Mehmet PAMAK

09 Aralık 2020

HAYAT VE ÖLÜM ÜZERİNE

Şimdiden özlemeye başladığım ve hatırladıkça gözlerimin yaşını durduramadığım sevgili kardeşim Ali Bıyık’ın vefatı vesilesiyle ve ömrümüzden bir yılın daha eksildiğinin göstergesi olan 2020 yılı sonunun gelmiş olmasını da dikkate alarak, dünya ve ahiret, ölüm ve hesap üzerine düşünmeye, halimiz üzerine tefekküre etmeye dair bazı tespitlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle, Allah’ın rahmet ve mağfiretine mazhar olması için dua ettiğimiz Ali kardeşimizin hasletlerine dair birkaç söz etmeden geçemeyeceğim. O, evladım gibi yakın olan ve ilkav’da, örnek olacak derecede vakfı ve çalışmaları sahiplenerek yaptığı samimi, fedakâr hizmetiyle, güler yüzü ve mütevazi duruşuyla bilinen güzel bir müslümandı. Onunla ilişkisi olan bütün vakıf çevremiz sanki ailelerinden birisi gibi onu benimsemişti. Hepimizin üzerinde birçok hakkı vardı. Allah kendisinden razı olsun ve rahmet eylesin inşaAllah.

Ali kardeşimizin elinin değmediği ve az çok katkısı olmayan ilkav’ın hiçbir hizmet alanı ve hiçbir faaliyeti olmamıştır desek abartmış olmayız. Çünkü her hizmetin alt yapısının hazırlanmasında ve lojistik desteğinin sağlanmasında hep onun emeği vardı. Aynı şekilde, İlkav’la irtibatı olup da Ali kardeşimizle ilişkisi olmamış, onun güler yüzlü ikramlarına muhatap olmamış ve onun adeta bir koşuşturma halinde hizmet üretmeye çalıştığına şahit olmamış tek bir kişi de düşünülemez.

Vakfımıza uğrayanlara güler yüzle çay ikram etmekten konferanslardaki dinleyicilere yönelik ikramlara, yapılan eğitim çalışmalarından, meydanlarda düzenlenen eylem ve etkinliklere kadar her çalışmanın organize edilmesinde ve her faaliyetimizde o mutlaka bir yerinden katkı sunardı.  Esnaf ziyaretlerinden vakfımızın faaliyetlerinin duyurulmasına, pankartların, afişlerin hazırlanıp basılmasından sokaklara asılmasına ve eylemlerde elinde pankart ya da mikrofon hakkı haykırmaya kadar her hizmet için sürekli koşuşturan ve durmak bilmeyen adanmış bir hizmet ehliydi.

Bir kardeşimiz beni telefonla arayıp başsağlığı dileğinde bulunduğunda, Ali kardeşimi çok iyi tanımlayan şu cümleyi kurdu: “Abi ben onu hiç yürürken görmedim, o hep koşuyordu”. Evet öyleydi, hizmetleri yetiştirmek ve her görevi zamanında yetiştirmek ve daha çok hizmet üretmek için o hep koşuyordu. Böylece de, inşaAllah ahirette yüzünü güldürecek birçok hizmeti, salih ameli kısa süreli ömründe gerçekleştirmeyi başardı. Allah ondan razı olsun ve ecrini kat kat versin inşaAllah.

Ölümün Çok Yakın Olduğu Bilinciyle Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!

Merhum Ali Bıyık kardeşimiz misalinde olduğu üzere, her gün aramızdan sevdiğimiz insanların ahirete göç etmekte olduğu gerçeği ve apaçık bir hakikat olan ölümün her birimizin çevresinde dolaştığı ve her an yakalayabileceği vakıası karşısında, sürekli bir muhasebe yapmak, ölmeden önce kendimizi hesaba çekip halimizi ıslah etmeye çalışmak, mü’minler olarak hepimizin sorumluluğudur.

Hayat ve hidâyet Kitab’ı olan Kur’ân’ı hakkıyla okuyarak ona iman edenler, Allah’tan gelen sahih bilgi ve ilime ulaşanlar, akletme kabiliyetini kullanarak yaratılışı, dünya hayatını, imtihanı, ölümü, hesap gününü ve bütün bunların Sahibini, vahyin belirlediği boyutlarıyla kavrayabileceklerdir. Böylece kısacık dünya ömrünün bir imtihan alanı olduğu bilinciyle hareket ederek âhirete hazırlık yapabilecek ve hüsrâna uğramaktan kurtulma umudunu yakalayabileceklerdir.

Akleden herkes fark eder ki, ömürler, ne kadar da çabuk geçiveriyor. On yıllar, su gibi akıp bitiveriyor. Daha dün gibi hatırlıyorum, Çanakkale’nin Ezine ilçesine bağlı Pınarbaşı köyünde geçen çocukluk yıllarımı. Ancak, süratle geçen on yılların akabinde yaklaşık iki ay sonra ömrümün 71’inci yılını bitirmiş olacağım inşaAllah. Hepiniz de kendi hayatınızda fark etmişsinizdir, dünya hayatının ne kadar kısa olduğunu ve ne kadar da çabuk bitiverdiğini. Kur’ân’da da, bu kısalığa birçok atıf vardır. İnsanlar dünyadayken, Allah’a döndürülüp hesaba çekilmeyecekmiş ve ömürleri hiç bitmeyecekmiş gibi sorumsuzca yaşarken, âhirette ise dünyada “bir gün ya da daha az kaldıklarını” ifade ederler. İşte ömrün bu kısalığını, dünyadayken fark edip ömür bitmeden Allah’ın vahyine uygun yaşamak ve âhirete hazırlanmak gerekmektedir. Bu dünyada hayatını Allah’ın emirlerine göre yaşamayanların, âhirette kendilerine sorulduğunda, dünyada sanki hiç yaşamamışlar gibi bir algıya sahip olacakları hakkında Rabbimiz bizlere şöyle bilgi vermektedir:

Allah, (inkârcılara) ‘Yeryüzünde kaç sene kaldınız?’ diye sorar. Onlar, ‘Bir gün, ya da bir günden daha az bir süre kaldık. Hesap tutanlara sor’ derler. Allah, şöyle der: ‘Çok az bir zaman kaldınız. Keşke bunu (daha önce) bilmiş olsaydınız. Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn, 23/112 –115).

(Suçlular, âhirette) (kıyameti) hakikati gördükleri gün, onlara sanki (bu dünyada) bir akşam veya bir kuşluk vakti kalmış gibi gelecektir.” (Naziat, 79/46).

“…onlar vâdedildikleri azabı gördükleri gün, sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar…” (Ahkâf, 46/35).

Seküler düşünenler ve dünyayı belirleyici kılıp “dalanlarla beraber dalanlar”, dünyada kalıcıymış gibi yaşarlar, bu yüzden de her yeni yılın başlangıcında ya da seküler kapitalist kültürün ürettiği yeni bir yaşa girilen doğum günü kutlamalarında çılgınlar gibi eğlenip sevinirler. Oysa ilâhî irade tarafından takdir edilmiş kısacık ömürden bir yıl daha harcayarak, kaçınılmaz hakikat olan ölüme doğru bir yıl daha yaklaşılmıştır. Ama büyük çoğunluk, bunun farkında bile değildirler. Yeni bir yıla girerken, kaybettiği bir önceki yılda, “yapması gerektiği halde yapmadıklarını, yapmaması gerektiği halde yaptıklarını ve bunun hesabını” düşündüğünde ağlaması gerekenler, tam tersine gülüp eğleniyorlar. Şeytanın aldatması ve süslü göstermesi sonucunda âhiret ve hesap bilincini kaybedip dünyevîleşiyorlar. Bu yüzden de, seküler bir mantıkla dünyada sürekli kalıcıymış gibi davranıyorlar ve her yeni yıla girerken gülüyor, eğleniyor, seviniyorlar.

Hâlbuki bu kısacık dünya hayatının kendisi için bir imtihan alanı olduğunu ve yaşanan her ânın hesabının verileceğini idrak eden Müslüman, hesabı verilecek bir yılın daha geride kaldığının bilinciyle, geçmiş olan zaman diliminde âhireti için neler biriktirdiğinin sorgulamasını öne çıkarır. Hüzünlenir, üzülür ve endişe içinde geçmiş ömrün ve yılın muhasebesini yapar. Mü’min şahsiyet, ömrünün sonuna biraz daha yaklaştığının bilinciyle Rabbine sığınıp duâ eder. Yaptığı hata ve işlediği günahlarına tevbe eden hüzünlü bir ruh hali içinde olur. Bundan sonra ise, kalan ömründe Rabbini razı edecek ameller yapmayı dileyip yeni yıla, âhirete ve hesaba hazırlık bilinciyle giriş yapar. Çünkü mü’min olan bilir ki, Rabbimiz, Asr Sûresi’nde, zaman üzerine yemin ederek zamanın önemine dikkat çeker ve çok çabuk geçen zamanın/ömrün; “iman edip sâlih amel işleyerek, Hakk’ı ve sabrı tavsiye ederek” geçirmeyenler ve bu kulluk sorumluluklarını yerine getirmeyenler için bir hüsrân sebebi olacağını bildirmektedir.

Bilinmelidir ki, dünya hayatını âhirete tercih edenler, uzak bir sapıklığa düşerler. (İbrahim, 14/3). Allah’ın hükümlerine kulak vermeyip âhireti unutanlar; dünyaya karşılık âhireti satanlardır. Böyle bir alış-verişin hiç de kârlı olmadığı Kur’ân’da hatırlatılır. (Bakara, 2/86, 90). Bu anlayışa sahip olanların yaptıkları işler kendilerine dünyada da âhirette de bir yarar sağlamaz. (Bakara, 2/217).

Yaratılan bütün mal ve geçimlikler ‘dünya hayatının’ süsüdür. Onları kazanmaya çalışmak, onlara emanet olduğunu unutmadan sahip olmak ve kullanmak suç değildir. Kişide yeme içme, barınma ve giyinme ihtiyacı olduğu müddetçe; mala ve eşyaya olan arzu ve meyil bitmeyecektir. ‘Dünya hayatı’ ve âhirete hazır olma arasında bir denge olmalıdır. İslâm‘ın hoş görmediği ‘dünya hayatı’, insanı Allah’tan uzaklaştıran yaşama anlayışıdır. Evlat, mal, servet, makam ve mevki tutkusu, şöhret hastalığı, şehvetlere esir olma, lüks ve israf anlayışı, malla şımarma ve dünyalıklara köle olma akılsızlığıdır.

O halde, sürekli biçimde ahiret ve hesap bilincini diri tutan bir uyanıklık içinde, dünyayı ahiretin tarlası olarak değerlendirmeye ve Rasûlün örnekliğinde Kur’an’ı hayata hâkim kılarak Rabbimizi razı edecek salih ameller yapmaya ve hayatımızı ibadet kılmaya yoğunlaşmalıyız. Bu gündemle, sürekli kendimizi ve yaptıklarımızı ya da yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımızı, eksik ya da yanlışlarımızı tespit edip tevbe ile ıslah etmeye çalışmalıyız.