Mustafa BOZACIOĞLU

03 Mart 2017

HELAL GIDA

Son zamanların ve son günlerin gündem maddesi olarak ‘helal gıda’ meselesi dikkat çekici bir konu... Üzerinde durmak gerek ve fakat bizim dikkat çekeceğimiz, dikkatimizi celbeden taraf, konunun biraz daha farklı boyut ve içerikleri, bileşenleri…

Taraflara bakınca, sebep sonuç ilişkileri açısından meseleyi ele alınca, meselenin içinden çıkılmaz bir durum olduğunu görüyorsunuz. Yumurta tavuk misali! Çevreyi kirletenlerle, çevre örgütlerinin ilişkilerini, alış verişlerini bilip görüp duyunca mesele daha da giriftleşiyor… Kuyuya atılan taşı, akıl daneleri, yönlendirilen akıllarıyla/zanlarıyla çıkartmaya çabalayıp duruyorlar ama devran dönmeye, çark işlemeye, bizler de işletilmeye devam ediyoruz! Patinaj hali yani! Taşın birini çıkartsan öbürünü atıyorlar! Oyalanmaya, gösterilen işleri görmeye, işletmeciliğe devam!

Kimse ‘durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak!’ demiyor, diyemiyor! Aslında kabalık olmasına amma, kalabalık yerine ‘alabalık’ mı desek veya ‘Bu ne aymazlıktır!’ mı?! Meselenin arka planı, sahne arkası hiç akıllara getirilmiyor! Bunca pisliği kim, nereden ve niçin üretiyor da, birilerine -ki o birileri genellikle ‘biz!’, bu coğrafyaların aklı emanetten öte bir değer olarak algılayamayan ahalisi- hep temizlikçilik düşüyor!

Teknolojiyi üreten/türeten insan nasıl onun kulu kölesi olduysa, ihtiyaçları sınırsız gösteren sihirbazlıkla kapitalizmin kucağına itilen kalabalık/yığıntı/birikintiler birer öğütüm/tüketim nesnesi haline dönüştü(rüldü)klerinin farkında bile değiller, değiliz! Bu gidişat hayra alamet değil! Hâlimiz zaten ortada; ‘hal-i pür melal’ değil, ‘zül melal’ içindeyiz!

Yaşananlar, tüm insanlığın sorunu olmakla beraber, nasıl oldu da biz, müslümanım diyenler bu hallere düştük! Tabi, bunun arka planı, hayli gerilerde; türedi, nevzuhur değil yani durum. Birebirden, rastgele olmuyor, gelişmiyor yaşananlar. Ellerimizle ektiklerimizin, işlediklerimizin karşılığını buluyoruz. Etme bulma dünyası yani!

Özetle dediğimiz; ‘tuz koktu’ artık! Gerisini siz düşünün! ‘Helal gıda’ söyleminin ardında inanın yine kapitalist yutturmaca ve tuzaklar söz konusu! Müslümanım diyen kitle/kalabalık bir pazar potansiyeli ile görülüp düşünülüyor! Bu pozlardan nasıl kurtuluruz bilmiyorum! Lakin ilk aklıma gelen, bu analizin, yazıya mesned olan konunun da cevabî karşılığı, anti tezi ‘bilgi kirliliği’nden kurtulmaktır. Hem de acilen, ilk ve etkili adım olarak!

Tüm soru ve sorunlarımızın kaynağında bu mesele, yani ‘bilgi kirliliği’ yatmaktadır, bize göre. Bir bataklık misali adeta! Biri bitse, hallolsa, hemen diğerini üretiyor, piyasaya sürüyor! ‘Biz!’i tüketiyor! Yanlışa sevk ediyor, dahası yanlışı görmemizi engelleyip yanlış görmemize sebep olarak, yanlışı doğru diye yutturuyor! Sömürüye müsait hale getiriyor, edilgen kılıyor! Bunu idrak etmediğimiz sürece, sürece eklemlenip kalmaktan kurtulamayacak, yeni bir süreç başlatıp istikamet tutturmamız mümkün olmayacaktır.

Gıda kirliliği, evet, bir sorun; ‘helal gıda’ meselesi ihmal edilemez bir vakıa, lakin bu durum, meselelere bütüncül bakmamıza halel getirmemelidir. Devenin sağıyla soluyla, kuyruğu, kulağıyla uğraşmaktan kurtulup, onu bir bütün olarak, doğru yerde durup doğru kriterlerle bakarak, olduğu gibi, net olarak görebilmeliyiz. Bunun için de net bakabilmek gerektiğini unutmamalıyız! ‘At gözlüklerini’ atmamız gerek! Öncelikle dumura uğramış zihinlerimizi, felç olmuş bilincimizi, körelmiş melekelerimizi, yitirdiğimiz sağduyumuzu, emanetlerde ‘iç edilen’ akıllarımızı işgallerden, bulanıklıklardan, yönlendirmelerden, kirlilikten kurtarma ödev ve sorumluluğumuz var! Sonra ‘helal gıda’ ve benzeri meselelere el atma, uğraşma hakkımız da, bu sorunları çözme yetimiz de olur!

İnsanımız genel itibariyle zaten bu konuda hassas; adam faizle iştigal eder, kumar oynar, içki içer ama siz ona domuz eti asla yediremezsiniz! Bu kadar! Kumar parasını ev iaşesine karıştırmaz, ayrı tutar! Meşreben sakıncalı/haram gördüğü sigaranın satışından elde ettiği parayı, bütçe hesabına dahil etmez, ama yine meşreben caiz gördüğü –‘Siz almazsanız bana getirin!’ diye de emin davranışlar sergileyerek üstelik -faizi pek âlâ yiyebildiği, yurdum insanının çok da istisna olmayan hallerindendir! Bu anlatılanlar sanmayın ki tevatürdür; bizatihi şahit olduğum, yakinen bildiğim ve sizlerin de benzeri, pek çok örneğini hemencecik hatırlayacağınız ve verebileceğiniz vakay-ı adiyeden olmuş misallerdir! Diyeceksiniz ki; ‘Su-i misal emsal olmaz!’, ama inanın ki artık bunlar istisna değil, genel bir ahvalin örnekleridir!

Sadece Afrika’da bir buçuk milyar çocuk açlıktan ölümün eşiğinde bulunurken ‘helal gıda’ söyleminin sadra şifa olamayacağı açıktır. Zira o insanlar Rabbimizin açlıktan ölüm endişesi olduğunda yenmesine cevaz verdiği menhiyattan/yasaklanan yiyeceklerden dahi bulamaz haldeler… Bir tenakuz olarak şunu antr parantez ekleyelim; o bölgelerdeki bir grup insan mezhebi kaygılarla, bolca bulunmasına rağmen deniz ürünlerine iltifat etmemektedirler!

‘Ebter tohum’ bir vakıa, ama bizim, nesillerin ebterliğine, savrulmasına, kavurgalaşmaya (bknz; Ercüment Özkan’ın kavramsallaştırdığı başlık için, ilgili yazımız ‘http://www.iktibasdergisi.com/?s=kavurgala%C5%9Fmak’) dikkat kesilmemiz daha önemli ve öncelikli sorunumuz değil midir, olmamalı mıdır?

‘Hibrit ürün/gıda’ya hassasiyet gösterdiğimiz kadar, nesillerin başkalaşmasına, kimlik ve kişiliklerin melezlenmesine, dinin eklektik ve olağanın dışında esnetilerek, ekleme ve çıkarmalara, ortaklıklara konu kılınmasına ses çıkarmamız, ‘dur’ dememiz gerekmez mi? (bknz; Ercüment Özkan, İnanmak ve yaşamak, ‘Kanaralaşmak’ maddesi)

Harsı hem ekini/ürünleri hem de bilgi/kültür ve örfü ve nesli helak edenlerin, kirletenlerin ayıplarını, pisliklerini temizlemek değil bizim işimiz, onların zulümlerini, cürümlerini, tuzaklarını, maskeli ve makyajlı yüzlerini açık edip yüzlerine haykırmak, insanımızı ve insanlığı bunlardan kurtaracak yegane reçeteyi, öncelikle kendimiz layıkıyla idrak edip özümseyerek, olduğu gibi eklemeden, eksiltmeden, tüm berraklığıyla sunmaktır. Bu onların fıtratlarına yabancılaşmasının doğal uzantısı, sonucudur. Korkarım ki hal ve gidişat, an be an bizleri de onlara benzetmekte; zaman, süreç neredeyse dönülmez biçimde aleyhimize olarak geçip gitmektedir. Tükenerek bizi de tüketmektedir!

Ülkede tv izleme oranı altı saat iken, okumaya ayrılan zaman bir dakika olarak istatistiklere girmiş vaziyettedir. Ne ironi ve ne paradokstur ki, inanın bu okumaların da bu coğrafyada ekserisini, mealden olsun, metinden olsun Kur’an okumaları almaktadır. Okumanın da canına okunmuş yani! Oysaki Kur’an bilgiyi, akletmeyi, düşünmeyi, teyakkuzu, bilinci, okumayı(ayetleri; metni, afakı, enfüsü..tüm boyutlarıyla), hikmeti, araştırmayı (Bilmediğinin ardına körü körüne düşmeyi değil!).. salık verirken, kendi de hakikatin tek kaynağı olarak, mahza bir nimet ve rızıktır.

Bilgi artık bir değer olmaktan çıktı! Güç olarak algılanamıyor! Bu coğrafyalarda epeydir bir değer ifade etmiyordu zaten! Lakin son zamanlarda, sonuç/somut/nicel/acil odaklı bakışlar etkiyi daha da artırıp durumu daha da kötüleştirdi. Ne var ki batıl batı hala o gücü elinde tutup sömürmeye ve semirmeye devam ediyor! Bilgi adına hakikati de çarpıtıp dilediği gibi manipüle ederek, algılara hükmediyor bu sayede!

Hâsılı öncelikli meselemiz ‘helal gıda’ parçacılığına düşmeden ‘bilgi kirliliği’ sorununu halletmek ve de hakikatin peşine düşmek olmalıdır! Hem de acilen, ama bu aciliyetin getirebilceği yanlışa düş(ür)me potansiyelini de düşünerek!