Mehmet PAMAK
03 Mart 2012
HAYAT; İMAN, İBADET, CİHAD ve ŞEHADETTİR -II-
Emperyalizm, İslam’ı ve Müslümanları Dönüştürmeye Çalışırken, Tarih ve Şartlar, Alternatif Olmaya Zorluyor... |
Ümraniye ‘Haldun Alagaş Spor Kompleksi'nde 18 Şubat 2012 tarihinde gerçekleştirilen, Birr Nesil-Der, Davet-Der, Gençlik-Der, Hay-Der, İnsan-Der ve Kalem-Der'in ortaklaşa organize ettiği “Şehadet ve Şahidlik Gecesi”nde özetini sunma imkanı bulduğum konuşmamın tam metninin ikinci bölümünü, okumak isteyen kardeşlerimizle paylaşmak istiyorum.
Küresel ve Yerel Boyutları Olan Bu Büyük Fitneye Karşı, Vahye Dayalı ıslah ve İnkılap Ruhunu Kuşanarak Harekete Geçmeliyiz
İnsanı, fıtratını bozarak, kendine ve Rabbine yabancılaştırarak, vahiyden uzaklaştırarak, zalimleştiren, egemenlerin heva ve insafına terk edilmiş seküler hukukla, sürekli adaletsizlik, zulüm, sömürü ve ıstırap üreten modern paradigmaya karşı, Kur’an ile büyük cihadın sorumluluğunu, güç birliğiyle kuşanmalıyız. İnsanı ve insani değerleri tüketerek, şirki, zulmü ve fesadı küreselleştirerek, insanlığa sömürü, zulüm ve adaletsizlikten başka bir şey vermemiş, büyük acı ve ıstıraplara yol açmış ve şimdi de insanlığın tek kurtuluş alternatifi olan İslam’ın algısını tahrif edip Protestanlaştırarak, insanlığı bu tek kurtuluş alternatifinden de mahrum etmeye çalışan, bu küresel fitneye karşı, Kur’an ile büyük cihada ve şehadetin en geniş anlamına sarılıp, Kur’ani ıslah ve inkılabı hedeflemeliyiz.
O halde, her mü’mine düşen büyük sorumluluk; tevhid inancının hayatı kuşatan ubudiyet algısını, cihad ve şehadet bilincini kuşanarak, küresel şirk ve ifsada karşı ıslah çabası göstermek, hablullah olan Kur’an’a topluca sarılmaktır. Böylece, terk ettirilmek, unutturulmak ya da tahrif edilmek istenen müslim, tevhid, şirk, tağut, müstekbir-mustaz’af, şeriat, ibadet, cihad, şehadet gibi Kur’ani temel kavramları gündemleştirip tevhid-şirk eksenli İslami mücadeleyi ve Kur’ani bir inkılabı hedeflemek ve Allah’ı razı temek için bu yola adanmaktır.
Bu sorumluluğumuzu, ancak mirasçısı kılındığımız kitabı hakkıyla okuyarak, anlayıp, yaşayarak ve temel Kur’ani kavramlarımızı hal ve kâlimizde ete kemiğe büründürüp günümüze taşıyıp modelleştirme çabası göstererek yerine getirebiliriz. Bu sebeple, başta tevhid olmak üzere, ibadet, hicret, cihad ve şehadet gibi Kur’anî kavramlarımıza sahip çıkıp, fert, aile ve cemaat planındaki hayatımızı bu kavramların Kur’anî içerikleriyle inşa etmeliyiz. Hayatımızın bütününü ibadet kılmaktan, Allah yolunda can feda etmeye kadar bütün boyutlarıyla cihad ve şehadet bilincine süreklilik kazandırmalıyız.
Küresel ve Yerel/Bölgesel Emperyalist Dönüştürme Projelerine ve Ümmetin Pençelerini Sökmeye Yönelik Tuzaklarına, Cihad ve Şehadet Bilinciyle Karşı Çıkmalıyız
Bildiğiniz üzere, bundan kısa süre önce, İslam düşmanı ve küresel terörist olan ABD ile diğer emperyalist ülkeler, Türkiye’nin de içinde yer aldığı yeni bir kuruluş oluşturdular. Üstelik Türkiye, bu kuruluştaki konumuyla, İslami/tevhidi uyanış ve direnişe karşı, BOP’tan sonra ABD ile yeni bir projede eş başkanlık görevi üstlendi.
Yıllarca sivil alanda oluşturulmaya çalışılan, toplumsal, siyasal, hukuki iddialarından vazgeçerek, bireysel ibadetler alanına çekilmiş, yerel ve küresel statükonun razı olacağı, liberal, kapitalist ılımlı laik demokratik sistemle uyumlu bir boyuta indirgenmiş “Ilımlı İslam”, geniş kabul görmeye başlamıştı. Böylece, küresel ve yerel yeni statüko razı olacağı dinine kavuşmuştu. Artık ülkede, bölgede dönüşüm bu istikamette yaşanıyordu.
Artık küresel ve yerel statükolar, “dine karşı din stratejisiyle” ürettikleri kendi .çıkarlarına uyumlu bu “Ilımlı İslam” ile yaptıkları uzlaşmayı öne çıkarıp propaganda ederek, yıllardır savaştıkları İslam ile zahiren barışmış ve uzlaşmış görünecekler. Bundan sonra yeni oluşturdukları bir kuruluşla da,tevhid dini İslam ve müntesipleri olan muvahhidlerle savaşlarını, “terörle mücadele”kamuflajı altında sürdürecekler. Yani artık laik demokrasiyle uzlaşmak üzere üretilen şirke bulaşmış “ılımlı İslam” algısı üzerinden İslam ve Müslümanlarla barış yapılmış gibi gösterilerek, yerel ve küresel yeni statükonun dini olan bu din (bu “ılımlı İslam” algısı) İslam’mış gibi takdim edilip geniş kitleler “Allah ile aldatılarak” yerel ve küresel yeni “ılımlı laik – liberal – demokrat” sisteme eklemleneceklerdir.
Hâlâ Allah’ın tevhid dinini savunmaya, insanlığı tek kurtuluş yoluna çağırmaya devam edenler ise, dine karşı din stratejisi içinde, din adına takip edilip, ötekileştirilip, terörize edilip, tarihte muvahhidlere (İznik Konsili sonrasında Ariusçulara) yapıldığı gibi yok edilmeye çalışılacaklardır. Nitekim bu tür projeler öteden beri hazırlanıp uygulamaya da konmuş bulunuyor. Ancak çok yakın zamanda 2011 yılının Eylül ayında çok yeni bir proje daha uygulamaya geçirilmiş bulunmaktadır.
Gazete haberlerine göre, “Türkiye ABD ile köktendinci avına çıkıyor! Türkiye ve ABD, Arap Baharı çerçevesinde otoriter rejimlerden demokrasiye geçiş başlatan ülkelerde 'terörle mücadele’ amacıyla yeni bir girişim başlatıyor.”
Diplomatik kaynaklara göre, Küresel Terörizmle Mücadele Forumu olarak adlandırılan yeni girişim, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton eş başkanlığında BM 66. Genel Kurulunda 22 Eylül 2011’de başlatıldı. Hillary Clinton, Libya, Mısır, Tunus gibi otoriter rejimlerden demokrasiye geçiş sürecindeki ülkelerde kökten dinci teröristolduğu iddia edilen kişileri engellemek amacıyla başlatılan forum çerçevesinde militanların takibinde strateji paylaşımı, bu ülkelerdeki tehdit ve zafiyetleri belirleme konusunda beraber çalışılacağını ifade etmişti. Clinton, forumla bu ülkelere yeni terörle mücadele yasalarını oluşturmaları, yasaların evrensel insan hakları çerçevesinde uygulanması için polis, savcı ve hakimleri eğitmeleri konusunda destek olma imkanına sahip olacaklarını belirtmişti.” (Kaynak: AA)
Bu haberlerden ve açıklamalardan anlaşılan odur ki, bütün dünya insanlığının ve seküler modern paradigmanın sömürü ve adaletsizliği altında ezilen tüm dünya mustaz’aflarının kurtuluşuna vesile olacak ve küresel korsanların hegemonyasının, kapitalist sömürü düzeninin yıkılışını sağlayacaktevhidi İslam’ın hak ve adalet ilkelerini, cihad ve şehadet ruhunu temsil eden muvahhid Müslümanlar, İslam coğrafyasında bu küresel korsan kuruluş tarafından takip edilip yok edilmeye çalışılacaktır. Böylece, ümmetimizin, bölgemizin mazlum Müslüman halklarının, kanlı, sömürücü ve İslam düşmanı emperyalizme, işgalci, katliamcı, soyguncu küresel korsanlara, küresel istikbara karşı direnen onurlu evlatları olan tevhid ve adalet savaşçıları “terörist” olarak damgalanıp tasfiye edilmek istenmektedir. Ümmetin tevhid ehli direnişçi evlatları ve tevhidi uyanış süreci yok edilerek, aslında ümmetin kendisiyle tarihe tutunup bir daha ayağa kalkmasına yarayacak pençeleri sökülmek ve sonuçta tarih dışı sürgünden tarihe tekrar özne olarak dönmesine engel olunmak isteniyor. Böylece de, insanlığın tek kurtuluş umudu olan Kur’an’ın, karanlıklardan aydınlığa, zulüm ve sömürüden adalete çıkaracak mesajının, tevhid ehli Müslümanlarca modelleştirilip şahidliği yapılarak dünya mustaz’aflarının önüne konması engellenmek suretiyle küresel sömürü ve adaletsizlik düzeni sürekli kılınmak isteniyor.
Nitekim, Wikileaks belgelerine göre, ABD'nin Türkiye elçiliği, Türkiye polis yetkililerinden aldıklarını iddia ettikleri bilgilere dayanarak, Türkiye'de yapılan el-Kaide operasyonlarının el-Kaide ile organik bağı bulunmayan İslâmî oluşumları sindirmek amacı taşıdığını belirtmiştir. Türkiye'de el-Kaide zanlısı diye tutuklananların el-Kaide'yle ilgisinin olmadığı, gözaltıların da önleyici amaçla gerçekleştirildiği ifade edilmiştir. Sadece bu bilgi bile, Türkiye’de hukuk adına yaşanan rezaleti ortaya koymaya yettiği halde, halktan ciddi bir tepki görmeyen hükümet, nedense ABD ve NATO’nun rızası için bu hukuksuzlukları ısrarla sürdürmektedir. Hiçbir mahremiyet kaygısı ve saygısı taşımayan gece yarısı baskınlarıyla masum Müslüman ailelere zulümler yapılmakta, suçlu olarak aylarca tutuklu olarak sorgulananlar, bir süre sonra suçsuz oldukları için serbest bırakılmakta, çektirilen bunca sıkıntı ve zulmün hesabı da verilmemektedir. Gerçek terörist olan Amerika’nın, hak ve adalet mücadelesi veren Müslümanları terörist olarak yaftaladığı gibi, Allah’ın emrini yerine getirmekten, işgale karşı bağımsızlık mücadelesi vermekten ve Müslümanlara ait topraklarda hakkın, adaletin ikamesini istemekten başka amacı olmayan kendi ülkesinin mücahid Müslümanlarına sahip çıkmak yerine, ABD’nin arzusu doğrultusunda “terörist” muamelesi yapmak ne ile izah edilebilir? Bugüne kadar yaşana gelen bu durum, yukarıda ifade edilen yeni emperyalist kuruluş içinde yer alarak hangi zulümlere imza atılabileceğinin işaretlerini vermektedir.
Habertürk yazarlarından Serdar Turgut... "Başbakan Erdoğan, İslam dünyasının lideridir"başlıklı yazısında, hem bölgedeki vakıayı böyle okuduğunu, hem de Ortadoğu’ya dair özlemini ifade etmek üzere şunları yazıyor: “Türkiye modelliğinde 21 'inci yüzyıla damgasını vuracak önemli gelişme, İslam dünyasında gerçekleşiyor. İslam dünyasında tüm dünyanın gidişatını değiştirebilecek kadar güçlü bir kültürel devrim yaşanıyor. Bu toplumların en dinamik, en belirleyici kesimi olan bu gençler, artık dinlerini yaşayışta da, siyasetin yapılmasında da ılımlılık istiyorlar. Bütün bu ülkeleri dolaşıp yüzlerce insanla mülakatlar yapan ünlü gazeteci Robin Wright, bu yeni tavrı anti-cihat kültürü olarak adlandırıyor...Geçmiş yılların intifadasında ön sıradaki gençler, artık İsrail güçlerine karşı pasif direnişin başını çekiyorlar. İslami dünyadaki gençler, artık görüşlerinden ve inançlarından taviz vermeden daha ılımlı, daha güzel bir yaşam istiyorlar ve Batı dünyasına da düşman değil ama o dünyayla kendi koşullarını belirledikleri şekilde eklemlenmek istiyorlar. Yükselişte olan anti-cihat kültürü işte budur ve bu nüfus artık dünyalarında hep savaş açan görüşler istemiyor. Filistin'de de Suriye'de de Mısır'da da aslında bu oluyor ve bu yüzden oralardaki liderler ne kadar direnirlerse dirensinler bu değişimi önleyemeyecekler; çünkü artık değişimin zamanı geldi. O genç nüfus zaten uydulardan izledikleri Türk televizyon dizileriyle toplumsal ilişkilere (özellikle kadın-erkek ilişkilerine) de özlem duymaya başladıkları Türkiye'deki siyasi olgunluğu ve gelişmişlik düzeyini arzuluyorlar ve bunu kendi ülkelerinde gerçekleştirmek için ölmeye de hazırlar. Başbakan Erdoğan o meşhur laiklik konuşmasını işte bu dinamiği kavradığından yaptı. O konuşma aslında hayatlarında ılımlı bir yaşamı arayan ve anti-cihat kültürle yetişmiş o gençlere istedikleri siyasi yönelimi verdi.”
İşte küresel emperyalistlerin ve yerli “Ilımlı İslamcılar”ın hep birlikte Müslüman nesilleri getirmek istedikleri yer burasıdır ve bu sonucu sağlamak üzere seferber olunmuştur. Tıpkı modern paradigmanın kurbanı olarak fıtratı bozulmuş, insani erdemlerini ve onurunu kaybedip, kendine ve Rabbine yabancılaşmış, haz ve çıkar peşinde koşan, bireyselleşmiş, bencil batılı insan gibi, Müslüman halkların geçleri de tevhidi İslami kimlik ve başta cihad-şehadet olmak üzere temel Kur’ani kavramlarından koparılarak sekülerleştirilmek/dünyevileştirilmek, dönüştürülmek suretiyle kapitalist tüketim kültürüne eklemlenmek isteniyor.
O halde, hem tevhid dinimize, hem de Müslümanlar olarak varlığımıza yönelmiş, bu büyük küresel tehdit ve saldırıya karşı, bütün hayatımızı kuşatmak üzere inzal edilmiş, tevhid, ibadet, hicret, cihad ve şehadet gibi temel Kur’ani kavramlarımızı ete kemiğe büründürecek çabalar göstererek, kuşatıcı yapılar oluşturarak, bu mücadele bilincini örgütlü, nitelikli konuma getirmeli ve sürekli diri tutmalıyız. Kavramlarımıza, İslami kimliğimize, temel haklarımıza ve zulme uğrayan kardeşlerimize sahip çıkarak, bu zulmü geriletmeye ve değerlerimizi korumaya çalışmalı, Kur’an ile ıslah çabalarımızla bu küresel fesadı akamete uğratmalıyız.
Askeri İşgal ve Zorba Yönetimlerin Silahlı Saldırısı Altında Olan Ülkelerde, Cihadın Her İki Boyutu Farz Olur
Cihad kavramı, vaktini, nakdini, canını ve tüm imkanlarını feda ederek yapılan, eğitim, tebliğ, şahidlik, kıtal vb. Allah yolundaki tüm çabaları kapsayan ve hayatın bütününü kuşatan bir kavram olup, bunun çok az bir kısmı da şartlar gerektirdiğinde ve güç oluştuğunda “kıtal” (savaş) yapmak, silahlı cihad yapmaktır ve bu, hayatı kuşatan cihadın zirvesidir. Şehidlik kavramı da hayatı ibadet kılmak, Kur’an’la ahlaklanmak suretiyle örnek ve model olarak vahyin şahidliğinden başlayarak, Allah yolunda can feda etmeye kadar İslami hayatın ve İslami mücadelenin bütününü kapsar. Allah yolunda yaptığımız fedakarlıklarımızın tamamını kuşatan işte bu kavramın çok az bir kısmı da, gerektiğinde Allah yolunda can feda ederek örnek olmak anlamında “şehid” olmaktır ki, bu da şehadet kavramının zirve anlamıdır.
Müslümanlar, doğrudan askeri ve silahlı işgal altında olan, Filistin, Irak, Afganistan, Çeçenistan vb. ve özel olarak da zorba katil diktatörlerin zulmü, baskısı altında olan ve halkın barışçı adalet taleplerini silahlı saldırı ve katliamlarla sindirmeye çalışan Suriye gibi ülkelerde, hem tebliğ, davet, eğitim boyutuyla, hem de kıtal boyutuyla cihad ve şehadet çabaları içinde olmak zorundadırlar. Rabbimiz, bu bölgelerde Allah yolunda kıtal anlamında cihadı ikame ederek, küresel korsanlara, emperyalist teröristlere ve yerel zorbalara, ulus devlet teröristlerine karşı direnen ve bundan dolayı da ümmetin onuru olarak nitelenmeyi hak eden kardeşlerimizin yardımcısı olsun, onları zalimlere, müstekbirlere, emperyalist işgalcilere karşı muzaffer kılsın, sabır ve direnme gücü versin inşallah. O bölgelere uzak olan Müslümanlar olarak da bizim, ümmetin onuru olan bu mücahid kardeşlerimizin haklı direniş ve mücadelelerine kamuoyu desteği sağlamak, maddi ve manevi yardım ve dualarımızla yanlarında yer almak sorumluluğumuz vardır. Bölgedeki halk ayaklanmaları konusunda sorumluluğumuz ise, bir yandan zalim taguti diktatörlere karşı, mazlum Müslüman halkların haklı ayaklanmasını desteklemek, onlara dua ve yardım etmektir. Ama diğer yandan da, onları batıl modellere zorlamaya dair emperyalist proje ve yönlendirme çabaları konusunda uyarmak, her şartta İslami alternatiften uzaklaşmama konusunda teşvik etmek ve ferasetli, basiretli bir idrakle vahyin ölçüleri içinde kalarak, emperyalist oyunları bozmaya çağırmaktır.
Kültürel ve İdeolojik İşgale Karşı İse, Kur’an’la Büyük Cihad Sorumluluğumuz Vardır
Bizim ülkemizde olduğu gibi, emperyalistlerle hedef birliği içinde olan içeriden kadroların yönetiminde süren kültürel, siyasal, ekonomik işgal altında bulunan ülkelerde ve zihinlere yönelik ideolojik işgalin belirleyici olduğu yerlerde ise; tebliğ, davet, eğitim ve şahidlik anlamında cihadı, yani şirke, zulme, ifsada karşı Kur’an’la büyük cihadı öne çıkaran bir mücadele örnekliği yaygınlaştırılmalıdır. Bu sebeple, şiddete başvurmaktan, küresel korsanların oyunlarına alet olacak ve emperyal projelerine gerekçe üretecek yanlışlara düşmekten, Kur’an ölçüleri ve Resulullah’ın mücadele sünneti çerçevesinde meşru olmayan, şahidlik sorumluluğumuzla bağdaşmayan yöntemlere yönelmekten büyük bir sorumlulukla kaçınılmalıdır.
ABD ve Batının, asırlardır kanlı sömürgeciliğe sürüklenmesinin ve insanlığı kan ve gözyaşına boğmasının temelinde, tek dişi kalmış canavar olan ‘Batı medeniyeti’nin vahiyden, fıtri, insani ve ahlaki değerlerden kopuşu yatmaktadır. Bölgemizdeki despot yönetimleri on yıllardır yerli halkların başına bela edenler, çıkarını ilah edinmiş Batılı emperyalist demokratik rejimlerdir. Şimdi yeni baskı, saldırı ve oyunlarla, mazlum halkları bölgedeki kâhyânın zulmünden ağaya sığınmaya zorluyor ve yönlendiriyorlar. Halbuki Batılı ağanın demokratik rejimleri ve halkın oylarıyla göreve gelen emperyalist hükümetleri, yıllardır kâh işgal ve katliamlarla, kâh bölgenin despotlarını, darbecilerini destekleyerek, bölgedeki her türlü zulmün, insan hakları ihlallerinin, soygunların, yolsuzlukların ve yoksulluğun doğrudan ve en önemli müsebbibi olmuşlardı. Şimdi de, halkların adalet ve özgürlük arayışını destekliyormuş ve despot kâhyalarına karşı çıkıyormuş gibi yaparak, mazlum halkları yine kendi çıkarları ekseninde, Batı yanlısı demokratik tağuti rejimlere, yani yıllarca bunca kanı akıtan, bunca soygunu gerçekleştiren ağanın demokrasi rejimine doğru yönlendirmeye çalışıyorlar. Yapılması gereken, mazlum bölge halklarının katil despotizme isyanının yanında yer alıp, tağuti diktatör, despot yönetimlere de, onların arkasında yer alan tağuti demokratik emperyalizme de, emperyalistlerin yeni oyunlarına, işgallerine, saldırılarına da karşı çıkmak, aynı zamanda da mazlum halkları kurtaracak ve gerçek adalete ulaştıracak Kur’ani yolu göstermektir.
Bizim imani sorumluluğumuz, her şartta tağuti sistemin her versiyonuna muhalif olmak, zulümatın daha zalim koyu tonlarına da görece özgürlükçü olup dinimizi Protestanlaştırmaya çalışan gri tonlarına da karşı çıkarak, tevhidi olanı ikame etmeye yönelik İslami mücadelede, adil şahidlik ve merhameti temsil vasfımızla çelişmeyen yöntemlerle ısrarcı olmaktır. Kur’ani mesajı ve tevhidi İslam’ı, kurtuluş, aydınlanma ve adalet getirecek tek alternatif olarak, merhametle insanlığın gündeminde tutmak, İslam’ı değiştirip statüko için din oluşturma çabalarını akamete uğratacak tevhidi bir duruşu sürekli kılmaktır.
Dünya Mustaz’afları Fıtri Adalet-Özgürlük Talebiyle Ayağa Kalkmışken, Fıtrat ve Vahyi Bütünleştiren Muvahhidlere Düşen Sorumluluk
İnsanın fıtratını bozan ve vahiyle bütünleşmesini engelleyen ve sonuçta hayvandan aşağıya sürüklediği bu insanı çıkarı peşinde koşturan seküler modern paradigmanın ürettiği liberal demokratik ve sosyalist modeller ve onların destekledikleri despot rejimler, dünyanın her yanında sefalete, sömürüye, kan ve gözyaşına yol açmış bulunmaktadır. Hem de sözde “ıslah edici”, “barbarları uygarlaştırıcı, özgürleştirici” oldukları büyük yalanının arkasına sığınarak, insani değerleri, erdemleri yok edip insani olanı çürüterek, insanı tüketerek, fesadı, sömürüyü, adaletsizlik ve hak ihlallerini küreselleştirmiş bulunmaktadırlar.
İşte bu büyük zulüm ve sömürüye, bu derin ve yaygın adaletsizliğe karşı geniş mustaz’af kitleler, dünyanın her yanında, daha adil ve daha özgürlükçü yeni bir dünya talebiyle isyan bayrağını açarak ayaklanmakta, egemen yerel ve küresel sistemleri değişime zorlamaktadırlar.
Tam da Müslüman halklar, ülkelerinde on yıllardır emperyalist demokrasilerce desteklenmiş bulunan despotları devirirken; bu sefer de, aynı zalim güçlerce demokratik şirk sistemlerine doğru yönlendirilmeye, küresel kapitalist sisteme uyumlu hale getirilmeye, liberal politikalara entegre edilmeye, İslami, Kur’ani modelin ortaya çıkışı engellenmeye çalışılmaktayken, liberal demokratik sistemlerin sömürü ve zulmüne karşı ayaklanan bütün dünya mustaz’aflarının hal diliyle bir uyarı gündemleşmektedir.
Bizi üzen, kimi yerli Müslüman aydın, yazar ve önderlerin de, değişik hesaplarla ya da değişim geçirerek, bu eğilime aktif destek veren, mazeret ve meşruiyet oluşturmaya çalışan zorlamalar içine girmeleridir. Bugün ülkemizin ve bölgemizin, tevhidi uyanış öbeklerinin ve Kur’an davetçisi olarak tanınan aydın, âlim, yazar ve önder konumundaki Müslümanların dahi önemli bir kısmı, bu “ehven-i şerr’i tercih etme” çağrısı yapma, bâtıl kavram ve modelleri (bu bağlamda demokrasiyi) ödünç alabileceğimiz “içtihad”ında bulunmaları, “başka çare yok”, “ne yapalım denize düşen yılana sarılır” söylemleri ve İslami bir hedefe ulaşmak için gerekiyorsa“bâtılı” tercih etmeyi de merhale fıkhı olarak sunmalarıyla, seküler modern şirk paradigmasının kavram ve modellerini gündem yapar hale gelmeleri, ciddi bir savrulmanın işareti olarak ortadadır.
Bu tutum, insanlara şehid/model olmakla sorumlu Müslümanların, bu sorumluluklarını terk ederek ya da askıya alarak, yanlış bir istikamete savrularak, geçici ve ödünç de olsa, “ehven-i şer” olarak da nitelense, bugünkü durumda modern cahiliyeyi kendilerine örnek, model alma konumuna sürüklendiklerini göstermektedir.
İşte tam da böyle bir konjonktürde, dünyada yaşananlarla ve emperyalist kapitalist demokrasilerde ortaya çıkan gelişmelerle, ilginç bir tevafukla, tarih, adeta uyarı alarmları çalıyor ve çoğu “Müslüman aydınların”, Müslüman halkların liberal demokratik seküler modellere yönelişle büyük bir sapmanın eşiğinde olduğunu ikaz eden sinyaller veriyor. Çünkü ülkemizde ve bölgemizde yaşanan değişim kendi özgün İslami kimliğimiz, özgün İslami, değer, ölçü ve kavramlarımız istikametinde, tevhidi ilkelerimiz çerçevesinde yaşanmadığı halde, birçok Müslüman aydın, yazar ve kanaat önderi ve dindar kitleler, bu seküler sistem içi demokratik değişme eklemleniyorlar. Hatta bir kısmı da, bu liberal laik demokratik model istikametinde değişime destek vermekle kalmamakta, üstelik zorlama yorumlarla İslam’ı bu değişime malzeme kılmaya, hak-bâtıl karışımı çoğulcu seküler sistem arayışlarına teolojik alt yapı oluşturmaya çalışmaktadırlar.
Bölgedeki yönlendirilmiş kimi eğilimler, batılı emperyalist demokrasilerin desteklediği despot rejimlerden yine onlara sığınıyor, despot tağuti rejimler yerine, yine onların tağuti laik liberal demokrasilerini ikame etmek istiyorlar. Halbuki, aynı süreçte batılı demokrasilerde yaşanan isyanlarda, bütün insanlık, bu kapitalist demokrasilerdeki sömürü ve adaletsizliklere karşı adalet talepli itirazlarla, Müslümanların içine düştükleri bu utandırıcı çelişkiyi, onların yüzlerine çarpacak bir uyarıyı da hal diliyle ortaya koymuş oluyorlar. Kendilerinin laik liberal demokrasilerin yönetimi altında ezilen, sömürülen, adaletsizliğe muhatap kılınan %99 olduklarını, %1 olarak nitelendirdikleri finans kapital diktatörlerinin zulmü ve sömürüsü altında bulunduklarını haykırıyorlar. Demokrasilerdeki bütün partilerin patronunun, finansörünün bu finans kapital diktatörleri olduğunu, parayı verenin düdüğü çaldığını, halkın sesinin kısıldığını ve yönlendirildiğini, bu yüzden liberal demokrasilerde de geniş halk kitlelerinin ezilip, kapitalist azınlığın tahakkümü olan sermaye oligarşilerinin hüküm sürdüğünü ifade ediyorlar.
Bugün batılı emperyalist liberal demokrasilerin mağduru mustaz’af halkların yüz binlercesi yüzlerce meydanı doldurarak, ülkemiz ve bölgemiz Müslümanlarında meydana gelen liberal demokratikleşmeye meyletme eğilimine karşı âdeta hal diliyle şu uyarıları haykırıyorlar: “Durun Müslümanlar, bu sokak çıkmaz sokak! Bizim zulüm ve sömürü üreten seküler, liberal, demokratik sistemimizi model alacağınıza, elinizdeki tek kurtarıcı Kur’an’a sarılın, kendinizi de, bizi de kurtaracak adalet sistemini oluşturun ve sizler bizlere model olun.”
İşte bu hal diliyle yapılan uyarıyı dikkate alıp, Hablullah olan Kur’an’a topluca sarılarak, tüm dünya insanlığının muhtaç olduğu Kur’ani modeli oluşturup sunmak yerine, onların bâtıl modelleriyle sentezlenmiş karma modeller peşine takılarak, tağutların ılımlı olanlarıyla uzlaşarak, Allah yolunda cihadı, Kur’an’la büyük cihadı ve şehadet bilicini terk ederek, yeni statükoya din oluşturma pozisyonuna sürüklenerek, tevhidi istikameti kaybedersek, Allah katında hesabını veremeyiz.
Halbuki, halkı Müslüman ülkelerde batı desteğinde hakim kılınan despotizme ve bölgedeki büyük zulme, emperyalist saldırılara son verebilmek için yapılacak şey, ‘denize düşence yılana sarılmak’ yerine, her türlü şartta, tek kurtarıcı olan Allah’ın ipine sarılmaktır. Aynı şekilde, yapılması gereken, modern şirk paradigmasının içindeki “görece özgürlükçü” farklı diğer tağuti modellere yönelmeye meşruiyet kazandırıcı yorumlar yapmak ve “ne yapalım başka çaremiz mi var?” söylemleriyle çaresizlik psikolojisi üretmek olmamalıdır. Tam tersine, içine düşülen denizin de, sarılmak istenilen yılanın da emperyalizme ait olduğunun bilinciyle, hem bölgedeki despot yönetimlere karşı çıkmak, hem de onların arkasındaki emperyalist demokrasileri çok iyi tanıyıp, yeni oyunlarını da bozacak şekilde onlara da itiraz etmek gerekir. Yapılması gereken, kâhyânın zulmünden ağaya sığınmak çelişkisine düşmemek, hangi şart altında olursak olalım yılana sarılmayı da, daha zalim batıla karşı, daha az zalim batılı ikameye çağıran “ehven-i şer”mantığını da reddetmektir. Müslüman’ın sorumluluğu, en kötü ve en zor şartlarda bile çaresizlik psikolojisi içinde batılın farklı versiyonlarına sarılmaması gerektiğinin bilinciyle, her merhaleyi Hak ile inşa etmek, her durumda Hak’kı gündemleştirmekte ısrar etmek, her şartta tek çare ve çözüm kaynağı olan Kur’an’a sarılmak suretiyle sürekli yeni umutlar yeşertmektir.
İnsanlık Bunalımdan Çıkış Arıyor ve Tarih Müslümanları Alternatif Olmaya Zorluyor
Dünya insanlığı büyük bir bunalımdan geçiyor. Mustaz’af büyük kitleler, can havliyle fıtri bir arayışla “başka bir dünya mümkün” sloganıyla meydanlara fırlayıp adalet arayışı içinde zulüm sistemine baş kaldırıyorlar. Ama modern paradigmanın kodlarıyla kuşatılmış sekülerleşmiş zihinleriyle bu yeni âdil dünyayı üretemiyorlar. Çünkü vahiyle bütünleşmeyen fıtrat, tek başına bütüncül ve sahici adaleti üretemez. Onun için bu sorumluluk, vahiyle fıtratı buluşturan Mü’minlere aittir.
Dünyanın ekonomik ve siyasi krizlerle sarsıldığı, sosyalizmi ve kapitalizmi, laikliği ve demokrasiyi üretmiş olan modern seküler şirk paradigmasının iflas ettiği, oluşturduğu zulüm ve sömürü bataklığında bunalan dünya insanlığının fıtri bir adalet ve özgürlük arayışıyla meydanları doldurduğu bu süreçte, konjonktürel şartlar ve tarihi gelişmeler, insanlık için tek kurtarıcı mesajı ve bütüncül sahici adaletin ölçüsünü ihtiva eden İslam’ı alternatif olmaya zorluyor.Evet tüm bu küresel gelişmeler adeta İslam’a alan açıyor, Kur’ani inkılabın zeminini hazırlıyor. Adeta tarih, bir yandan İslam’ı alternatif olmaya zorlarken, bir yandan da insanlığın gündemini de İslam’a doğru yönlendiriyor. Çünkü Rabbimiz Araf Suresi 94. ayette şöyle buyurmaktadır: “Biz hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, onun halkını -yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır.” Yani hakların yoksulluk, darlık, sömürü ve zulümle sıkılıp, bunalması, fıtri bir arayışla Rabbine yönelip, yalvarıp yakarmasına ve hidayete yönelmesine müsait bir vasat oluşturur. Yeter ki, hidayet rehberi Kur’an’ın mesajını insanlığa sunmak üzere, Peygamber (s)’in bize şehid/şahid/örnek/model olduğu gibi, bizler de takvamızı kuşanıp, hakkıyla cehd ve gayret göstererek, insanlığa şehid/şahid/model olacak güzel, ilkeli, onurlu ve ahlaklı bir örneklik oluşturabilelim.
Ancak Müslümanlar, bu büyük sorumluluğu omuzlayacak doğru bir temsilden, Hakka adil şahidlik yapacak bir nitelik ve vizyondan çok uzak görünüyorlar.Modern paradigmanın ürettiği model ve düşüncelerin kodlarıyla kuşatılmış, batıl ideolojilerin kavramları ve mantığı ile işgal edilmiş zihinler, özgün düşünceler, modeller üretemiyor. Bu yüzden, bir çok tevhidi öbek ve İslami şahsiyet bile, çaresizlik psikolojisi içinde batıl modellerin “ehven-i şer” olanına meylediyor, batıl kavramları ödünç almanın gereğine vurgu yapıyor. Ödünç kavram ve modellerle, özgün düşünce ve projeler üretilemeyeceği akledilemiyor.
Ödünç olarak alınan batıla ait ideolojik kavram ve modellerin, girdikleri zihinlerde zamanla kanıksanarak kalıcılaşacağı ve taşıdığı felsefi-ideolojik arka planına göre dönüştürme etkisi yapacağı düşünülemiyor. Bu yüzden tevhidi uyanış sürecinden gelen birçok aydın, yazar ve kanaat önderinin, artık bu kavramlarla kendilerini ve düşüncelerini açıklamaktan rahatsız olmadıklarını ve hatta başta demokrasi olmak üzere bu tür batıl kavramları meşru ve İslam ile bağdaşır göstermek için ciddi bir çaba içine girdiklerini de ibretle gözlemliyoruz. Ödünç olarak ya da geçici olarak da alınsalar, Müslüman zihinlere giren bu kavramlar, zaten yaygın olan zihinlerdeki ideolojik, kültürel işgalin, bir süredir bu işgalden kurtulma cehdi içinde olan tevhidi kesimleri de yeniden kuşatmasına yol açıyor. Bu tür batıl kavramları ödünç olarak almayı ve ‘ehven-i şer’i tercih etmeyi, üstelik kimi ayetleri ve siyer bilgilerini de alakasız yorumlarla bu yanlışını tasdike zorlayarak tavsiye edenler ile bu tavsiyeye uymak suretiyle böyle tercihler yapanlar ise, farkında olmadan, kültürel emperyalizmin bu ideoljik işgalinin yeni işbirlikçileri konumuna sürükleniyorlar.
Bu halden bir an önce sıyrılmalı, tevhidi bir silkinişle uyanmalı ve Rabbimizin günleri evirip çevirerek tarihi yönlendirmesiyle ortaya çıkan ve dünya insanlığının adalet arayışıyla İslam’a muhtaç hale geldiği bu avantajlı durumda, batıl kavram ve modelleri ödünç alma hatasına düşerek, vahye adil şahidlik sorumluluğumuzu ıskalamamalıyız. Yaratılış gayemiz olan kulluk sorumluğumuzun gereği olarak, İslam’ı ve Müslümanları tahrif ve dönüştürme projelerini parçalamalı, insanı, insani erdem ve değerleri çürütüp tüketerek, ifsadı ve münkeri küreselleştirmiş olan sekülerizme karşı, vahye dayalı nitelikli ve model olacak itirazlar yükselterek, marufu küreselleştirmeliyiz. Kimi kısa vadeli taktik ihtiyaçlar, maslahatlar (!) ya da konjonktürel eğilimler uğruna stratejik istikametimize zarar verecek yaklaşımlardan sakınmalı ve özgün Kur’ani kavramlarımızla kendimizi tanımlayarak, tevhidi stratejik yürüyüşümüzde ısrar etmeliyiz. Kur’ani kavram ve ilkelerimize sahip çıkarak, küresel fitne ve fesada karşı cihad ve şehadet ruhuyla direnmeliyiz. Batıl modellerin daha az zalimleri peşinde sürüklenmekten, ödünç kavramlarla kendini tanımlayarak edilgen ve eklemlenmiş eklektik kimlikler sergilemekten ısrarla kaçınmalı ve İslami kimlik ve değerlerimizle kendimizi gerçekleştirerek insanlığa model haline gelmeliyiz.
Peygamber (s) bize şehid, örnek, model olduğu gibi, bizler de tüm insanlığa şehid, örnek, model olma sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmeliyiz
Müslümanlar olarak sorumluluğumuz, insanlığı kurtaracak, karanlıklardan aydınlığa, zulümden adalete çıkaracak tek mesajı taşıyan Kur’an’ın hükümlerine dayalı adalet sistemini modelleştirip insanlığa sunmaktır. Bu büyük sorumluluğumuzu kuşanarak, küresel ve bölgesel ifsada, zulme ve adaletsizliklere karşı, tevhidi ilkelere dayalı sahici ve bütüncül adaleti ikame etmek üzere, adaletin ölçülerini taşıyan Kur’an’a dayalı modeli insanlığa sunmalıyız.Peygamber bize şehid/şahid/örnek/ model olduğu gibi, bizler de Müslüman olmamızın temel gereğini yerine getirip vahyin şahidliğini yapmalı ve insanlara şehid/şahid/örnek ve model olmalıyız.
İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkaracak, zulüm, sömürü ve haksızlıklardan kurtarıp bütüncül ve sahici adalet sistemine kavuşturacak tek rehber olan Kur’an’ın mesajını, hayatımızda örnekleyip modelleştirerek tüm insanlığa sunmanın, imani sorumluğumuz ve kulluk görevimiz olduğunu unutmamalıyız. Terk ettirilmek, unutturulmak ya da tahrif edilerek yanlış istikametlerde İslam düşmanı sistemlerin hizmetine sunulmak istenen tüm Kur’ani kavramlarımıza, örselenen ilkelerimize, tevhidi stratejimize sahip çıkarak ve batıl kavramları, modelleri ödünç olarak bile almaktan uzak durarak, küresel fitne ve fesad projelerini boşa çıkartmalı ve Kur’ani bir inkılapla vahyi modelleştirecek İslam’i mücadeleyi insanlığın umudu haline getirmeliyiz.
Bu bakımdan, izlenmesi gereken doğru yol, bize izzet ve galibiyeti getirecek olan Allah’ın ipine topluca sarılıp tevhidi ümmeti vahiyle yeniden inşa ederek, Allah’ın vaat ettiği yardımını ve rahmetini üzerimize celp etmek üzere, cihad ve şehadet bilicini en kapsamlı boyutuyla kuşanıp bu yola adanmaktır. İşte ancak o zaman, yani Hizbullah (Allah taraftarı) ve Allah’ın yardımcıları, tevhid dininin hizmetkârları olduğumuzda, tevhid bayrağı altında birleşip Hablullah’a topluca sarıldığımızda, inşallah Allah’ın vaat ettiği yardımı gelecek (Maide-56, Muhammed-7) ve işte o zaman Allah’ın izniyle bize galip gelecek olmayacak (Al-i İmran 160) ve o zaman, çıkar ve iktidar uğruna dünyayı kana bulayan yerel ve küresel, diktatör ve demokratik zalimler, tağutlar nasıl bir inkılâp ile devrileceklerini göreceklerdir. (Şuara 227).
Rabbimiz, tevhidi istikamette ayaklarımızı sabit kılsın. Tevhidi iman, bütüncül ibadet, hak, adalet, cihad ve şehadet bilincini kuşanıp Kur’an’ı sosyalleştirerek hayatımızı ibadet kılmayı, küresel ve yerel şirke, ifsada, zulme ve sömürüye karşı, Kur’ani ıslah çabasıyla, insanlara şehid/örnek olmak suretiyle rızasını kazanmayı ve mü’min olarak yaşayıp mü’min olarak ölmeyi, şehid/örnek bir hayatı yaşayıp, şehid olarak ölmeyi hepimize nasip etsin.