14 Kasım 2012

İDAM CEZASI TARTIŞMALARI ÜZERİNE -I-

Ceza bir sonuçtur. Suç olarak kabul edilen bir eylemin karşılığı olarak ortaya çıkar. Kişiyi o sonuca götüren etmenleri göz ardı ederek hayatı sadece suç ve ceza gözüyle değerlendiren bir zihinden toplumsal huzur ve barış sağlaması beklenemez. Toplumları sadece suç ve ceza ilişkisi üzerinden değerlendirmek bırakın huzuru, bazen mevcut problemleri bile arttırabilir. Suçu ortaya çıkartan sebepler, kişileri hızlı bir şekilde suçla buluşturan etkenler dikkate alınmadığında, emniyet güçlerinin, hukuk sistemlerinin ve büyük adalet saraylarının varlığı hiçbir şey ifade etmez.

Üzerinde, “anahtar paspasın altında” yazan bir kapıdan içeriye hırsızın girmesi nasıl şaşırtıcı değilse, devletin genel yaklaşımı, dayandığı temel esaslar, kişiyi suça iten gizli, açık teşvik ve reklamlar, toplumsal yanlış kabuller dikkate alındığında, bölücü, tecavüzcü, katil, sapık, hırsız gibi sık telaffuz edilen suçların gündemden düşmemesine de şaşırılmamalıdır.

Şaşmamak, normal karşılamak demek değildir. İşlenen suçun sonucunda hayatı, namusu, malı gasp edilen mağdurların acısı tabii ki tarif edilemez. Ancak yetişme tarzı, gördüğü çevresel baskı, inançsız eğitim programları, yönlendirici popüler kültür gibi etkenlerin tetiklediği suçun failleri de birer mağdurdur. Bu kişilerin, insanlığı diriltici İslami değerler ile buluşamadan böyle pis bir eylemle tanışarak dünya ve ahiretlerini kaybetmelerinden daha büyük bir mağduriyet olabilir mi?

Bu girişi, gündemi değiştirerek kamuoyunu tartıştırmayı güzel beceren başbakan Erdoğan’ın idam cezasıyla ilgili açıklamaları üzerine bir şeyler söyleme adına yaptım. Daha önce Uludere katliamının etkisini dağıtmak için kürtaj konusunu ortaya atan Erdoğan, yoğun iç ve dış gündemi bu seferde idam meselesini tartıştırarak atlatmayı düşünüyor olabilir.

Bu makale ile Erdoğan’ın tuzağına düşmüş gözüksek de, mevcut tartışmalar üzerinden kendi mesajımızı verebilme fırsatını da değerlendirmeyi düşünmekteyiz.

Erdoğan’ın açıklaması, “idam toplumda tartışmalı bir konu. Bu cezayı uygulamayan ülkeler de uygulayan ülkeler de var. Uluslararası camia AB’den ibaret değil. Mesela ABD, Çin, Rusya ve Japonya’da idam var. Siyasi suçlarla ilgili olarak değil ama terör ve ölüme sebebiyet verme kapsamında idamı tartışmak elbette mümkün olabilir.” şeklindeydi.

Bu açıklamanın ardından meselenin iki tür yaklaşım ile konuşulduğuna şahit olduk. İlki, “AB’ye girmeye aday ülkede idamın geri gelmesi mümkün değil. Ayrıca idam terörü bitirmez arttırır.” yaklaşımıydı. İkincisi, “teröristleri, sapıkları, Öcalan’ı asalım” talebiyle idamı olumlu gören kesimdi.

İslamcı olarak etiketlenen bazı kişiler ise, “İslam’da idam cezası var, idam geri gelsin, idama karşı Müslüman olabilir mi” değerlendirmeleri ile bu tartışmaya dâhil oldular.

Yönünü batıya dönmüş, seküler bir bakışla hayatı okumaya çalışan ilk grubun yorumu kendisi için tutarlıdır. Canı yanmış, acı kendisine isabet etmiş mağdurların idam talebi de kendi sınırlı algıları içerisinde anlaşılabilir. Ama insanlığı Kur’an’ın rehberliğinde ıslah etmeye talip olan, en azından bu misyonu temsil eden Müslümanların açıklamalarını daha dikkatli yapmaları gerekmez mi?

İslami esaslara göre şekillenmemiş laik yapılanmalar içerisinde bazı parça hükümleri İslam’la örtüştüğü gerekçesiyle savunma garabetine nasıl düşülebilir?  İslam bir bütündür. Kur’an’ın ilk hedefi insanın yüreği, zihnidir. Toplumun sigortası, Allah’a tam teslim olmuş, O’na karşı kul olduğunun şuuruna sahip insanların sorumluluk duygusuyla hassaslaşan düşünce, inanç ve eylemleridir. İman, ahlak, ahiret, hesap bilinci, takva, iman kardeşliği, paylaşma bilinci, tebessüm, selam gibi değerleri ön plana çıkaran İslam toplumunda cezalar, bu ahengi bozmaya teşebbüs etmeye çalışan fırsatçılar için konmuş caydırıcı bir etkendir.

Hiçbir ırkın başka bir ırka üstün olmadığını söyleyen, Allah katındaki değeri takvalı olmakla irtibatlandıran, farklı ırk, renk ve dilleri birer ayet olarak belirten, bunu tanışma ve kaynaşma adına bir çeşitlilik olarak gören anlayış içerisinde ırkçılık adına kan dökenlerin cezalandırılması anlamını bulacaktır. Şehvet uyandıran tüm gerekçeleri ortadan kaldıran, medya ve sinema anlayışını edep ve ahlak sınırları ile kontrol eden, gençlerin ekonomik kaygılar ile evliliklerini geciktirmelerinin önüne geçen ve her yönüyle tesettürü yaygınlaştıran bir toplumda sapıkça girişimlerde bulunanlar tabi ki hak etikleri cezayı alacaktır. Mal yığmanın ateşle tehdit edildiği, paylaşma bilincinin her yönüyle teşvik edildiği, işçi haklarıyla ilgili zirve kabul edilecek uygulamaların olduğu, terazi ve ölçüde adaletin sağlandığı sistem içerisinde açık kapılar arayıp, soygun ve haramiliği zorlamanın da bir cezası olacaktır.

Kesinlikle bilinmelidir ki, bir toplumda adalet sadece Allah’ın hükümlerinin tatbik edilmesi ile sağlanabilir. Ancak, çok adil olan, asla zulmetmeyen, kullarına da âdil olmayı, adaletle davranmayı emreden anlamına gelen el-Adl isminin sahibi Allah’ı devreden çıkartan, O’nun bildirdiği ilahi değerleri, emir ve yasakları göz ardı eden bir toplumda da hangi hükmü uygularsanız uygulayın zulmetmiş olursunuz.

Bu konuya inşallah bir sonraki yazımızda devam edeceğiz…