile irtibata geçmek için halk/kullar ile irtibata, ilişkiye geçiniz! Hemen ekleyelim bu; vesile, şefaat, vali kapısında iltimasçı, iş takipçisi kapıcı aramak demek değildir. Gerçi ‘vesile ve şefaat’ kavramlarının köküne, Kur’ani kullanımına bakıldığında kastımıza çok da ters durumlar değildir o doğru tarzdaki arayış! Neticede bir adanış söz konusu ise ve samimiyetle salih amel hassasiyeti taşınıyorsa işte tam da irtibat, ilişki vasatı oluşmuş demektir, kullarla, halkla! Yatay düzlemde kişi ile kişi arasında irtibat ve ilişkiler, kişilik ve ilkeler çerçevesinde sürdürülecektir. Kişi ile yaratılmış tüm canlı ve cansız varlıklar arasındaki insandan varlıklara doğru (ortadan aşağıya) ilişkiler de imar, ıslah ve emanet anlayışı şeklinde, amaca hizmet doğrultusunda aslına uygun bir ‘musahhar kılınış’ algısıyla sürdürülmelidir. Allah’ın birleştirilmesini emrettiği, kesilmesini yasakladığı ilişkiler/irtibatlar doğru sağlanırsa, Rabbimizle aramızdaki dikey irtibat da istendiği şekilde olacaktır. Ve işte o zaman bizler istendik davranışları istendiği şekilde gerçekleştirebileceğiz.
 
Hakkın rızasına giden yol kulların umurundan/işlerinden geçmektedir. Kulların iş ve işlemleri umurunuzda olmalıdır! ‘Siyaset’ kavramı da buna tekabül eder. Hayırlı/salih bir işe şefaat etmek, örnek ve teşvik edici olmak, o işin hayır tahakkuk eden tüm sonuçlarından iki tarafın, hiç bir eksiltme olmadan aynıyla yararlanacağı müjdesi hep hatırlanmalıdır. ‘Vesile arayınız’ uyarısı/tavsiyesi/emri de zannedilenin aksine araya kişi ve kurum kültü dikmek, hele rabler edinmek hiç değil, bilakis imkânları ve gücü ölçüsünde hayatın içinde tüm formel nüsuk/ibadetler yanında salih amel olarak insanlarla ilgili, şey’lerle ilgili üstün çabalar göstermektir. Uzlet ve inziva retoriği ile ne kadar kişiyi ve kurumu da vesile kılsa, ilahi rızaya bir vesile bulmuş olunmayacaktır! ‘Kulların arasına girmek’ten geçmektedir, rızaya ermek ve neticede cennete girmek! Elçinin bize, bizim insanlığa şahitler olmamız da bu demektir. Uyarı ikaz, emri bil maruf vennehyi anil münker, davet tebliğ görevleriniz kulların arasında değil de başka nerede gerçekleştirilebilir ki?! Elinde beratı olan varsa beri gelsin! Keza sırf, Kur’andaki ’karzı hasen’ ikazı dahi İlahi rızaya giden yolun kullarla irtibattan/onların umuru ile ilgilenmekten geçtiğinin başlı başına bir delilidir. Peygamberimizin ‘Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir!’ ifadesi gibi!
 
Şimdi sadece namaz örneğine de dönsek, oradan da yapacağımız okumalarla, telefonla ilgili uyarının, sanki ta evvelinden/telefonun icadı öncesinden beri kullar arasındaki iletişimin sözel/yazıl/bedenî-jestlerle ilgili olarak tümüne şamil kılınmış gibi bir benzerini müşahade edebilisiniz, pek rahatlıkla! Eğer giderseniz görürsünüz! Her türlü irtibat, iletişim kesilecek; kes! Konuşursanız cumanız bozulur/kabul olmaz en azından! Aynı imama uyan, aynı kıbleye yönelen insanlar cemaat olabiliyorlar mı bir bakalım! Aynı safa gelmemek, omuzların değmesini kıskanmak, dedikodunun her türünü öncesinde sonrasında sürdürmek, sevap umuduyla yarı kerhen, yarı şeklen musafaha ile yetinmek ve ayrılmak için derhal yekinmek!.. Ne hal hatır sormak var, ne hasbihal! Ne dertlerle dertlenmek var, ne namazı/ibadeti dert edinmek! Bizzat namaz için gelinen camide kulluk/ibadet kıyımı yapılıyor desek, aşırı mı gitmiş oluruz?! Ne imamın cemaatle/kalabalıkla bir irtibatı, ilişkisi var, ne de cemaatin/cemadatın birbiriyle! Ne salat var orta da ne de ‘essalat’! İrtibatlar zaten kesik, hatlar kopuk; ne sinyal kesici/jammer’a gerek var ne de uyarı yazısına! Bırakınız bir melodi varsın çınlasın(!); içimizde vahyin sesi, çağlamadıktan, çığıldamadıktan sonra! Safiyet/safvet olmadıktan sonra bir araya gelinince saf tutmuş mu oluyoruz?! Bu ne saflık! Haydi, yüzde yüzü zaten neredeyse imkansız da, yüzde kaç mutabakatla iş yapıyor, beraberlik oluşturuyoruz?! Başımız nerede, bedenimiz nerede?! Başımız (akıl-kalp) neyle meşgul; beden, neyin peşinde, dahası var mı?!
 
Yine namazla bir arada zikredilen infak olgusuna bakınız; mutad Cuma, bayram sonrası resmi kanalla toplananların dışında bir maruzatın bu yolla giderildiğine hiç şahit oldunuz mu? Ellerin taş, kalplerin cimri kesilip dilenci yerine konmanız pek mümkün, pek sıradan oysaki! Daha örneklemeye, açıklamaya bilmem gerek var mı? İslam’da tam merkezi bir konuma sahip olan mescid, tam bir dayanışma, istişare vesilesi olan Cuma ne derekelere indirgenmiş; başka sıkıntı, günah keçisi, hata aramaya ne hacet!
 
Hak yerine başka bir irtibat söz konusu demek ki! İlişkiler ya kesilmiş, ya ters yüz edilmiş durumda! Günde, daha üstüne de konularak (tertip sahibi), nafilelerle katlanarak oldukça fazla/yeterince okunan ‘Fatiha’ suresinin anlamı/muradı/hikmeti/içeriği ne yazık ki kendi mekânında tabiri caizse katlediliyor! Haydi, öyle demeyelim; ketmediliyor! Balık daha baştan bozulsa iyi; tuz sorgulanmalı! Fatihaya eklenen zammı sürelerden çokça tekrarlanan ‘Maun süresi’ de  (özellikle namaz/ibadet ve infak eksenli) gereğince bir anlaşılabilse, bir fıkhedilebilse!
 
Şimdi böyle bir namaza/topluluğa katılmak mı daha gereklidir, uzak kalmak mı? Diyeceksiniz ki; tez, insanlarla iletişimden, irtibattan geçiyor madem, o halde mecburi istikamet oralarda olmak, meseleye kaynağında çözüm aramak gerek! Kalabalıkların arasına tez elden katılmak gerek! Elhak, doğrudur! Lakin yine de meselenin farklı bileşenleri hesaba katılınca durum hiç de öyle gözükmüyor. ‘Sürüden ayrılanı kurt kapar’ dense de, sürü olmaktan kurtulmak, kalabalıklar arasında sadece sayısal bir yer işgalinin dışında bir etki, aidiyet oluşmuyorsa, sürüden ayrılmak daha elzem olabilir! Sürü ile sürüklenmemek için… Cemaat ruhu kazanılana, işin farkına varılıncaya, söze kulak verilinceye, camiler aslî fonksiyonlarına dönünceye kadar cemadattan uzak, ayrı kalmak gerekir ki; fark, fark edile/ettirebilsin!
 
Amma velâkin, asla ve kat’a irtibatı kesmek, ilişkiyi sonlandırmak söz konusu edilemez, akıldan dahi geçirilemez! Bu bizim aslî görevimiz; yakından uzağa, akrabadan ahaliye, inanandan inanmayana.. sürekli sürecek, ertelenemeyecek, terk edilemeyecek ibadetimizdir. ‘Kim bilir belki fayda verir; ya da en azından Rabbimize bir mazeretimiz olur!
 
Elbette bu iletişim ve etkileşimin, zaman ve zemine, muhatabın ilgi ve özelliklerine dayanan değişkenleri, farklılıkları olabilse de genel geçer, ilkelere, sahih muktesebata dayanan sabitleri de vardır, olmalıdır. Ne olsa geçmez yani! Halk dediğimiz yekpare bir vücut yok ortada! Algılar, ilgiler, kapasiteler farklı! Buna uygun bir iletişim dili ve ortamı da geliştirmek gerekiyor. Lakin amaca uygun bir maslahat ilişkisi süreç gözetilerek sürdürülebilse de ‘maslahatçılık’ yapılmamalıdır. Faydacılık gözetilmemelidir. Eklektik davranılmamalıdır. ‘Neme lazımcılık’ içinde, görmezden gelerek, tavizkâr olunmamalıdır. Net olunmalıdır.
 
Nitelik içinde; hikmetle, en güzel öğütlerle, en doğru mücadele yöntemi ile hareket edilmelidir. Yılgınlığa, küskünlüğe kapılmamalıdır. Kapılar, en ufak/ilk uyuşmazlıkta, çok sıkı şekilde kapatılmamalıdır. Süreç önemsenmeli, sonuç, esbaba da sarılarak, problemlerin dayandığı ilkeleri de göz önünde bulundurarak Allah’a bırakılmalıdır. Mücadelede asla ümitsizliğe yer verilmemelidir. ‘Başarı’ önümüzde başlı başına bir duvar olmamalı; içeriği, anlamı iyi yüklenmeli, anlaşılmalıdır. Zira bizim anladığımız, beşer algısındaki ‘başarı’ kavramının karşılığından çok farklıdır. Bu manada ‘başarısız’(!) bir çok peygamber ve hareket örneği gösterilebilir belki, amma ve lakin, kesinlikle, tek bir tane dahi ‘ilkesiz’ peygamber ve mücadele örneği bulunamaz, gösterilemez!..
 
Hâsılı ez cümle: ‘Hak ile irtibata geçebilmek için halk ile irtibat zorunludur’!
 
(Not: Bu yazı İktibas Dergisinde yayınlanmıştır)